"Orada yaşarken ölen dostları,
arkadaşları öldürülmüşken yaşayanları,
iyileri, kötüleri hep aklımda tutacağım.
Kendi kendimden uzaklaştığımı hissettiğim anda
'aklımda'
diyeceğim."
Pamuk Yıldız
"İçerideyken kitap yazma fikrim yoktu. Zaten yazılı bir şey saklanamıyordu. Çıkınca topluma uyum problemi yaşadım. İşte bu kitap bir dertleşme gibi..."
Makine Mühendisleri Odası'ndaki imza gününde bianet'e konuşan Pamuk Yıldız, "O Hep Aklımda"yı anlatmaya böyle başlıyor... Penta Yayınlarından çıkan kitabın ilk baskısı Kasım 2007'de Ankara'da yapıldı.
Amaç Mamak'taki yedi yılı affedilir kılmak
Yıldız 1962 doğumlu. Mamak Cezaevindeki tutsaklığı, 90 günlük gözaltı ve işkenceden sonra henüz 18 yaşındayken başladı. Yedi yıl kaldı Mamak'ta... Gözaltındayken ve cezaevinde yaşadıkları topluma uyum problemleri yaşamasına neden oldu, bunu kitabında "dünyada artık benim için sadece işkenceciler ve işkence görenler vardı" olarak anlatıyor:
"Aslında o günleri anlatmak için geç kaldık. Konuşmaya 28 yıl sonra başlıyoruz... Yargılama ve tamir süreciyse hiç başlamadı. Geç de olsa anlatabilmek güzel..."
Çünkü:
"Yaşadığım olumsuzlukları kendi içimizdeki dayanışmayla tamir edip, affedilir kılıyoruz..."
26 yıl sonra kadınlar yeniden bir arada
Mamak'taki kadınlar birbirlerinden dışarı çıktıklarında da hiç kopmamışlar. 26 yıl sonra bulunan mektupların sergisindeyse biraz daha yakınlaşmışlar...
Yıldız'ın arkadaşlarından Arife bianet'e Mamak günlerini şöyle anlatıyor:
"Hafızalar körelmişken yaşananların tekrar kağıda dökülmesi güzel. Yaşama dört elle sarılmadıkça Mamak'ta ayakta kalmak çok zordu. Çünkü cezaevinde şiddet 10 yılda sistematik olarak arttı."
Arife dışında bir kadınla daha konuşuyoruz imza gününde. Arife soyadını yazmamı istememişti, o adını bile vermedi. Elbette nedensiz değil:
"Geçmişte irademiz dışında adlarımızdan hep listeler oluşturdular. 26 yıl sonra yeniden listelenmek istemiyorum."
Mamak'ın "gücünü fark eden" kadınları
Mamak'ta kadın olmak erkek olmaktan farklı. Mamak'ta tutsakların yakını olan dışarıdaki kadınlar için de öyle. Kadınlar bunu "kendine güvenme, gücünün farkına varma" süreci olarak anlatıyor. Örneğin Yıldız giriş yazısında kitabı ithaf ettiği annesini okura da tanıtıyor:
"Babamdan izinsiz tuvalete gidemeyen, gözaltına alındığım andan itibaren tahliyeme kadar bana sahip çıkan, her hafta (görüş yasakları dahil) cezaevine gelen, hastane, emniyet kapılarında arayan anneme..."
Tutsak kadın olmaksa Yıldız'ın imza gününde ifade ettiği şekliyle şöyle:
"Kadın olmak Türkiye'de çok zor. Kendine güvenmek çok zor. O dönemde kadın olarak başardıklarımız azımsanmayacak şeylerdi. Orduya, devlete karşı geliyorsun, sonucunda işkence görüyorsun... Bu büyük bir sınamaydı. Gücümüzü fark ettik."
Yıldız'ın avukatı Şenal Sarıhan'sa süreci bir kadın avukat olarak yaşıyor. Sarıhan "O Hep Aklımda"nın önsözünde diyor ki:
"'Avukat beyi göreceğim...'
