Tarih sadece kazananların yazdığı bir kurgudan ibaret olsaydı, insan kolektif hafızanın izlerini sürmez, ortak belleğin travmalarını yaşamazdı ama evrimi de eksik kalırdı.
Karman çorman Türkiye gündeminde hep balık hafızalı olmaktan, unutmaktan yakınıyoruz ama aslında hiçbir şeyi unutmuyor, bir yerlere saklıyoruz.
Zaten unutmak mümkün değil, susulsa bile nesilden nesile aktarılan acılar var, bunları anlatan romanlar var; ateşin sadece düştüğü yeri yakmadığını anlatan. İşte Veda Etmiyorum da öyle bir roman.
Aslında farklı yazarların farklı kitapları üzerinden, farklı okumalar yapıyorum ancak, dikkatli okur kısa süre içinde Han Kang’tan ikinci bir roman çözümlemesi yaptığımı yakalayacaktır.
Daha önce yazarın "Vejetaryen" adlı romanını sizlerle paylaşmıştım. Edebiyatsever arkadaşlarımla birlikte okumalar ve çözümlemeler yaptığımız Suare Kitap Kulübü’nde Veda Etmiyorum’u okuyup da etkisinde kalmayan kimse olmayınca sizlerle de paylaşmak istedim. Bu kış mevsiminde kar ve soğuğu iliklerinize kadar hissettiren bu romanı sizlerle paylaşmasam olmazdı.
Hang Kang severlere müjde: Yeni roman çıktı
Bu arada kitaba geçmeden bir de yeni haber vermiş olayım; Nobel ödüllü yazarımız Han Kang’ın yeni romanı Sevgili’nin Soğuk Elleri yine dünya dillerinden önce Türkçe’ye çevrilerek April Yayıncılık’tan yayımlandı. Veda Etmiyorum gibi Göksel Türközü’nün Korece’den çevirisi yaptığı Sevgili’nin Soğuk Elleri, şu anda ön satışa sunuldu.
Şimdi dönelim yazarın Veda Etmiyorum adlı romanına… “Tarihsel travmalarla yüzleşen ve insan yaşamının kırılganlığını ortaya koyan yoğun şiirsel düz yazısı" nedeniyle aldığı Nobel’in hakkını bu romanda veren yazar, önceki kitaplarında olduğu gibi geçmişin izlerini sadece tarihsel gerçekler olarak ele almıyor, kuşaktan kuşağa aktarılan acıları ve travmaları okuruna da geçiriyor.
48’de Jeju Adası’nda yaşanan katliamın izleri
Veda Etmiyorum’un merkezinde 1948’de Jeju Adası’nda gerçekleşen katliam var; ancak bunu bir yolculuğun sonunda anlıyoruz. Ana temaları olan “geçmişle yüzleşme, bellek ve travmanın kuşaklar arası aktarımı”nı üç kadın karakterle aktaran yazar, başı sonunda, sonu başında olan bir eserle post modern edebiyat severlere keyifli bir okumada da sunuyor.
Romanın ana karakterleri; anlatıcımız Gyonha, onun arkadaşı İnson ve İnson’un Annesi. Ana karakterin kim olduğu konusunda okur farklı düşüncelere kapılabilir, arkadaşlarımdan bazıları İnson derken ben Gyonha dedim mesela… Bu nedenle romandan söz ederken üç karakterin gözüyle de bakmaya çalışacağım.
Gyongha: Sessiz tanıkların sesi
Anlatıcımız olan Gyonha, roman boyunca İnson’un yanında duran bir karakter olarak görünse de, aslında onun varlığı romanın en önemli alt metinlerinden birini oluşturuyor. O, geçmişin acılarını doğrudan deneyimlememiş biri ancak travmaların izlerini taşıyor. Bu karakter, bizi, yani günümüz insanını temsil ediyor olabilir mi?
