*Görsel betimleme: Fotoğrafta, yazar Colson Whitehead deri bir ceket giymiş olarak görülüyor. Arka plan gri renkte. Yanında, Colson Whitehead'ın "Nickel Çocukları" kitabının kapağı yer alıyor. Kitap kapağı beyaz zemin üzerine büyük kırmızı bir kare ve kare içinde iki küçük insan figürü içeriyor. Kitabın başlığı ve yazarın adı, kapakta siyah harflerle yazılmış.
Aslında bu hafta için yazmayı planladığım başka bir roman vardı. Uzunca süredir okumaya niyetlendiğim ancak bir türlü gerçekleştiremediğim Osamu Dazai’nin İnsanlığımı Yitirirken’ini nihayet okumuş, notlarımı almıştım. Ancak ilginç bir hayat sürüyoruz; her ne kadar planlı olmak isteseniz de, programınızı yapsanız da ülke gündemi kişisel gündemlerimizi anında değiştirebiliyor; insan olmanın varoluşsal kaygılarını düşünürken, bir anda ırkçılık, öteki olmak, kimlik, eşitsizlik, adalet, toplumsal hezeyanlar üzerine ahkam keserken bulabiliyorsunuz kendinizi.
Madımak Katliamı’nın yıldönümünde acıların paylaşıldığı bir toplum görmeyi hayal ederken, 31 yıl sonra başka kentlerde, başka gerekçelerle benzer manzaralara tanık olmak; kitaplara ilişkin planlarınızı bile etkiliyor. Bu nedenle İnsanlığımı Yitirirken ve Yozo hakkında yazmayı daha sonraya bırakarak, bu hafta ben de bir sürü çağrışımlar yapan başka bir kitaptan söz etmek istiyorum.
Karışık duygular içindeyken aklıma gelen ilk kitap Bülbülü Öldürmek oldu; 60’larda yazılsa da 30’ların Amerikası’nda, ekonomik buhran sırasında yaşanan bir davayı merkezine alan bu kitap, “siyah-beyaz” ayrımcılığını merkezine alsa da, ırkçılığın pek de renklerle sınırlı kalmadığını bir “insanlık meselesi” olduğunu çok güzel anlatıyor.
Bülbülü Öldürmek’te küçük bir kızın anlatımıyla dahil olduğumuz olaylar; siyahi bir adamın beyaz bir kıza tecavüzle suçlanması, beyaz bir avukatın da bu davayı üstlenmesi ile gelişiyor. Yazarı Harper Lee’ye başta Pulitzer olmak üzere pek çok ödül kazandıran bu klasik eser, ırkçılık, eşitsizlik, adalet temalarını “linç kültürü” ve “insanlık” vurgusuyla ele alıyor ve Sel Yayınları’ndan Ülker İnce çevirisi ile yayımlanan kitabın arka kapağında yazdığı gibi; küçük bir Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, evrensel bir hikayeye dönüşüyor.
Önce kendi yüzüne bakabilmek…
“Başka insanların yüzüne bakabilmek için ilk önce kendi yüzüme bakabilmeliyim. Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey, insanın vicdanıdır.”
Bu sözlerle aslında “yüzyıl önce kaybedilen” bir davayı kazanamayacağını bilse de çabalamaktan vaz geçmeyen Avukat Atticus’u, çocuklarını, yaşadıklarını anlatan Bülbülü Öldürmek’in her zaman çok satan bir kitap olduğunu ve mutlaka okunması gerektiğini hatırlatarak, benzer temaları farklı bir şekilde ele alan farklı bir yazar ve kitabından söz etmek istiyorum.
Yazarımız Colson Whitehead, günümüz edebiyatının önemli temsilcilerinden, üç yıl arayla iki Pulitzer ödülüne layık görülmüş bir yazar. (Bildiğim kadarıyla William Faulkner dışında iki Pulitzer ödülü alan başka bir yazar yok.) Türkçede Asansör, Bölge Bir ve Yeraltı Demiryolu romanlarıyla tanıdığımız Colson Whithead, 1969’da New York’ta, Afro Amerikan kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, Harvard Üniversitesi'nde İngiliz edebiyatı okumuş ve edebi kariyerine başlamadan önce çeşitli dergilerde çalışmış. Gerçek olaylarla kurguyu birleştirme başarısı da buradan geliyor olmalı.
Ten renginden daha derin bir mesele
Kitabımız ise: The Nickel Boys - Nickel Çocukları. Colson Whitehead’ın 2019 yılında yayımlanan bu ödüllü kitabı aynı yıl Siren Yayınları tarafından, Begüm Kovulmaz çevirisi ile Türkçeye çevrildi. Nickel Çocukları, yaşanmış bir olaydan yola çıkarak siyah-beyaz ayrımcılığına odaklanıyor gibi görünse de aslında ayrımcılığın; ırk, renk, dil, din, cinsiyet ve hatta yaş tanımayan bir kötülük olduğuna dikkat çekiyor.
