Bir hayal edin, Türkçe konuşamıyorsunuz, konuştuğunuzda dayak yiyorsunuz, okulda Türkçe öğrenemiyorsunuz, Türkçe şarkı dinleyemiyorsunuz, kitap okuyamıyorsunuz. Hadi diyelim bunları atlattınız. Evden kafanızı uzatınca kurşunlanabiliyorsunuz. Hatta kafanızı uzatmanıza gerek bile yok evde otururken kafanıza (lafın gelişi bu tabii bütün vücudunuza) havan topu yiyebiliyorsunuz. Hadi diyelim bunlar sizin başınıza gelmedi ve ölmediniz, hep evinizin içinde ölen birilerini görüyorsunuz. Anneniz, babanız, kardeşiniz öldürülüyor. Diyelim çocuksunuz, evin dışında oyun oynamaya çıktınız. Hatırlıyor musunuz yakan topları, ip atlamaları… İşte öyle oyunlar. Hop bir mayına basıp ölüveriyorsunuz. Bütün bunları biraz fiziksel, çok psikolojik yaralarla atlatmayı başarsanız ve uzaklara gitseniz de insanlar size katil muamelesi yapıyor. Aman ola ki Türkçe konuştuğunuz duyulursa ya dayak yiyorsunuz ya katil muamelesi görüyorsunuz ya hapse atılıyorsunuz. Hayatta kimseyi öldürmüşlüğünüz yok. Hatta belki kavgaya karışmışlığınız bile yok. Ama sürekli böyle davranılıyor size.
Black Mirror’ın[1] metaforik bölümlerinden biri gibi duyuluyor değil mi? Hayır. Bu topraklarda, özellikle Güneydoğu’da ve Doğu’da yıllar boyunca Kürtler bunları yaşıyor.
Özel timler ya da asker evinize baskın yapıp, babanızı öldürdükten sonra da gelip size bunu PKK yaptı diye ifade vermeniz yönünde baskı yapıyor. Baskı dediğimiz tabii tatlı tatlı laf anlatarak olmuyor. Dayakla, silahla, tehditle… Dayak dediğimiz de öyle enseye şaplak değil, sırtına tüfek defalarca iniyor mesela, bütün kemiklerin kırılıyor.
Sonra televizyonu açıyorsunuz işte askerin, polisin yaptıklarının hepsinin PKK tarafından yapıldığı söyleniyor.
Ne yaparsınız?
“Bizim zamanımızda Kürt’müş, Ermeni’ymiş, ayrımcılıkmış böyle şeyler yoktu,” diyor insanlar. 70’lerde, 80’lerde, 90’larda ayrımcılığın olmadığını, herkesin kardeş kardeşe yaşadığını söylüyorlar.
Haksız da değiller çünkü duymuyorlar, bilmiyorlar. Sırtlarına çantalarını vurup köy köy, şehir şehir dolaşmadıkça ne olduğunu öğrenmek için medyaya bağlılar. Ana akım medya, devlet ne kadarını bilmemizi istiyorsa o kadarını söyleyebiliyor. Bir gazeteci olarak diyelim ki otosansürü yani kendi kendine “Bu konulara bulaşılmaz” engelini aştın, bir şeyler söylemek istiyorsun, ısrarlısın, önce editörünün ağına takılıyorsun o haber yayınlanmıyor, diyelim editör de gerçekleri söylemekten yana, o zaman patron işten çıkarıyor, diyelim patronun da senin yanında, o zaman dava açılıyor. Dava yıllarca sürüyor. Yaptığın hukuki haklar çerçevesinde olsa bile hapiste bekliyorsun.
Sen gazeteci olsan ne yapardın? İşini kaybetmeyi göze alır mıydın? Ya kendinden başkası varsa sorumluluğunun altında?... Hadi diyelim bunu göze aldın; hapiste kalmayı göze alır mıydın? Oradan kime ne faydan olacak?
Baskıcı toplumlarda işte önce medya susturuluyor. Medya güç odağı kimse onun istediğini söyledikten sonra işler kolay. Kitleyi şu ya da bu gerçeğe inandırıveriyorsun, canın nasıl çekiyorsa öyle top koşturuveriyorsun. Bu işin parodisi tabii. Global dünyada o kadar da kafana göre top koşturamıyorsun ama biz şimdilik öyle diyelim.
İşte böylece biz, Türkiye’nin Batı illerinde yaşayanlar, Doğu illerinde insanların ne yaşadığını hiç bilmedik. Öğrenebilecek bir aracımız yoktu. Daha da fenası bize söylenenlerin gerçek olmayabileceğine dair bir şüphe duymamızı sağlayacak bir şey yoktu. Söylemler tutarlıydı. “Deli midir nedir bir takım Doğu’da yaşayan eğitimsiz insanlar, zaten öyle tuhaf konuşuyorlar ki ne dediklerini bile anlamıyoruz, memleketimizi bölmek istiyorlar, bu yüzden de dağa çıkıp silahlanıyorlar, sonra da dağdan inip Doğu’da yaşayan diğer insanları, bebekleri katlediyorlar,” diye duyduk. Böyle dinledik, böyle anladık, buna inandık.
Ta ki Haziran Direnişi sırasında gözümüzün önünden en az 50 yaralı geçmişken “Bugün dört kişi yaralanmıştır” açıklamalarını dinleyene kadar. İşte o zaman “Bugün yalan söylüyorlarsa daha önce de söylemiş olabilirler,” diye düşünmeye başladık. Penguenler, kuş tüyü yorganına sarınarak, rahat yatağında uyuyan bizlerin, uyanıp da bu işte bir iş var dememizi sağladı. Penguenler bugüne kadar bize söylenmemiş başka şeyler de olduğunu fark etmemizi sağladı.
Ben kendi kulaklarımla duydum, üç hafta önce konuştuğumuzda “Kürtlerin hepsi PKK’lı” diyen bir gencin, “Artık Kürtlerin ne yaşadığını anlıyorum” dediğini…
TOMA’lar Diyarbakır’a dönüp de “Evine hoşgeldin” diye karşılandıklarında hem hepimiz güldük, hem de şu kısa zamanda yaşadıklarımızın ve belki çok daha ağır hallerinin orada yıllardır yaşanmakta olduğunu anladık. Bir birlik duygusunu hissetmeye başladık.
İşte bu duygu çok önemli. Militer ya da ekonomik nedenlerle beslenerek büyütülen bir çatışma ortamının en büyük karşı silahı, olan bitene sağır olanların, farkındalığının artması, çözüm istemesi. Politikacıların medyayı susturması, yıllarca neler olduğunu hiç söyletmeyip sonra da yalanlar söyletmesi boşa değil, biz halk olarak ne kadar fazlasını bilirsek o kadar bilinçli seçimler yapacağız.
Barış süreci dediğin önce bizim kendi aramızda barışmamızla başlayacak. Böylece AKP’nin elinden de barışı sağlayabilecek tek güç olma ayrıcalığını da almış oluruz. (ND/HK)
[1] Bu İngiliz yapımı 2 sezon ve toplam 6 bölümden oluşan dizi, günümüzün felsefi ve varoluşsal problemlerini bilim-kurgu metaforlarıyla ele alıyor.