7 Haziran seçimleri sonuçlandığında ufukta net bir hükümet görünmüyordu. Gün geçtikçe ortaya önce çeşitli seçenekler, sonra da seçeneksizlikler çıktı. Yok edilen her seçenek, tekrar(!) seçimin/seçimlerin önünü aydınlatır oldu.
“Görünen köy kılavuz istemez” diye tarımsal toplumdan kalma bir özdeyiş var. Eğer gideceğin yeri gözünle görüyorsan kılavuza gerek yok, diyen bir özdeyiş. Karşıdan çıplak gözle görülen ve fakat yolu izi olmayan köye gitmek için bir yol göstericiye (kılavuza) gerek olmadığını, görünen köye doğru gidildiğinde er ya da geç o köye ulaşılacağını anlatan bir özdeyiş.
7 Haziran seçimleri iki önemli sonucun doğumuna katkı verdi. Ortaya çıkan sonuçlar -tıpkı görünen köyde olduğu gibi- eninde sonunda, er ya da geç mutlaka ulaşılacak noktaları gösteriyor. Seçimle ortaya çıkan sonuçların,
* İlki; parlamenter sistem yerine başkanlık sistemi dayatmasının reddi,
* İkincisi ise; yasama erkinin yürütme erki hegemonyasından çıkarılarak, erkler ayrılığı uygulamalarına dönme imkanının yaratılmasıydı.
Ama seçimlerin üzerinden 2 ay geçti, ortaya çıkan sonuçların uygulamaya dönüşmesi yerine, siyasete, seçim sonuçlarını tersine döndürülme çabaları egemen oldu. Seçimi yitirmiş tek parti iktidarı ve Erdoğan, seçimle yitirilenlerin geri alınması için (etik / etik olmayan) yapılabilecek her şeyi hassas bir planlamayla adım adım uygulamaya koydu/koyuyor. Ve işte bu süreçte AKP; hükümet kurmama çalışmalarını başarıyla yürütüyor. MHP de; tekrar seçimler için büyük bir özveriyle Erdoğan’a koltuk değneği olma görevini en iyi şekilde yerine getiriyor.
ERKEN seçim, zamanı gelmemiş olmasına karşın meclis kararıyla seçimlerin gününden önceye alınması, TEKRAR seçim ise; sonuçları beğenilmemiş bir seçimin istenilen sonuçları vermesi için yenilenmesi, anlamına geliyor.
Erdoğan “tekrar seçim”i gündeme taşıyıp seçmenlere “yanlış yapıyorsunuz, oyunuzu doğru kullanın” diye diskur geçerken, AKP’nin Anayasa’yı değiştirecek çoğunlukla tek başına iktidara gelmesi ya da en azından tek başına iktidar olması için oy kullanılması gereğini, seçmenlerin kulaklarına küpe olarak mıhlamaya çabalıyor. Ayrıca seçimlerin istenen sonucu vermemesi durumunda da, istenen seçim sonucu alınıncaya kadar seçimlerin tekrarlanması -söylenenin gerisinde- ima da ediliyor.
(Erdoğan, Davutoğlu ve yandaşlarıyla iliştirilmiş gazeteci / araştırmacı / akademisyen ve benzerlerinin dur durak bilmeden süre giden ve tüm iletişim kanallarından her yere yayılan anlatılarıyla) yeni bir sanal dünya çiziyor. Bu dünya; bugüne kadar hep bastırılmış, ezilmiş, mağdur edilmiş Erdoğan, Davutoğlu ve yandaşlarıyla aynı fikir çizgisinde olan kesimlerin, ülkelerini nasıl derinden sevdiklerini ve bu sevgilerini göstermeye neden fırsat bulamadıklarını anlatıyor. Ayrıca, bugün iktidarda olan bu mağdurların iktidara gelinceye kadar hizmet vermek için nasıl kıvrandıklarını ve tüm çabalarına karşılık nasıl eza ve cefalarla karşı karşıya kaldıkları da anlatılıyor kitlelere. Oysa insanlar Osmanlıyı yıkan gafil anlayışın kurduğu Cumhuriyet’te bugün ne varsa, ya Osmanlı’dan kaldığını ya da neredeyse tamamının son 10-15 yılda yapılanlarla oluştuğunu bir anlayabilse(!), oylarını da, hizmeti üretene yani doğru(?) parti ve kişiye verecekler.
Bu arada; kimilerinin fıtratında yerin altında, üstünde iş kazaları sonucu güzel ölmek, kimilerinin fıtratında da ülkeyi, devleti yönetmek olduğunu özgürce(!) söyleyebiliyorlar. Aynen ayakların baş olmaması gerekliliğini, topluluk içindeki kadınların gözlerinin yere bakması ve yüzlerinin kızarması gerekliliğini, dindar gençlik yetiştirilmesi gerekliliğini, evlatların da feda edilebilirliğini söyleyebildikleri gibi. Aynen çoğulcu değil çoğunlukçu, farklı değil tekçi olduklarını söyleyip demokratlıklarını(!) beyan edebildikleri gibi.
7 Haziran seçimlerinden bugüne iki ay geçti. Bu iki aylık süre içinde Erdoğan ve AKP, seçimle kaybettiklerinin bir bölümünü önce seçimsiz, sonra da diğer kayıplarını tekrar seçimle geri kazanma uğraşına girdiler.
Bu uğraşlarında Erdoğan ve AKP’nin başarısız(!) olduğunu söylemek zor. Yasama erkini yürütme erkinin hegemonyasında tutma açısından önem taşıyan TBMM Başkanlığını AKP, MHP’nin katkısıyla yine kendi partisi içinde tuttu. Böylece yasama organı çalışmalarının kendi denetimlerinde yürütülmesi fırsatı kaçırılmamış oldu.
