2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine dört aydan az zaman kaldığı, bu sürenin (Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olabilmesi, Milliyetçi Hareket Partisi'nin meclis dışında kalmaması için) iki ay da olabileceği günlerde siyasi kamuoyu yoklamalarının neyi temsil ettiği ya da etmediği üzerine nitelikli yazılar okumak, insana umut aşılıyor.
Çünkü iliştirilmiş gazetecilerin/ araştırmacıların/ akademisyenlerin /hukukçuların bas bas bağırdığı ve tüm ortamı sarıp, sarmalamaya kalktıkları günlerde ‘bildiği doğruları açıklamak, yazmak, tartışmaya açmak’ -her şey bir tarafa- en azından mesleki ahlâkın (etiğin) ülkede tamamen yok olmadığının göstergesi olması açısında önemli.
Yani ülkemizde hâlâ gerçek gazeteci, araştırmacı, akademisyen ve hukukçular var.
Geçtiğimiz aralık ayının son günlerinde (29 Aralık) Nuriye Ortaylı’nın, YetkinReport’ta “Seçim Anketleri Gerçeği Ne Kadar Temsil Ediyor?” başlıklı yazısı yayımlandı.
19 Ocak’ta da Erol Taymaz’ın “Yeniden Anket Sonuçlarındaki Farklar Üzerine” başlıklı, Ortaylı’nın yazısına istatistiksel açılımlarla katkı veren makalesi yayıma girdi. Bunlar, siyasi kamuoyu yoklamaları üzerine birbirini tamamlayan ve mevcut duruma açıklık getiren iki önemli yazı.
Ortaylı; tüm seçmenleri temsil eden rasgele (randomize) seçilmiş bir örneklem ile yapılan her ideal anketin bir ‘örneklem hatası’ içerdiğine, anket yapılan kişi sayısına bağlı örneklem hata payının oluşacağına ve örneklem küçüldükçe hata payının da artacağına değiniyor yazısında.
Ayrıca yazıda, ankete yanıt verilmemesi nedeniyle seçilen yeni deneklerin araştırmada bir başka hatanın kaynağını oluşturduğu belirtilerek, bir başka önemli noktaya vurgu yapılıyor.
Bu nokta da anket ret oranlarının yüksekliği. Eğer söz konusu oran, belirli düzeyleri aşarsa, rastlantısal örneklem tekniklerine uygun seçilmiş örneklemin seçmen kitlesini temsil niteliği etkilenecek ve araştırma sonuçlarının geçerliliği ve güvenirliliği kalmayacaktır.
Erol Taymaz 2023 parlamento seçimlerine ilişkin 35 şirketin 2022 ve 2023’de yaptıkları 198 araştırmaya ilişkin sonuçları teste tabi tutarak partilerin oy oranlarını, ortaya çıkan genel ortalamalardan farklarına göre her parti için oluşan sapma düzeyleri açısından irdeleyerek ulaştığı bulguları “Yeniden Anket Sonuçlarındaki Farklar Üzerine” başlığıyla YetkinReport’ta 19 Ocak’ta yayımladı.
Taymaz, “özetlersek, regresyon analizi sonuçları anket firmalarının arasında sistematik farklar olduğunu gösteriyor” diyerek, firmalar (araştırma kuruluşları) ve partiler ölçeğinde ortaya çıkan sonuçları sergiliyor bu yazısında. Ve ortaya çıkan sonuçlar araştırma kuruluşlarının aşağıdaki gibi gruplanmasına kaynaklık ediyor.
İlk gruplama, partilerin oy oranlarını sistematik olarak söz konusu partinin ortalama oy oranının üstünde ölçen firmalar sıralamasını veriyor. Bu sıralama şöyle;
*AKP’yi; Areda, Optimar, ASAL, Metropol,
*MHP’yi; Areda, Optimar, ASAL, Piar,
*CHP’yi; Avrasya, Yöneylem, Aksoy,
*İYİ Parti’yi; ORC, ALF,
*HDP’yi; Metropol, Artıbir ortalamalardan yüksek ölçüyor.
İkinci gruplama ise, yukarıdaki ölçümün tersine partilerin oy oranlarını sistematik olarak partinin oy oranı ortalamasından düşük ölçen firmalar sıralamasını gösteriyor. O sıralama da şöyle;
*AKP’yi; ALF, Avrasya, ORC, Artıbir, Aksoy,
*MHP’yi; Avrasya, Artıbir, Yöneylem,
*CHP’yi; Areda, ORC, Metropol, ASAL,
*İYİ Parti’yi; Optimar, Areda, Piar, ASAL,
*HDP’yi; ORC, MAK, ALF.
Ortaylı ve Taymaz’ın siyasi kamuoyu yoklamalarıyla ilişkili olarak ortaya koydukları olgular bizi, üzerinde durmamız ve düşünmemiz gereken iki önemli noktaya götürüyor.
