"Önümüzdeki çağa "imparatorluk" çağı diyoruz; çünkü öncelikle nasıl Roma İmparatorluğu Roma Cumhuriyeti'nin ardından gelmişse, bu çağ da ulus devlet çağından sonra gelecektir." (i)
"Şebekeler biçimindeki yapılar, türetme olanaklarını çoğaltsalar da aynı zamanda olabilecek saldırı noktalarını da çoğaltacaklardır." (ii)
New York ve Washington kentlerinde gerçekleşen bir terör eyleminin önce bütün ABD'ye, ardından da bütün İmparatorluğa yapılmış bir saldırı olarak gösterilmesi, İmparatorluğun merkezinin şehirler şehri New York ile başkentler başkenti Washington'da olduğunu netleştirdi. Bu tek bir ülkenin iki kentinde ve üç kritik binaya yönelen saldırının bütün 'uygar dünya'ya, 'hür dünya'ya yapılmış bir saldırı olarak gösterilmesi ve hemen NATO gibi üst düzey ortaklıklar aracılığıyla seferber olunması - konsül toplanıyor! - İmparatorluk analizlerine belki de yeni bir sayfa açmamızı gerektiriyor. İmparatorluk karşıtı çokluk'un (multitude) bir merkezi yoktur ama, merkezsizleşmeyi kullanan İmparatorluk oluşurken kendi merkezini de, başkentini de oluşturuyor.
Küresel seferberlik potansiyeli
'Yeni-Roma', ABD'den başka bir yerde bulunamaz, başka hiçbir dünya kentine düzenlenecek bir saldırı aynı küresel seferberliği doğurma potansiyelini yakalayamazdı.
Biz de belleklerimizi tazeleyebiliriz. Felaket etkisi nedeniyle Türkiye'de sık sık 17 Ağustos 1999 depremiyle Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon binalarına son saldırının karşılaştırıldığını görmek mümkün. Türkiye de İmparatorluğa bağlı bir birim, bir önceki yıl Adana'da gerçekleşen bir deprem lokal bir deprem, bir 'Adana depremi' sayılırken, İstanbul'u kısmen de olsa vuran, İstanbul'a yaklaşan, İstanbul'u kuşatan bir deprem bir 'Türkiye depremi' sayılıyor.
Hiyerarşi halkaları kuşku götürmeyecek şekilde piramidal bir yapıya sahip. Dolayısıyla bir Türkiye depremi dahi Türkiye'nin bayraklarını yarıya indirmesi için yeterli olamazken, imparatorluk başkentinde yaşanan bir felaket, Türkiye'nin bayraklarını yarıya indirmesiyle sonuçlanabiliyor.(iii)
Ayrıca olayın hemen ardından CNN tarafından kullanılan "America under attack" (Amerika saldırı altında) ifadesi de Dünya Ticaret Merkezi binalarının dünya sermaye ve finans merkezleri, Pentagon'un ise Amerika'nın militarizm merkezi olduğu gerçeğini manipüle etti. ABD'nin daha önce dünyanın başka kentlerinde yaptığı bombalamalarda olduğu gibi sokaklar, ilaç fabrikaları ve tüm sivil yerleşimleriyle kentler vurulmamıştı. Daha bu ifadelerin kullanıldığı andan itibaren bir sistem refleksi devreye girdi ve İmparatorluk, kendi yönetim birimlerinin bütün ülkeyi temsil ettiği iddiasını mutlaklaştırdı.
Çarpışma ve Kötü Ruhun yeniden doğuşu
"Gökdelen formu etik, güzel ya da kalıcı değildir. Ticari bir sömürü ya da saf bir doğru olmasa da elverişli bir çaredir. Ticari başarıdan başka bir yüksek birlik ideali yoktur." (iv)
Eylem faillerinin eylemde ölmesi ve bu nedenle kalabalık bir grup olmalarına rağmen, yakalanamamaları ve ayrıca eylemi kimsenin üstlenmemesi eylemi gövdesiz bıraktı. Bunun ardından ABD yönetimi, düşmanını aramaya, kötülüğü cisimleştirmeye yönelmek durumunda kaldı.