Sıra, bir (gerekiyorsa birden fazla) tekrar seçim yoluyla milletvekillerinin yarıdan çoğunun AKP tarafından kazanılmasının sağlanmasına geldi. Bu aşama çok önemli. Çünkü hem geçmiş, hem de gelecek ancak bu yolla güven altına alınabilir. Açık olan şu ki; AKP ve Erdoğan’ın geleceği iktidara ve iktidarın yapısına bağlı. Eğer AKP iktidarını bir partiyle paylaşmak durumunda kalır veya kaybederse, bugüne değin hesap vermeden yapabildiklerinin hesabını vermek durumuna düşebilecekleri gibi, partilerinin erime sürecine girişiyle de karşı karşıya kalabilirler.
Denebilir ki; demokrasi bir şeffaflık ve hesap verme rejimidir. Kaldı ki, AKP de zaten bu söylenenlere itiraz etmiyor. Ama söyleneni önce, ‘hesap sandıkta verilir. Seçimler şeffaf yapıldığına göre, demokrasi seçimdir’ şekline dönüştürüp, yanıtını da bu totoloji üzerinden üretilen sorularla vermeye yöneliyor.
“Siz seçimli demokrasiye mi karşısınız?”.
Seçimli demokrasiye karşı değilseniz, o durumda karşınıza cevabı verilmiş ikinci ve ardından üçüncü, dördüncü sorular çıkıyor:
Eğer seçimlerden istenen sonuç alınamazsa, yani istikrar çıkmaz ve koalisyon da kurulamazsa, sonuca ulaşılıncaya değin seçimlerin yinelenmesinin neresi yanlış, neresi kötü?
Siz demokrasiden yana değil misiniz?
Ben, benim iktidarım; seçilmiş iktidardır ve yine seçilmiş iktidar olacaktır. Bunu siz -eğer demokratsanız-, kabul etmek durum ve zorunda değil misiniz?
Siz “demokrasi seçimde çoğunluğu almak değil, çoğunluk olmayanların da haklarının savunulması olarak..” diye düşüncenizi ifade etmeye çalıştığınızda,bastırılan, susturulmaya çalışılan, yalanlarla karalanan kişi, grup, parti konumunda buluyorsanız kendinizi, o demokraside ya da demokrasi denen o şeyde bir sorun veya sorunlar var demektir.
7 Haziran’dan bugüne iki ay geçti, ülke, görevini devretmeyi bekleyen hükümetle yönetiliyor. Acaba önümüzdeki günler Türkiye’ye nasıl bir hükümet gömleği giydirecek? Bilmek zor. Ama tüm yanılma olasılıklarına karşın bazı tahminlerde bulunmak mümkün.
İster misiniz ben de aşağıda, yanılma payı yüksek tahminlerle sizi “olur / olmaz”lar havuzuna atayım?
Bence görünen köyde şunlar oldu, oluyor / olacak;
→ Davutoğlu Erdoğan’dan aldığı hükümeti kurma görevini 45 gün, süre bitinceye kadar kullanır,
° CHP’yle ortak hükümet kurma görüşmeleri olumlu giderken birden bire anlaşılamadık bir biçimde CHP, AKP’yle koalisyon kurmaktan vazgeçer ya da vazgeçme durumunda bırakılır,
° Davutoğlu hükümet kuramamanın çaresizliği içinde Erdoğan’la görüşüp çare aramaya devam edeceğini beyan ederek Bahçeli’ye yönelir.
♦ Davutoğlu Bahçeli’yle görüşmeden hükümet kurma işinden vazgeçmek istemez çünkü daha 45 günlük hükümet kurma süresi dolmadığı için tekrar seçimin ilan koşulları da, daha oluşmamıştır.
♦ Davutoğlu eğer 45 gün dolmadan hükümet kurma görevini Erdoğan’a iade edecek olursa, görevin Kılıçdaroğlu’na verilmesi gerekir ki o durumda da Kılıçdaroğlu,
• Dönemsel bir koalisyon ya da seçim hükümeti kurabilir.
Bu da AKP için;
- İktidarı ya da seçim hükümetini kaptırma,
- Seçimlerde Erdoğan’ın örtülü ödenekten ve seçim mitinglerinden yararlanamaması,
- Seçimlerin AKP bürokrasisinin denetimi dışına çıkması anlamına gelecekti.
♦ Davutoğlu 45 günün tamamlanması için kalan süreyi MHP ile tekrar seçim ve çökertilmiş çözüm süreci üzerine pazarlıklar için kullanır;
• Kasım 2015’de yapılacak tekrar seçimli bir azınlık ya da koalisyon hükümeti,
veya,
• 2016’da (belki 2017 de) yapılacak erken (tekrar) seçimli azınlık ya da koalisyon hükümeti,
konusunda anlaşma sağlar.
→ Erdoğan ve Davutoğlu önce tekrar seçimle tek başına iktidara gelme, ardından da (bu kez 2019 için) başkanlık düşlerine yeniden geri dönerler.
Kurgusal da olsa görünen köy işte böyle bir köy. Ama bu köyün sadece görünen kısmı yok. Bir de görünmeyen kısmı var..
Erdoğan’ın gördüğü “düş”ün “tekrar seçim”lere kadar olan kısmı Davutoğlu’nun biatı, Bahçeli’nin tiradıyla belki gerçekleştirilebilir. Ama yapılacak bir tekrar ya da erken seçim 2015 seçimleri kadar eşitsiz olamayacağı gibi, Erdoğan / Davutoğlu / Bahçeli üçlüsünün insan hakları / demokrasi / barış anlayışlarının kitleler önünde belgelendiği bir ortamda yapılacak. Bu da Erdoğan’ın “düş”ünü seraba çevirebilir. (ST/NK)