İlk nokta: Siyasi kamuoyu araştırmaları örneklem planlarının, tüm seçmenlerin örneğe çıkma olasılıklarının eşit olduğu ve rastlantısal denek seçimlerinde bu kurala uyulması gereğinin yerine getirilip/getirilmediğinin ve bu kurala uyuluyorsa nasıl uyulduğunun bilinmesi.
İkinci nokta: Tüm seçmenleri temsil eden seçmenler içinden eşit şansla seçilmiş deneklerin ankete yanıt verme ve ret oranlarının açıklanması ve bu oranların kabul edilebilir sınırların ötesine geçmemiş olması.
Eğer yapılan herhangi bir siyasi kamuoyu yoklamasında bu iki kurala uyulmuyorsa (ki araştırmalarda olasılığa dayalı örneklem modelleri ve denek seçim sistematikleriyle, veri derleme aşamasındaki denek ret oranları bilinmiyor ve açıklanmıyorsa) o araştırmalar için hata payından söz edilemez. Bunun da anlamı, o araştırmaların bulgu olarak sunduğu oy oranlarının kitleyi temsil niteliğine sahip olmadığıdır.
Yukarıdaki iki temel kurala uyulmadan derlenen verilerden elde edilen sonuçlar olsa olsa bize, seçmen kitlesi yönelişlerine ilişkin bazı ipuçları verebilir.
Bu ipuçlarının da dayanağı; araştırma kuruluşlarının (firmaların) yaptıkları araştırmalarda aynı yaklaşım ve uygulama sistematiğini kullanmaları nedeniyle, farklı araştırma kitleleri açısından ortaya çıkan eğilimlerin değişik araştırmalarla karşılaştırılmasından ortaya çıkan ya da çıkabilecek olan çakışma-çelişme düzey ve biçimleridir.
Eğer çeşitli firmaların kamuoyu araştırmalarınca sergilenen (son iki-üç yıllık dönemdeki) sonuçlara yukarıda değinilen açılardan bakılacak olursa, partilerin oy kayıp ve kazançlarına ilişkin kimi eğilimlerden söz etmek mümkün olabilir. Bu eğilimler, içinde bulunulan ortamda beş madde olarak özetlenebilir:
İlki; AKP ve MHP’nin 2018 seçimlerinden bu yana önemli bir oy kaybı sürecinde olduğu,
İkincisi; CHP’nin önemli oy sıçraması yapan bir parti konumuna gelmediği/gelemediği,
Üçüncüsü; İYİ Parti’nin oy kazanım sürecinde olup, üçüncü parti olma yönünde geliştiği,
Dördüncüsü; HDP’nin varlığını pekiştiren ve baraj sorunu olmayan partilerden biri olduğu,
Beşincisi; 2018 sonrası kurulan partilerin az da olsa oy kazanım sürecine girdikleri.
Ancak bu sonuçların hiç birisi için mevcut kamuoyu yoklamalarından hareketle bir oy oranı vermek, oy oranından söz etmek mümkün değil. Dolayısıyla sözü edilen eğilim salt bir yönseme. Kaba bir öngörü.
Kaldı ki bu yönsemeleri insanlar -belirli biçimlerde- çevrelerine bakarak da edinebiliyorlar. Burada ise olan, çevrenin biraz daha genişlemesi. Oysa, şimdiye değin çoğumuzun tüm seçmenleri temsil etmeyen siyasi kamuoyu yoklamalarının ve de bilimsel gereklerine uygun yapılmayan (ya da hızı gereği yapılamayan) araştırmaların seçim sonuçlarına ilişkin geçerli - güvenilir bulgular üretmesinin mümkün olmadığını, olamayacağını anlamış, öğrenmiş olmamız gerekiyordu.
Olmadı. Öğrenemedik kamuoyu yoklama ve araştırmalarının gerçeği yansıtmayabileceğini, manipülasyon aracı olarak kullanılabileceğini. Özellikle de araştırmanın modelleme, yapılış biçim ve uygulamalarına ilişkin bilgilerin açık ve net ilan edilmeyen “anketlerin” bu ve benzeri amaçlara uygunluğunu.
Ama bu konulara açıklık getiren, sapmalara ilişkin örnekler sunan yazıların az ve yavaş yavaş da olsa artmaya başlaması, bu konuların gündeme geliyor olması açısından sevindirici bir gelişme.
Onun için de Ortaylı’nın ve Taymaz’ın bu alandaki yazıları çok önemli. Bu yazıları; kamuoyu araştırmalarını haberleştiren gazeteci ve yayıncılar; kendilerine kamuoyu araştırmacısı, uzmanı ve/ya da iletişimcisi diyenler; siyasal örgütlerin tüm kademelerinde görev üstlenen siyasetçiler, dikkatle okumalı ve üzerinde düşünmeliler.
Okumalı ve üzerinde düşünmeliler ki hem araştırmacılardan hesap sorabilsinler hem de yarınlarda kendilerini aldatılmış kişi ya da kurum konumunda bulmasınlar, hesap verebilir ve/ya da hesap sorabilir olsunlar. (ST/APK)