Yazarın dediği gibi; “… burada kötülük ten renginden daha derine uzanıyor.”
Roman, 1960’ların Amerika’sında, Florida’daki Nickel Academy adındaki bir ıslahevinde geçen olayları anlatıyor. Ana kahramanımız Elwood Curtis adındaki genç. Küçüklüğünde anne-babası onu büyükannesine terk edip gitmiş, geleceğe umutla bakan, çalışkan, zeki bir çocuk. Ten renginin siyah oluşundan dolayı maruz kaldığı pek çok olay var, yine de Elwood bir idealist.
Elwood, Martin Luther King Jr.'ın öğretilerinden oldukça etkilenmiş, eğitimin ve şiddet içermeyen direnişin gücüne inanıyor. Öyle ki haksız yere suçlanıp, Nickel Akademi’ye gönderildiğinde bile kendisini yutmaya hazır sistemi bile kendisi kalarak yenebileceğini sanıyor.
Gerçeği kurguya dönüştüren bir hikaye
Nickel Akademisi adı aldatmasın, aslında orası bir ıslahhane (!) Yazar tam da bu konuda gerçeklerden yararlanıyor: 1900’lü yıllar boyunca faaliyet gösteren Dozier Okulu adındaki bir kurum hakkındaki iddialar, 2004 ve 2009 yılları arasında yürütülen soruşturmalar, bu okulun arazisinde bulunan çocuk mezarlarından yola çıkarak Nickel Çocukları’nı kurguluyor.
Florida'nın Eleanor kentindeki kurgusal Nickel Akademisi de aynen Dozier gibi suçlu erkek çocukların eğitim desteği ile topluma kazandırılacağı bir yer değil. Burası siyahi ve beyaz öğrencilerin ayrı tutulduğu, korkunç fiziksel ve psikolojik istismarın yaygın olduğu bir kurum.
Romanın başlangıcı da 2010 yılında Florida'daki eski Dozier Okulu'nun kalıntılarında yapılan kazılarda çok sayıda iskelet bulunmasıyla başlıyor. Geçmişte bu okulda yaşanan istismarlar yeniden gündeme gelince, artık yaşlı bir adam olan Elwood Curtis’in, bir zamanlar gittiği ıslahevini ziyaret etme kararı almasıyla başlıyor.
İdealist ya da pragmatik olma ikilemi
İkinci bölümde 1962 yılına gidiyoruz ve genç Elwood ile tanışıyoruz. Elwood, gelecekte her şeyin daha güzel olacağına, çalışarak biriktirdiği paralarda üniversiteye gidebileceğine, hatta büyükannesinin mutfağında çalıştığı Richmond Oteli'nin restoranında bir gün esmer yüzler göreceğini umuyor. Suçsuz yere gönderildiği Nickel Akademisi'nde bile gördüğü muamelelere karşın adalete olan inancını koruyor.
Elwood’un okulda en yakın arkadaşı Turner oluyor. Sistemin acımasız gerçeklerini kabullenen, hayatta kalmak için daha pragmatik bir yaklaşım benimsemiş bir genç olan Turner, “beyaz bir üniversite öğrencisi gibi konuşan” ve pek tuhaf bulduğu Elwood’a yakınlık gösteriyor. Farklı kişiliklere ve farklı bakış açılarına sahip olsalar da aynı ayrımcılık ve zalimlikle baş etmek durumunda kalan gençler, çareyi birbirlerini kollamakta buluyor. Şu alıntı iki gencin dostluğunu çok güzel özetliyor:
“Senin için gerçek olan bir başkası için de gerçekse, yalnız değilsindir artık.”
Roman, idealist Elwood ile şüpheci Turner arasında gelişen dinamikler, bize hayatın karmaşıklığını ve hayatta kalmak için uzlaşmanın önemini de anlatıyor diyebiliriz. Özellikle de Elwood'un katlanmak zorunda kaldığı zulme rağmen adalete ve eşitliğe olan inancını sürdürmesi, insan ruhunun amansız zorluklar karşısındaki hem nahifliğini hem de direncini çok iyi yansıtıyor.
Ne abartı ne de aşırı duygusal
Okuma keyfinizi kaçırmamak için detaylara girmekten kaçınmakla birlikte, gençlerin sistemin korkunç gerçeklerini ve istismarı gözler önüne seren gizli belgeleri ele geçirip, birlikte kaçma planları yaptıklarını ve sürpriz bir finalin sizi beklediğini söyleyebilirim.