ABD'nin terör sonrası düşmanını arama süreci son derece akılcı bir biçimde adım adım ilerledi ve kısa zamanda havada asılı duran suçlama gövdesini buldu, cisimleşti. Bu 'kötü ruh' Osame bin Laden ve Taleban'da enkarne oldu. Fakat bu Usame bin Laden ve Taleban'ın ilk cisimleşmeleri değildi. Bu yapı, dönemin ABD yönetiminin deyimiyle "özgürlük savaşçıları" ("freedom fighters"), daha önce Soğuk Savaş yıllarında SSCB Afganistan'ına karşı yine ABD tarafından yaratılmıştı. O zamanlar başkasının, düşmanın cehennemi olan bu yapı, zamanla bumerang gibi geri dönerek yaratıcısının cehennemi oldu. Kendisini fırlatana saplandı. Bu etnodinsel-Frankenstein'ın ikinci kez yaratılışı sahibinin cehennemi olduğu anda gerçekleşti.
Basit ve birbirine benzeyen öğelerden oluşan ve kapalı bir ortamda yaşayan gövdeler, virüslerini kendileri üretiyor. Doğayı ve insan doğasını basitleştirmede ve tek bir dünya imparatorluğu kurmada başarılı olan kapitalist sistem, kendi virüsünü kendi yaratıyor. Şimdi sistemin bir yazılımı; ana gövdenin virüsü gibi işlev görerek sistemi çökertmeye çalışıyor. Saldırıda kullanılan araçlar da yine sistemin başka yazılımları. İnsan ve yük taşımacılığında kullanılan uçaklar, birden bir füze işlevini yüklenerek kapitalizmin ikonları olarak nitelenen kuleleri vuruyor. Bir iç patlama. Bir yazılım hatası. Çarpışma.
ABD ile bin Laden-Taleban ilişkisinin bu boyutu, Türkiye'de sözkonusu edildiğinde, Türkiye-Hizbullah ilişkisinin de karşılaştırmalı olarak anılmaması, bir eksiklik yaratacaktır.
Söylemler
"İmparatorluk çağı dağınık ve sürekli bir şiddetin çağıdır. Savunacak bir ülke toprağı ya da hudut olmayacak, sadece korunması gereken bir düzen ve işleme biçimleri olacak." (v)
Amerikan resmi söylemi, durup dururken özgür dünyalarına terörist saldırılar yapıldığının propagandasını yaptılar, bu saldırıyı bir milat gibi gösterdiler. Yani kavgayı 'onlar', 'ötekiler' başlatmıştı , hem de alçakça. Şimdi de ABD cevap verecekti...
Amerika'nın ve Batı dünyasının bağımsız yazarları ise terör eylemini kınadılar ve hayatını kaybedenler için üzüntülerini belirttiler. Fakat hemen ardından bu saldırının milat olmadığını, çok önce başlamış bir kavganın bir aşaması olduğunu söylediler. Geçmiş emperyalist pratiklerle ilişkisinin altını çizdiler. ABD'nin suçlarla ve kıyımlarla dolu tarihinden örnekler verdiler. Bu eylemlere kalkışanları anlamaya çalışmak ve neden böyle bir öfkenin doğduğunu incelemek gerektiğini vurguladılar.
Türkiye gazetelerinde de bu metinlerin çevirileri peşpeşe yayımlandı. Ancak aynı anlayışlılığın Türkiye'de yaşanan terör eylemlerinden sonra yapılan yorumlarda gözardı edildiği de geçmişte görülmüştü. Burada yine onların teröristleri bizim teröristlerimiz noktasına, terör tanımının değişkenliğine geliyoruz. "ABD ne yaptı da bu terör doğdu?" sorusu gündeme gelebilirken "Biz ne yaptık da bu terör doğdu?" sorusu istenmeyen sorudur her zaman . "Türkiye Güneydoğuda nasıl bir politika uyguladı bugüne dek?" ya da "Türkiye cezaevlerinde nasıl bir politika uyguladı?" benzeri sorular popüler sorular değildir.
Tepkiler ve anlattıkları...
