Çağdaş Amerikalı düşünür Judith Butler birkaç hafta önce Kaos GL'nin 5. Kez düzenlediği Homofobi Karşıtı Buluşma için Ankara'ya geldi ve "Queer Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset" başlıklı bir konuşma yaptı. Butler bu konuşmasının özünü "queer siyaset, anti-militarist bir hareketin parçası olacaksa eğer, hangi şekle bürünmelidir?" sorusunun oluşturduğunu belirtti. Bu soruyu detaylandırdığımızda bazı başka soruları da kapsadığı anlaşılıyor. Butler bu sorulardan bazılarını şöyle sıralıyor: "Savaş hayatın kalıcı bir parçası olarak görünürken ve çeşitli nüfuslar, korunmasızlık devletlerinde refahtan yoksun geçindirilirlerken, queer siyasetin küresel bağlamdaki ağırlığı ve önemine dair ne düşünüyoruz?" "Aynı zamanda ırkçılık karşıtı olmayan bir queer siyaset mümkün müdür?" "Savaş karşıtı queer siyaset tam olarak neye benzer ve "queer" fikrini, bir kimlik terimi değil, bir yoldaşlık modeli olarak korumanın önemi nedir?" Buna bağlı olarak düşünülebilecek bir diğer soru da şu: "Birlikte ve adına mücadele ettiklerimiz, bizim fikirlerimizle her zaman hemfikir olmadıklarında, göçmen-karşıtı siyasetler ve ulusalcılığın yeni formları ile mücadele etme yoldaşlığına hangimiz nasıl gireceğiz?"
Queer? Ne de tuhaf şey bu...
Anlaşıldığı kadarı ile Butler için 'queer' kimlik için bir terim değil, bir bağlantılı olma durumu. 'Queer'in terim olarak önemi, toplumsal cinsiyetleri ve cinsellikleri ne olursa olsun herkesi homofobi ile kavgaları adına bir araya getirebilmesi. "Queer"in en güçlü manası her türlü insanın bu amaç için bir araya gelmesi ve kimlikleştirmeyen bir ittifakı betimlemesi.1 Homofobik tavır zorunlu heteroseksüellik üzerinde temellenir. Butler Türkçe'ye Cinsiyet Belası2 olarak çevrilen kitabında, toplumu hâkimiyeti altına almış olan zorunlu heteroseksüelliğin biyolojik cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsel arzuyu nasıl kurup şekillendirdiğini çarpıcı bir biçimde göstermiş ve kadını toplumsal cinsiyet kategorisi cinsinden tanımlayan feminizmi bu bağlamda eleştirerek, kimlik, temsil ve özne kavramlarının tanımlayıcı ve birleştirici değil, ayrımcı ve dışlayıcı karakterlerine dikkati çekmiştir. Butler'a göre toplumsal cinsiyet üzerinden feminist politika yapmak birçok bakımdan sakıncalı ve sorunludur. Bu sorunlardan bir tanesi biyolojik cinsiyet, beden ve cinsel arzunun heteroseksist bir çerçeveye tabi kılınarak, toplumsal cinsiyetin bir baskı mekanizması olarak işlemeye başlamasıdır. Beauvoir "kadın doğulmaz, kadın olunur" diyerek biyolojik cinsiyeti, dişil bedenin olgulara dayanan yönleri şeklinde tanımlayıp, toplumsal cinsiyetin ise bu bedenin üstlendiği kültürel anlamlar ve formlar olduklarını öne sürerek feministlerin toplumsal cinsiyet kavramı üzerinde yoğunlaşmalarına yol vermiştir. Bu anlayıştan beslenen bir çeşit feminizm kadınların ezilmesine ve sömürülmesine karşı çıkmak adına toplumsal cinsiyetin kurgusal olduğu önermesini kullanarak kadınlar için çok önemli somut kazanımlar elde etmiş ve hala da etmektedir. Butler bu çabanın gerekli olduğunu asla yadsımaz. Fakat eşitsizlikleri tanımlamak için başvurduğumuz bu kategorileri eleştirmek gerekliliğinin göz ardı edilmemesi gerektiğini de dikkat çeker. Heteroseksist bir kurguyu besleyen bu kategoriler, kendilerini bu kurgulanmış kadın ve erkek kategorilerinin dışında tanımlayan ya da tanımlama arzusu duyan kişileri dışlar ve yok sayar. Butler'a göre cinsiyet, kadınlık, erkeklik, cinsel arzu ve cinsel yönelim hakkında sürekli varsayımlarda bulunuruz. Homofobi de bu anlayıştan beslenir esasında. Butler cinsiyeti hala toplumsal yorumlanışından ve kültürden kopup olarak değerlendirmeye devam ederek bu varsayımların sorgulan(a)mamasına hizmet edip onları yeniden ürettiğimizi söyler.
