Hayal meyal çocukken izlediğim bir belgeseli hatırlıyorum. Brezilyalı futbol efsanesi Pele kendi hayatından örneklerle futbolda başarıyla başarısızlık arasında çok ince bir çizgi olduğunu anlatıyordu.
Elbette iyi ve planlı bir yönetim, oturmuş bir oyun anlayışı, birbirine alışmış kaliteli bir kadro çok önemliydi; fakat sahada sonucu belirleyen son tahlilde topun kaleye girip girmediğiydi. Bunu başarmak içinse her zaman iyi oynamaya gerek yoktu. Yahut bazen her şeyi doğru yapmak sonuca ulaşmak için yeterli olmuyordu.
Dün Türkiye A Milli Futbol Takımı'nın İsviçre'yi 2-1 yendiği karşılaşma Pele'nin sözlerini bir kere daha anımsattı bana.
Oturmamış bir sistem ve kadro
Öyle ya, tüm takımlar elemeler boyunca sistemlerini ve ilk 11'lerini aşağı yukarı oturtmuşken Fatih Terim şampiyona arifesinde hala yeni bir düzen ve kadro arayışı içindeydi. Kadroda, haklı eleştirilere sebep olan, radikal değişikliklere gitmişti.
Sonuçta ilk maçta Portekiz karşısında tüm hatlarıyla tel tel dökülen, rakip kaleye isabetli bir tek şut dahi çekemeyen savruk bir takım izledik. Ne yapmaya çalıştığımız bile anlaşılamadı.
İsviçre maçı öncesinde de işlerin yolunda gittiği söylenemez. Eldeki en iyi oyun kurucumuz Emre Belözoğlu, sık görüldüğü üzere, sakatlanmıştı ve Terim Şampiyonlar Ligi finalinde oynayan tek futbolcumuz Yıldıray Baştürk'ü evine gönderdiği için alternatifi yoktu.
Mücadeleye Portekiz maçındaki ilk 11'de dört değişiklik yaparak başladı Terim. Lakin ilk maçın ardından gelen eleştirilere karşın oyun mantalitesinde pek bir değişiklik yoktu: Yerden kısa paslarla rakip kaleye gitmek ve tek forvet Nihat Kahveci'nin işi bitirmesini beklemek.
Yağmurun ettiği…
Bu kurguyu esas olarak İsviçre değil, zemini son derece ağırlaştıran sağanak yağmur bozdu ama yağmurdan önce de ahım şahım bir futbol oynadığımız söylenemez.
Doğa ana Terim'e adeta "Sen misin takıma pivot santrafor almayan, savunmayı ağır oyunculardan kurup, orta sahaya mücadele gücü yüksek futbolcular koymayan!" diyordu.
Kırılma anları
Biz tam anlamıyla şaşkınları oynarken Türkiye kökenli üç oyuncuya ilk 11'de şans veren ev sahibi ekip bu oyunculardan Eren Derdiyok'un asisti ve Hakan Yakın'ın golüyle öne geçti. Kısa süre sonra aynı oyuncuların işbirliğinde kalemiz ikinci golle burun buruna geldi; fakat Yakın bu sefer zor olanı yaptı, topu boş kaleye yuvarlayamadı. Maçın ilk kırılma noktası buydu.
İlk yarıyı aleyhimize çeviren yağmurun da sayesinde Terim inadından vazgeçti, ikinci devre daha alışık olduğumuz çift forvetli klasik 4-4-2'ye döndü. Oyuna giren Türkiye Ligi Gol Kralı Semih Şentürk İsviçrelilerin hava toplarındaki mutlak hakimiyetine son verdi ve hücuma hareketlilik getirirdi. Mehmet Topal ise orta sahaya önemli bir güç kattı.
Yağmurun da dinmesiyle karşılaşmanın seyri değişti. Bu dakikalarda oyunu daha fazla rakip yarı sahaya taşıdık ve bir yan topta Şentürk'ün golüyle beraberliği yakaladık.
Maçın ikinci kırılma anıysa 84. dakikada yaşandı. Ani bir İsviçre kontratağında beşe iki yakalandık. Kaleci Volkan Demirel, Yakın'ın yakın mesafeden şutunu iki hamlede kontrol edince hepimiz derin bir oh çektik.
Karşılaşmanın uzatma bölümünde ise futbol Pele'nin değindiği kaotik yüzünü gösterdi. Arda Turan'ın ayağından bir şans golü bularak rakibimizi evinde yenmeyi başardık ve çeyrek final umutlarımızı son maça taşıdık.
İki maçta tek bir organize atak dahi geliştiremeyen bir takım
Galibiyetin ardından taraftarlar sokağa dökülürken basının önemli bir kısmı da "Aslanlar" edebiyatına başladı. Türkiye kaliteli oyuncularıyla Çek Cumhuriyeti karşısında kazanıp turnuvada daha da ilerleyebilir.
Ne var ki bu The Guardian'dan Paul Doyle'un deyişiyle "Turnuvanın en dengesiz takımı" olduğumuz, son derece sıkıcı oynadığımız ve iki maçta tek bir organize atak bile yapamadığımız gerçeğini değiştirmiyor.
Böyle sistemsiz ve dağınık bir yapıyla ise başarılar ancak tesadüfî ve kısa vadeli olabilir.
Kavgasız gece ve Lubos Michel
Son olarak bir iki not daha eklemek istiyorum. Öncelikle 2006 Dünya Kupası elemelerinde yaşananlardan sonra böylesi kritik bir karşılaşmada iki taraf oyuncuları ve seyircileri arasında herhangi bir olay çıkmaması sevindiriciydi.
İkincisi maçın Slovakyalı hakemi Lubos Michel, günlerdir hakkında Türkiye'yi yakmak üzere bu maçta görevlendirildiği şeklinde yaygara koparan komplo teorisyenlerinin yüzünü kızartacak bir yönetim gösterdi ve Euro 2008'in Türkiye ligi olmadığını hatırlattı. (KM/TK)