"...şiddeti dış gettolara hapsettiğimiz ve "güvenlik bölgeleri" yarattığımız yanılgısını sürdüreceğiz; alışverişin küreselleşmesi, halkın hareketleri, kirlenmenin yaygınlaşması, olası kitle kıyım silahlarının yaygınlaşması, sonuç olarak imparatorluk dünyasının mantığına, yani hudutları ve tek boyutlu kimliği olmayan bu dünyanın mantığına ters bir ayrılma denemesi başarısızlığa uğrayacaktır. Geleceğin savaşları, cephelerin bulunmayacağı savaşlar olacaktır." (vi)
Eylemin hemen ardından ekranlara, sevinçle danseden, sokakta kutlama yapan Filistinlilerin ve Irak televizyonunun yayına girdiği oyun havalarının görüntüleri geldi. (Filistin'deki görüntünün şüpheliliğine dikkat çekmek gerekir. Güvenilir olmayan bu görüntü başka bir zamanda başka bir vesileyle kaydedilmiş olabilir. 'Temsili imaj' gözüyle bakmak mümkün.) Bu iki görüntü, dünyanın yıkılan kulelerden mutluluk duyan kesimini temsil etmek için seçilmiş gibiydiler. Bu mutluluk nasıl bir mutluluktur? Her ne kadar seçilen bu iki resim sadece Ortadoğudaki ABD ve İsrail hedefleri olan Filistin ve Irak'ı işaret ediyorsa da dünyanın başka bölgelerinde de bu mutluluğun yaşanmış olduğunu örtbas etmek mümkün değil.
İnsanisizleştirme yöntemi
Şunu sormak zorundayız: Başkasının acısından, sivillerin acısından duyulan bu sevinç uluslararası vicdanda nasıl yer bulabildi kendine?
İnsanisizleştirme yöntemini ABD'nin daha önceki operasyonlarını kendi halkına ve dünyaya anlatırken kullandığı biliniyor. Körfez Savaşı bunun zirvesiydi. Havada uçuşan ışıklar, bilgisayar oyunu gibi seyredildi. Gece saldırısı görüntüleri gökyüzünde hareket eden yüzlerce ateş böceğine benzetildi. Bir şov programı gibi naklen izlenen bu savaşı sunan CNN muhabirinin büyük bir patlamadan sonra "ooh! very big explosion" ("aah! Çok büyük patlama") deyişi hâlâ kulaklarda. ABD'liler Iraklı, Filistinli bireylerin insani boyutlarının yok edildiği biçimlerde sunmuşlardı bu savaşları. Irak'a uygulanan ambargonun yol açtığı ilaç ve besin kıtlığının zararlarını görünmezleştirdiler . TV'de kendisine, uyguladığı yaptırımların 5 yıl içinde yarım milyon Iraklı çocuğun yaşamına mal olmasına dair tepkisi sorulduğunda dönemin Dışişleri Bakanı Albright, "zor bir seçim ama bedeline değer olduğunu düşünüyoruz" yanıtını vermişti...
Beyrutlaşma, New York'a sıçramıştı...
Olay günüyse, bu bakış da bumerang gibi , sahibine saplanan bir hançere döndü ve dünyanın başka yerlerinden insanlar yıkılan kulelere insanisizleştirilmiş bir bakışla yaklaştılar ve tek tek acı çeken bireyler değil yıkılan semboller, bozulan bir prestij , deyim yerindeyse ilahi bir adalet gördüler. Çeşitli Üçüncü Dünya halkları ABD yönetiminin başlarına açtığı felaketlere ABD halkının insancıl bir sahiplenişini ve dayanışmasını belleklerinde bulmakta zorluk çektiler. Bir zamanların meşhur deyimi Beyrutlaşma New York'a sıçramıştı şimdi.
İmparatorluk merkezi her zaman şiddetin, acının, savaşın lokalizasyonunu önemsemişti; şiddet merkez dışından merkeze geçmemeliydi . Dolayısıyla acının sınır tanımaması duygusunun, acının yayıldığı ve sadece kendi yerleşimlerinde değil en merkeziler dahil tüm yerleşimlerde görülebilmesinin insanlarda yarattığı bu sevince 'negatif sevinç' denilebilir.