Önce bir tâbi ol bakalım!
Butler'a göre, anlamlı bir sosyal varoluşun, içine doğulan toplumsal cinsiyet bağlamlarının dışında düşünülmesi mümkün değil. Eğer varoluş zaten (ve her zaman) toplumsal cinsiyetlendirilmiş varoluşsa kabul görmüş toplumsal cinsiyetin dışında olmak, bir anlamda, kişinin varoluşunun da sorgulanmasına yol açar. Sadece bu gerçekliğin devamının sağlamakla kalmayıp, onun sürekliliğinden de beslenen ve bu yolla etkisinin sürmesini güvence altına alan baskı sistemleri "doğal olan" söylemini kullanarak kurgusallığın üzerini örterler. Butler Fransız düşünür Michel Foucault'yu kendine düşünmeyi öğreten kişi olarak tanımlıyor. Her fikrine katılmasa da "o olmasaydı ben de olmazdım" dedirtecek kadar önemli Foucault Butler için. Sanırım Butler'a kimliği, özneyi, cinselliği, cinsiyeti ve bedeni kültürden ve toplumsal yorumlanışlarından kopuk olarak değerlendiremeyeceğimizi aklımızda tutmak ve karşı koyma/direnme stratejilerini belirlerken bunu hep göz önünde bulundurmak gerektiğini öğretenin Foucault olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
Butler, baskı sistemlerinin tabiyet üzerine kurulu yapısını inceleyen eserler veren Foucault'ya katılarak cinsiyet ayrımının 'cinsiyetin' iki terimli olduğu bir kültürel bağlam içinde mümkün olduğunu söyler. Anatomik fark ayrımcılığı, bu farkın kültürel yorumundan önce gelmez. Nitekim bu ayrımcılığın kendisi normatif zanlarla yüklü bir yorumdur.3 Butler'a göre Foucault doğal cinsiyet kavramına karşı çıkmakla kalmamış, aynı zamanda zorunlu ve ikiliğe dayalı bir toplumsal cinsiyet sistemi kurmak adına biyolojik farklılıkların politik amaçla kullanıldığını da ifşa etmiştir. Düşünürün görüşüne göre biyolojik cinsiyet kategorisi, cinsler arası ikili bir karşıtlığı varsayan geniş anlamlı iktidar modeline aittir. İktidar sistemleri, temsil edecekleri özneleri önce üretir; sonra temsil ederler. Tanımanın sınırları da, Foucault'nun açıkladığı gibi iktidarın tanınma için belirlediği ölçütlere göre çizilir. Yasal düzen "sadece temsil ettiğini" iddia ettiği şeyi aynı zamanda ve kaçınılmaz olarak üretir. Foucault'ya göre "yasal özne," gücün yasal ölçütleri tarafından, yasaklama, sınırlama, kontrol gibi yollarla üretilir, bu yolla "tâbi" kılınır ve bu gerekliliklere göre tesis edilirler. "Özne" olarak tanınmak için önce "tâbi olmak" gerekir. İnsan olarak varoluşumuzun toplumsal cinsiyetlendirilmiş bir varoluş olduğuna göre "toplumsal cinsiyet birey konumuzun ayrılmaz bir belirleyicisidir" demek de yanlış olmaz. Bu anlamda, her kültürün ve toplumun normatif olarak kabul ettiği ve tâbi olunduğu oranda tanınmışlık elde edilinilen kuralları içinde, toplumsal cinsiyeti tanımlayan kurallar da yer alır.
Benim yasımı tutar mısın?