Olay örgüsü; İnson’un isteği üzerine, onun köyüne gitmesiyle başlıyor. Gerçi Gyonha’nın karlı rüyalarıyla romana giriş yaptığımız için, aslında bir başlangıca tanıklık ettiğimizi sanırken sondan da başlamış olabiliriz…
İnson’un yaşadığı içsel hesaplaşmada Gyongha, hem bir destekçi hem de bir sessiz tanık. O, doğrudan ne olayları yaşamış ya da yaşayanlarla bir arada bulunmuş, ancak onun tanıklığı acının dolaylı yollarla nasıl aktarıldığını temsil ediyor. O, okur için sessiz tanıkların sesi.
Geçmiş sadece yaşayanların yükü mü?
Gyonha’nın köye giderek geçmişle yüzleşmeye çalışması, bellek ve tarih arasında kurulan bağ üzerinden anlatının gücünü artırıyor. Tabii bir anlamda Gyonha’nın arkadaşlığın, dayanışmanın temsilcisi olması da önemli. Gyonha, geçmişin yükünü taşıyanlarla acılarını paylaşarak, en önemli de bize aktararak çok anlamlı bir iş yapıyor.
Onun aktardıklarından anlıyoruz ki; geçmiş acılar, travmalar yalnızca yaşayanları değil, sonraki nesilleri de şekillendiriyor, onların da bu ağırlığın altında büyüyüp aynı yükü taşıdığını gösteriyor.
Bu arada Gyongha’nın köye gitmesi, yalnızca fiziksel bir yolculuk değil, aynı zamanda kendi iç dünyasına yaptığı bir keşif. Bu yolculuk, ona sadece Jeju Katliamı’nı değil, kendi kimliğini ve geçmişle olan bağlarını da sorgulatıyor. Onunla birlikte biz de benzer sorgulamalar yapıyoruz.
Geçmiş sadece kurbanlar ve hayatta kalanlarla sınırlı kalmıyor; bir toplumun kolektif hafızası bireyler üzerinde derin iz bırakıyor.
Dediğim gibi Gyongha’yı romanın bellek, travma ve geçmişle yüzleşme temalarını destekleyen güçlü bir yan karakter olarak da görebilirsiniz, benim gibi kolektif hafızanın derinlerine yolculuk yapan ana karakter gibi de…
İnson: Unutmanın ve hatırlamanın ağırlığı
İnson, çok ilginç bir karakter. Geçmişin izlerini süren bir belgeselciyken, annesinin memleketi olan Jeju Adası’na dönerek marangozluk yapmaya başlaması, onun hem fiziksel hem de zihinsel bir restorasyon sürecine giriştiğini gösteriyor. Bir kaza sonucu parmağı kopuyor, dikiliyor, hastanede yatmak ve her üç dakika da bir hissetme testi yaptırmak zorunda.
Yazar, beden hafızası ile geçmişin acıları arasında etkileyici bir bağ kuruyor. İnson’un unutmak ve hatırlamak arasında yaşadığı gerilim, hem fiziksel hem de ruhsal anlamda bedenine işleniyor.
İnson’un bir yandan vahşi bir katliamdan kurtulmuş bir annenin kızı olarak bireysel travmalarıyla yüzleşmeye çalışırken bir yandan da tarihe tanıklık etmenin sorumluluğunu taşıyor. Onun Jeju Adası’na dönmesi yalnızca kişisel geçmişine bir dönüş değil, aynı zamanda unutturulmaya çalışılan bir tarihsel gerçeğe sahip çıkma çabası.
Anlatılmayan hikayelerin ağırlığı
İnson, anne-kız çatışmasının gölgesinde sessizliği boğuculuğu ile belgeselci yönünün hafıza arayış arasında sıkışıp kalmış bir karakter. Annesinden dinleyemediği hikâyeleri kendi başına keşfetmeye çalışıyor.
