ABD’li düşünür Judith Butler’ın 6 Şubat’ta The Guardian’a yazdığı ve Şubat 2025 bianet stajyerlerinden Beyza Gündüz’ün çevirdiği bu makale, Donald Trump’ın otoriter yönetim anlayışını ve onun etrafında şekillenen “politik sadizmini” ele alarak, kararnamelerinin ve söylemlerinin birbirine nasıl bağlı olduğunu inceliyor.
Butler’a göre, Trump’ın her gün gündeme getirdiği dehşet verici kararlar sadece birer yönetim hamlesi değil, aynı zamanda gücünü pekiştirme ve sadist bir siyaset anlayışını benimsetme stratejisinin parçaları. Medyanın ve kamuoyunun sürekli yeni skandallara odaklanması, asıl büyük resmin gözden kaçmasına neden olurken Butler, bu yazısında, Trump’ın politikalarının ardındaki faşist tutkuları ve demokratik değerleri nasıl aşındırdığını detaylı bir şekilde analiz ediyor.
Hakların sistematik şekilde ortadan kaldırılması
Donald Trump, her geçen gün kamuoyunu şaşkına çeviren otoriter icraatlarını açıklarken, bu kararların ağırlığıyla ezilmek, üzülmek yerine yaşananların nedenselliğini incelemek her zamankinden daha mühim hale geliyor.
Bir hafta önce yayımlanan kararnamelerde çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) programlarının ve "toplumsal cinsiyet ideolojisinin" federal fon alan tüm programlardan tasfiye edilmesi, yeni ve daha radikal duyuruların gölgesinde kaldı.
Uluslararası öğrencilerin protestolara katılması halinde sınır dışı edilme tehdidi, Panama ve Grönland üzerindeki emperyal tasarılar, Filistinlilerin Gazze'den zorla çıkarılmasına yönelik projeler hızla gündeme geliyor.
Bu duyurular, yalnızca belirli politikaları hayata geçirme amacı taşımıyor; aynı zamanda Trump'ın yetkisinin sınırlarını test eden bir güç gösterisi niteliği taşıyor. Yargı süreci yürütme emirlerini durdurabilir; ancak göçmenlerin sınır dışı edilmeye başlanması ve Guantánamo'daki korkutucu kampların yeniden açılması gibi fiili uygulamalar, otoriterleşme sürecinin yalnızca hukuki mücadelelerle durdurulamayacağını gösteriyor.
Otoriterliği normalleştirme mekanizması: Güç gösterisi
Otoriter gücün tahakkümü, yalnızca yasal düzenlemelerle değil, aynı zamanda halkın bu güce inanmasıyla mümkün olur. Trump’ın açıklamaları bazen kamuoyunun tepkisini ölçmeye yönelik bir strateji işlevindeyken, kimi zaman da duyurunun kendisi siyasi bir başarı olarak takdim ediliyor.
Hukukun sınırlarından çıkmak, bir yetki ihlali olmaktan ziyade bir iktidar gösterisine dönüşüyor. Bu bağlamda, Trump politik bir figür olmaktan çıkıp "her şeye muktedir süper bir güç” kültüne dönüşüyor. Bu söylem, yalnızca kendi destekçileri tarafından değil, medyanın hegemonyasıyla kitlelere sunuluyor. Hukuk ihlallerini ifşa etmek ve çelişkileri ortaya koymak artık etkili bir muhalefet stratejisi olmaktan çıktı. Çünkü Trump ve destekçileri için ahlâki tutarsızlık bir sorun teşkil etmiyor; aksine, tam da bu tutarsızlık ve kuralsızlık bir "özgürlük" biçimi olarak kutlanıyor.
İfade özgürlüğü kılıfında nefret dili güzellemeleri
Trump yönetimi ifade özgürlüğünü, toplumsal eşitliği baltalamakta kullanılıyor. Toplumsal cinsiyetin gidişatını sorgulayan her türlü akademik ve hukuki çaba "tehdit" damgası yiyor.