"'Avukat bey yok. Ben yardımcı olayım' diyorum. O ise kadın avukatın yüzüne güvenmeden bakıyor. Avukat beyi görmekte ısrarlı...
"Adı Akkız. Pamuk'un annesi. Kızı gözaltında işkence görüyor. Akkız'ın yüreği alev alev yanıyor. İçinin yangısı, dilini çözüyor. Kah ağlayıp, kah kızarak bildiklerini anlatıyor bize. Minik kızı hemen çıkabilir mi? Üstelik kızı hasta."
Ve işkence...
Kitapta Pamuk, gördüğü işkenceleri sayfalar dolusu anlatıyor. Çünkü yaşadığı yedi yıllık sürecin ayrılmaz bir parçası işkence...
İşkencenin kitapta üzerinde durulan üç tarafı var. Polis, doktor ve mağdur... Kitaptan bir paragraflık alıntılar tarafların psikolojisinin çok yetersiz birer özeti...
Polis:
"Dört tane iri yarı polis beni aldı. Bakışlarından ürktüm. Gözlerindeki kin ve nefret, yapabileceklerinin sınırsızlığının ilk işaretiydi." (Sayfa 25)
Doktor:
"Doktor; giriş kartıma bir şeyler yazdı. Yaralı elimi tutup sıktı. Bağırarak geri çektim. Pis bir şeye bakıyormuş gibi baktı, tekrar bir şeyler yazdı. Göğsümdeki kablo eriyiklerini gösterecektim ki, birden 'başka yok' dedim. Formalitenin bu denli aleni olması, dalga geçiliyormuş duygusunu verdi. Birileri özgür şekilde işkence yapıyor ve Hipokrat yemini etmiş doktor da, ne kadar işkence yaptıklarını, yaparken nasıl izler bıraktıklarını merak ediyor gibiydi." (Sayfa 93)
Mağdur:
"Her tarafım kasapta dövülmüş et gibiydi. Oturamıyor, bir yandan diğer yana dönemiyor, her nefesimde, her hareketimde, acılar saklandıkları yerden hücum ediyorlardı. İnsan neden bu kadar dayanıklıydı. Yaşamak kötü bir sürpriz gibiydi! Ölmek kurtuluş. Yaşamak; ölememek acı çekmekti. Vücudumun bu kadar dayanıklı olmasına şaşıyordum.
"Her yeni yaşadığım acıyı bir öncekiyle kıyaslıyor, bir öncekini daha hafif görüyor, bir sonrakinden ürküyordum. Acılar birbirlerini aratıyordu. Askı, elektrik, falaka dahil hiç böylesi bir acı duymamıştım. Acıdan başka bir şey hissedemiyordum. Ne öfke, ne kin, ne çaresizlik, ne ağlama. Hiçbir şey dedikleri duygu galiba buydu." (Sayfa 62)
İşkence sürüyor...
Yıldız'ın imza günündeki söyleşimizde vurguladığı gibi bu olaylar hâlâ sürüyor.
Türkiye İnsan Hakları Vakfının yayınladığı (TİHV) İşkence Atlası'nda 1990'dan bu yana vakfın yürüttüğü rehabilitasyon ve tedavi çalışmaları sırasında karşılaştığı 10 binden fazla işkence mağduruna ait 6 binden fazla fotoğraf ve röntgen filmi arasından seçilen örnekler yer alıyor.
İşkence sürüyor çünkü tıpkı geçmişteki gibi bugün de cezasız.
Dileğimizse aynı...
"İşkencenin yeryüzünden silindiği gelecek günlerde İşkence Atlası'nın tarihi bir belgeden ibaret kalması..." (İşkence Atlası, Önder Özkalıpçı, Ümit Şahin, önsözden) (GG)
* "O Hep Aklımda", Pamuk Yıldız, Penta Yayınları, Kasım 2007, Ankara