Han Kang burada, travmanın sadece yaşayanları değil, onların çocuklarını da nasıl etkilediğini anlatıyor okuruna. Travma her zaman sözlerle değil, anlatılmayan hikâyelerle, açıklanamayan korkularla ve kapanmayan yaralarla kuşaklar arası aktarılıyor.
İnson bir yandan geçmişle yüzleşmeye çalışırken, diğer yandan bu yükten kurtulmak istiyor. Ancak Han Kang, roman boyunca bu yüzleşmenin tamamlanıp tamamlanamayacağını açık bırakıyor.
Geçmişi hafızada yaşamak, onu anlamlandırmaya çalışmak ama bazen hiçbir yanıt bulamamak… Olası bir durum…
İnson’un Annesi: Hayatta kalmanın yükü
Romanın diğer önemli karakteri olan İnson’un Annesi, çocukluğundan yaşlılık günlerine kadar içinde büyük bir acı saklayan kadın.
1948-49 yılları arasında gerçekleşen Jeju Katliamı’nın canlı tanıklarından biri. Kore Savaşı öncesinde, “komünistlerle mücadele” adı altında gerçekleştirilen bu katliamda, Jeju halkının büyük bir kısmı Güney Kore hükümetine bağlı güvenlik güçleri tarafından öldürülmüş ya da sürgün edilmiş.
İnson’un Annesi, şans eseri katliamdan sağ çıkmış ama ailesinin cesetlerini bulmak için ablasının elleriyle yüzlerdeki buzları sildiği cesetlere tek tek bakmış küçük kız çocuğunu hiç büyütememiş. Hayatta kalmış ama bu bir kurtuluş olmamış, taşıyamayacağı kadar ağır bir bindirmiş yüreğine.
Travmalar sadece fiziksel kayıplarla sınırlı kalmıyor, hayatta kalanlar için psikolojik ve duygusal bir mahkûmiyet. Omuzlarının çökmesi tam da bu nedenledir değil mi?
Geçmiş: Sonraki nesillerin kaderi
İnson’un Annesi, travmanın yalnızca bireysel bir deneyim olmadığını, aynı zamanda bir toplumsal hafıza meselesi olduğunu hatırlatıyor bize. Konuşulmayan ama hissedilen bir geçmiş, sadece onun değil, ondan sonraki neslin de kaderini belirliyor.
Yaşadığı korku, şiddet, kayıplar, onun suskun ve içine kapanık biri olmasına neden olmuş. Bu suskunluk, yalnızca İnson’la ilişkisini değil, hayatındaki her şeyi şekillendirmiş. Travma sadece anılarla değil, davranışlarla da aktarılabiliyor. Sessizlik belki de bir unutma çabası değil, hatırlamanın bir başka biçimidir…
Romanı okurken, bu karakter üzerinden hayatta kalanların travması üzerine epey düşünüyorsunuz. Düşünsenize tüm hayatınız sadece kaybettikleriniz üzerinden şekillenmiyor; onların anılarını taşımanın, unutmaya direnmenin sorumluluğu da omuzlarınıza biniyor. Ne derin bir acı, ne acı bir yalnızlık…
İnson’un Annesi’nin sessizliği, söylenemeyenlerin ne kadar ağır olduğunu hatırlatıyor. Kendi geçmişini anlatmaktansa, yaşadığı trajediyi bedeninde ve tavırlarında taşıması kolektif travmalarının bireysel psikoloji üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.
Gyongha’ya sessiz tanıkların sesi demiştim ya Han Kang, İnson’un Annesi ile de hayatta kalanların sessiz çığlığını edebiyatına taşıyor.
Bellek, unutma ve direniş
Yazar, farklı kuşaklardan gelen kadınların kaderlerinin nasıl iç içe geçtiğini sade ama gizli şifreleri olan bir dille bize aktarırken, yalnızca Jeju’da yaşananları değil, dünyanın farklı köşelerinde benzer acıların nasıl deneyimlediğini de hatırlatıyor. Geçmiş yalnızca bireysel travmalardan ibaret değil, tarihsel olaylar kolektif bir ağırlık da yaratıyor.