Trans, interseks ve non-binary’lerin hakları, sadece yasal düzlemde değil, aynı zamanda sembolik olarak da yok sayılıyor. ABD Yüksek Mahkemesi bile translara yönelik ayrımcılığın cinsiyet temelli ayrımcılık olduğuna hükmetmesine rağmen (Bostock v. Clayton, 2020) Trump'ın siyasal ajandası, hukuki kazanımları tersine çevirerek, ayrımcılığı devlet eliyle kurumsallaştırmaya çalışıyor.
Göçmenlerin sınır dışı edilmesi ve hukuki güvencelerinin ellerinden alınması ise yalnızca belirli etnik grupları hedef almakla kalmıyor, aynı zamanda doğuştan vatandaşlık hakkı gibi anayasal hakların kendisini de zedeliyor.
"Faşist arzular: Şiddeti ve ayrımcılığı kutsayan bir yönetim"
Bu otoriterleşme süreci, yalnızca hukuki mekanizmaların dışına çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda kolektif bir tepki yaratmayı da hedefliyor. Hukukçu Raphael Lemkin’in tanımladığı şekilde, soykırım yalnızca fiziksel imha değil, aynı zamanda bir ulusun temel yaşam koşullarını ortadan kaldırmayı da içerir. Çocukların zorla yerinden edilmesi, 1948 Soykırım Sözleşmesi kapsamında suç olarak tanımlanmıştır. Trump’ın uygulamalarının tamamı soykırım kategorisine girmese de, birçok adımı faşizan arzuları açığa çıkarıyor.
Bu süreçte, toplumun bir kesimi bu baskıcı ve dışlayıcı politikaları bir "özgürlük" olarak benimserken, diğer kesim de sürekli bir çaresizlik içinde paralize oluyor. Oysa bu çaresizlik ve bunalma duygusu, otoriter liderlerin lehine işleyen bir mekanizma haline gelebilir. Çünkü bu duygu, yapısal çözüm üretmek yerine bizi ancak atalete sürükler.
Kapsayıcı bir demokrasi mümkün mü?
Otoriterliğin yükselişi, yalnızca politikalarla değil, ona karşı geliştirilecek toplumsal duruşla da şekillenecektir. Bu nedenle, şu sorular üzerine düşünmek gerekir:
- Özgürlük, gerçekten şiddeti ve ayrımcılığı meşrulaştıran bir siyasal düzen mi gerektirir, yoksa herkes için eşit haklar temelinde tanımlanabilir mi?
- Demokrasi, yalnızca hukuki metinlerle mi korunur, yoksa kolektif bir mücadeleyi de gerektirir mi?
- Toplumsal cinsiyet, vatandaşlık ve insan haklarına yönelik saldırılar nasıl engellenebilir?
Şayet toplumsal muhalefet, sadece Trump'ın açıklamalarına tepki vermekle yetinir ve olayların nedenselliğini gözden kaçırırsa, otoriterliğin yükselişi kaçınılmaz olabilir. Oysa, bu tür bir yönetim anlayışına karşı geliştirilecek bir direniş, yalnızca savunmacı bir pozisyon almak yerine, daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir siyasal tahayyülü inşa etmeye odaklanmalıdır.
Yalnızca öfkelenmek değil, direnmek için yeni yollar üretmek gerekir. Haklarımızın yalnızca hukuki metinlerde değil, toplumsal pratiklerde de korunmasını sağlamak için yeni stratejiler geliştirmeliyiz. Ancak bu şekilde, bireylerin ve toplulukların varoluşlarını tehdit eden otoriter politikalar karşısında kalıcı bir direniş oluşturabiliriz.
Judith Butler kimdir?
Felsefeci, feminizm ve kuir kuram teorisyeni.
ABD’li postyapısalcı düşünür, toplumsal cinsiyetin biyolojik değil, toplumsal olarak inşa edildiğini savunur.
Cinsiyet Belası (1990) adlı eseriyle "toplumsal cinsiyet performativitesi" kavramını ortaya atmış, feminist teori ve kuir kurama büyük katkı sağlamıştır. Michel Foucault ve Jacques Derrida gibi düşünürlerden etkilenmiştir. (BG/TY)