Konuşmasının başlık ve içeriğine dönersek, "queer" teriminin Butler'ın deyimi ile "gezinen bir terim" olduğu sözü üzerinden devam etmek lazım. Birçok bağlamda işe yarayan bir terim "queer." Queer mantığı normların sürekli saptırılması fikrini içeriyor. Yukarda da dediğimiz gibi queer bir kimlik değil. Bir anlamda kimliğin imkansızlığı. Her tür kimliğin yoldan çıkarılıp, saptırılması, ezberi bozacak şekilde "tuhaflaştırılması." Bu yolla kimliğin-her tür normatif kimliğin-kurucu olduğu kadar baskıcı ve dışlayıcı gücünü etkisiz hale getirmek. Şiddetin yeniden üretilmesine karşı çıkmak ve değişim için "tuhaf," ezber bozan, normun dışında olduğu için "anlaşılamayan"4 saptırmalara başvurmak. İdeolojilerin dayattığı sabit fikirler çeşitli kimliklerin farklı biçimlerde dışlanmalarına, ötekileştirilmelerine ve hatta "yası tutulmaya değmez" şeylere indirgenmelerine sebep oluyor. Queer'i homofobi karşıtı tavırdan çıkarak çok geniş bir anlam kazanması da tam bu dışlanan kimliklerin kesiştiği noktada cereyan ediyor. Kamusal alanı dönüştürmek ve kapsayıcı bir demokrasi tesis etmek istiyorsak "queer anarşiyi" çok geniş anlamlı bir yoldaşlık yolunda kullanmamız gerektiğini düşünüyor Butler. Konuşmasının sonunda sorulara geçildiği zaman, Butler vicdani redciler hakkında sorulan bir soru üzerine, heyecanlı, muzip ve kışkırtıcı bir tonda şöyle dedi: "Özgürlük mücadelesi tek bir şey için, tek bir kişi için ya da tek bir amaç uğruna yapılmaz. Hiçbir zaman görmediğimiz ve bilmediğimiz insanlarla siyaset yapabilmeliyiz. Bütün olanakları, koşulları zorlayın, uluslar arası koşullar da sizi destekleyecektir. Gerekirse hapse girin, hapishanede okuyacak birçok şey bulursunuz."
Neticede, Butler'a göre siyaseti insanların ortak kırılganlıkları, yaralanabilirlikleri ve yas üzerine temellendirmeliyiz. Kırılgan Hayat'ta şöyle der Butler: "Siyasi yaşamın belli bir boyutunu dikkate almayı öneriyorum. Sözünü ettiğim boyut şiddete açık olmamız ve şiddetteki payımızla, kayıplar karşısındaki yaralanabilirliğimiz ve ardından gelen yas tutma göreviyle ve cemaat oluşturmanın temelini bu şartlarda bulmakla ilgilidir... Öyleyse insan meselesiyle başlayıp, insan meselesi ile bitirmeyi önermem (sanki başka bir şeyle başlayabilir ve bitirebilirmişiz gibi!) sizi muhtemelen şaşırtmayacaktır. Buradan başlamamızın sebebi evrensel olarak paylaşılan bir insanlık durumunun olması değil-elbette henüz böyle bir şey yok...[Ama] tarihlerimiz ve bulunduğumuz yerler arasındaki farklara rağmen, birisini yitirmenin ne demek olduğuna dair bir fikri olanlarımızı kapsayacak bir 'biz'den bahsetmek sanırım mümkün... Birbirimiz tarafından çözülürüz. Ve eğer çözülmüyorsak bir şey eksik demektir."5 Bu sözlerinden de anlaşıldığı üzere kimi hayatları diğerlerinden daha çok yası tutulabilir olarak belirleyen ve dayatan koşulların eleştirilebilmesi ve bu duruma karşı çıkılabilmesi için başkalarının acıları ile özdeşleyim kurmamız ve bütün kimlik aidiyetlerindekilerin yasını tutabilme noktasına gelmemiz lazım. Bu konuda hepimize iş düşüyor. Bu hepimiz iliglendiriyor. Hepimiz "ötekiyiz." Fikirleri bize uysa da uymasa da yaşam her zaman başkalarıyla "birlikte" yaşam. Böyle düşünüyor Butler. Ağzımızdan düşürmediğimiz ama ikiyüzlülüğümüzü sürekli suratımıza çarpan "demokrasi" böyle bir şey. Söz konusu yoldaşlık için hangi bedenin "beden sayılıp" hangisinin değersiz bir "şey" olarak görüleceğini6, kimin ölümünün yasının tutulabileceğini belirleyen, ötekileştiren, ezen, dışlayıcı, baskıcı normların üretimine ve yeniden üretimine hep birlikte "hayır" deme vaktidir. Vakit "yıkıcı politika"7 vaktidir. Normların yeniden üretimine direnme, karşı çıkma ve ezberi/tekrarı bozma vaktidir. Butler hepimizi bu yola baş koymaya davet ediyor. (HD/EK)
________________________________________________
[1] Butler'ın LGBT Kültür/Yaşam Dergisi'ne verdiği şöyleşiden.
[2] Gender Trouble (1986)
[3] Gender Trouble (1986).
[4] Butler'ın "intelligible identity" deyiminin tersi anlamında.
[5] Kırılgan Hayat (2005), 35-36 ve 39.
[6] Butler Bodies that Matter (1993) kitabında bu konuları da inceler.
[7] Butler'ın deyimi ile "subversive politics."