Veda Etmiyorum yalnızca Jeju Katliamı’na dair bir roman değil; unutulmaya karşı bir direniş metni aynı zamanda. Geçmişi hatırlamak, onu anlatmak ve geleceğe taşımak, romandaki karakterlerin ortak mücadelesi. Çünkü unutmak bir tür yok oluş, hatırlamak ise hem bireysel hem de toplumsal anlamda iyileşme ve adalet için bir zorunluluk…
Veda Etmiyorum, adının da işaret ettiği gibi, geçmişe veda eden değil, onunla yüzleşen bir roman. Han Kang, tarihsel acıları kişisel hikâyelerle iç içe geçirerek, okuru hatırlamanın ve tanıklık etmenin ahlaki bir sorumluluk olduğu fikriyle baş başa bırakıyor.
Roman, okuruna sadece Jeju Adası’nda yaşananları değil, tarihin farklı dönemlerinde unutturulmaya çalışılan acıları da düşünme fırsatı sunuyor. Ve belki de en önemlisi, bizleri geçmişle yüzleşmeye ve hatırlamanın bir direniş biçimi olduğunu anlamaya davet ediyor.
İktidarın sessizlik politikası ve anlatının gücü
Eğer romanın konusu ve karakterleri ilginizi çektiyse, romanı okuduktan sonra edindiğim bazı bilgiler de okuma keyfinizi artırabilir.
Jeju Katliamı, Güney Kore hükümeti ve ABD destekli güçler tarafından komünist isyan bastırma bahanesiyle gerçekleştirilmiş bir katliam. Katledilenlerin çoğu sivil halk. Olay uzun yıllar boyunca gizlenmiş. Otoriter yönetimler, bu utancı resmi tarihten silmeye çalışmış, hatta olay hakkında konuşmak yasakmış.
Han Kang’ın romanı, bu bastırılmış hafızayı gün yüzüne çıkarma çabasının bir parçası olarak okunabilir. Romandaki sessizlik, korku ve unutma motifleri, Güney Kore’nin otoriter döneminde halkın maruz kaldığı baskının ve sansürün bir yansıması olmalı.
Güney Kore, 1987’ye kadar askeri diktatörlükler tarafından yönetilen bir ülke. İnsan hakları ihlalleri, sansür ve devletin hafızayı şekillendirme çabaları, romandaki travmalarla doğrudan bağlantılı.
2000’lerde Jeju Katliamı’yla ilgili resmi bir özür dilense de, Güney Kore’nin siyasi tarihi hâlâ geçmişle tam anlamıyla yüzleşebilmiş değil. Han Kang, romanında bu eksik yüzleşmeyi ve geçmişin bugünü nasıl şekillendirdiğini vurgulamış aslında.
Roman boyunca sessizlik, hatırlama ve tanıklık kavramları ön planda. İnson’un annesi gibi karakterler, yaşadıkları korku nedeniyle geçmişten bahsetmiyorlar. Bu, devlet baskısının bireyler üzerindeki etkisinin göstergesi olmalı.
Ancak Han Kang’ın romanı, edebiyatın sessizliği bozma gücünü de ortaya koyuyor. Roman, Güney Kore’de hâlâ tam anlamıyla konuşulamayan bir konuyu işleyerek, edebiyatın iktidara karşı bir hafıza mekânı yaratabileceğini kanıtlıyor.
Bu nedenle Han Kang’ın Veda Etmiyorum romanını, Güney Kore’nin siyasi tarihindeki baskıcı iktidarları, hafızayı kontrol etme çabalarını ve bireylerin bu baskıya karşı direnişini anlatan güçlü bir edebi metin olarak okuyabilirsiniz.
(NK/EMK)