Bir okur olarak bana göre Whitehead, olay örgüsü gayet yalın ilerliyor, gerçekler ne abartılmış ne de aşırı duygusal bir hava yüklenmiş. Colson Whitehead’ın özellikle yalın bir anlatımı tercih ettiği, yazar olarak yeteneğini sergileyebileceği tekniklerden uzak durduğu bu romanda, hikaye düz bir akışta ilerliyor. Yine de arada kısa kısa ileri sarmalar yer alıyor, hikaye Elwood ve Turner’ın yaşamları arasında gidip geliyor.
Keşke bu romanı iki Afro-Amerikan çocuğun büyüme hikayesi gibi okuyabilseydik; ancak ne gerçek dünyada yaşananlar ne de kurguya yansıyanlar buna izin vermiyor.
Elwood musunuz? Turner mısınız?
Irksal adaletsizliğin ve bozuk bir sistem karşısında hayatta kalma mücadelesini çok iyi aktaran roman, insanın dayanma gücü, umut ve adalet arayışını da çok güzel ifade ediyor. Tüm bu net vurgulara rağmen, kitabı okuyup bitirdiğiniz de aklınıza bir sürü soru takılıyor.
Adaletsiz bir sistemin insafına kaldığınızda, hayatta kalmak için ne yaparsınız? Adalete olan inancınızı koruyarak, adalet için mi çalışırsınız? Yoksa ideallerinizi terk edip yaşamak için ne gerekiyorsa onu mu yaparsanız? Elwood olmak daha doğrusu, Elwood olarak kalabilmek için direnir misiniz? Yoksa Turner gibi koşullara ayak uydurmaya mı çalışırsınız?
Nikel Çocukları, okuruna parçalarının toplamından daha fazlasını sunan bir kitap; çünkü bireysel hikayelerin ötesine geçerek, evrensel sorunları ve toplumsal eleştirileri derinlemesine işliyor. Bir yanda ırkçılık ve adaletsizlik, diğer yanda insanlık onuru ve bunu koruma mücadelesi. Bir yanda tarihsel gerçekler diğer yanda toplumsal zafiyetler.
İnsan düşünüyor: Acaba, Elwood ve Turner’ın hikayesi, adalet ve insanlık onuru için verilen mücadelenin hiç bitmeyen bir yolculuk olduğunu mu anlatıyor bize?
Gerçek kahramanlar susmuyor
Gerçek hayattaki Doizer Okulu’na ilişkin anlatıların çoğunluğu o okuldan kurtulan beyaz çocuklara ait; ancak ortaya çıkan kanıtlar siyahi öğrenciler için hayatın daha da kötü olduğunu gösteriyor. Whitehead da hikayesini, iki siyahi öğrencinin etrafına kurarak bunu göstermek istemiş olabilir. Kurgu okulun adında bir de ironi var; çocuklar yaptıkları işlerden beş, on sent kazanıyor; o yıllarda beş sentler nikelden üretiliyor. Çocuklara verilen değer ancak beş sent ediyor!
Gerçek okuldan kurtulup da hayatta kalanların gerçek hikayelerini https://www.theofficialwhitehouseboys.org adlı web sitesinde bulmak mümkün. Neden Beyaz Saray? Romandan öğrendiğimize göre, çocuklar okulun ceza odasını Beyaz Saray olarak adlandırıyor.
Bu hafta neden bu kitabı tavsiye listeme aldığıma gelince; yetişkinler kadar çocukları ve gençleri nasıl bir gelecek beklediğine dair endişelerim olabilir. Whitehead, “Çocuklar artık yaşlı adamlardı” diye yazıyor romanında, evet çocuklar büyüyor. Güçlülerin kendilerini avcı, kendinden zayıf bulduklarına av muamelesi yapmasına külliyen karşı çıkılmazsa, korkarım ki geleceğin yaşlı adamları da benzer dramları anlatmak, geleceğin yazarları da benzer hikayeler yazmak zorunda kalacak.
Bu arada Colson Whitehead’in yeni romanı daha Türkçe’ye çevrildi. Begüm Kovulmaz çevirisiyle Siren Yayınları etiketiyle yayımlanan Harlem Ritmi (Harlem Shuffle) yine 1960’larda geçiyor ve yine gerçek ile kurguyu buluşturuyor. Whitehead üretken ve farklı tarzlar denemeyi seven bir yazar, takip listemize alalım.
Bu yazıyı ise herkese eşit şartlar sunmayan dünyada yaşamanın bedelini fazlasıyla ödeyen Elwood gibi çocuklar için yine de umudumuzu dik tutarak, Martin Luther King Jr.’den bir alıntı ile bitirelim:
“Bir hayalim var; bir gün dört küçük çocuğum derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirilecekleri bir ülkede yaşayacaklar.”
(NK/HA)