Bu tür bir sevinç, belki anlaşılabilir, ama negatif olduğu, eksiye götürdüğü su götürmez. Bölgedeki nüfuz sahiplerince desteklenen kan gütme davalarına benzemesi kolaydır. İhtiyaç duyduğumuz şey kızışan insanisizleşmeler ya da tek taraflı, yalnızca merkezin insanlarını dikkate alan bir insanileştirme değil, total bir insanileştirme ve insani boyutu her koşulda gözönünde bulunduran bir yaklaşımın yaygınlaşmasıdır. Birbirini doğuran negatif sevinçlerin, iktidarlara muhafazakarlığı körüklemekte yardımcı olduğu da açık.
Müslüman, Arap ve aslında Üçüncü Dünyalı bilinmez öğelerin hepsine genişletilebilecek bir ayrımcı akım özellikle uluslararası Birinci Dünyaya göçlerin iyice arttığı ve önüne geçilemeyen müthiş bir dalga haline geldiği, batı demokrasilerinin ve hukuklarının zor durumlarda kaldığı bir süreçte gerçekleşiyor. Bunun etkileri hemen gözükmeye başladı ve bazı Batı ülkeleri göçmenlerle ilgili yasalarında revizyonlara hiç vakit kaybetmeksizin girişti.
Küreselleşme Karşıtı Hareketler Ve Yeni Savaş
"Barbarlar imparatorluk içindedir ve imparatorluk kendi barbarlarını barındırır." (vii)
Dünya siyasi resmi açısından bizim sorulması gerektiğini düşündüğümüz önemli bir soru da şu: Bu olaylar küreselleşme karşıtı hareketler diye anılan uluslararası kapitalizm karşıtı hareketleri nasıl etkileyecek? Küreselleşme karşıtı hareketler nasıl bir tavır alacaklar ve almalılar?
Dünya, son iki yılda, Aralık 1999 Seattle eylemlerinden Ağustos 2001 Cenova protestolarına kadar gelen, güçlü bir küreselleşme karşıtı hareketler geleneği yarattı. Bu hareketler küresel kapitalizmi doğrudan hedef alan eylemlilikler geliştirdiler. Sistemin, iktidar merkezlerinin, imparatorluk üst düzey toplantılarının, durdurulmaya çalışıldığı gösteriler Dünya Ticaret Örgütü, IMF gibi kurumları, G-8 gibi örgütlenmeleri özellikle karşılarına almışlardı. Dünyanın ekonomik ve askeri devleri pek çok suçlama karşısında zor durumda kalmışlar, bazı yumuşatmalara gitme ihtiyacı hissedilmişti.
Burada çok önemli birşey var, küreselleşme karşıtı hareketler dünya kapitalizminin zaaflarını sergilemede başarılı olmuş, mevcut sistemin istenmeyen kötü bir sistem olduğu konusunda epey meşruiyet kazanmış ve ayrıca sistem için hayati olan acımasız Üçüncü Dünya politikalarını da geriletmeye yönelmişti.
Çokluk'un siyasileşmesi
İkiz kulelere yapılan saldırı, ilk başta aynı düşmana saldırıyormuş gibiydi. Ve bu benzerlik hemen kullanıldı: Düne kadar kötü değerleri temsil ettiği rahatlıkla söylenebilecek, protesto edilmesinde meşruluk bulmanın zor olmayacağı Pentagon ve Dünya Ticaret Merkezleri, "özgür dünya" sembolleri oldular. Kötü, yer değiştirdi. Sistem güzel güzel işlerken ve herkes mutluyken 'kötü yabancı'ların saldırısına uğramıştı. Ve bu sistemin yıkılması gerektiğini söyleyenler denince, 'kapitalizmi öldürmek isteyenler' ('kill capitalism', küreselleşme karşıtı hareketlerde kullanılan yaygın bir slogan) denince, akla bu şeytani kişiler ve zihniyetler gelmeliydi...
Küreselleşme karşıtı hareketler, gerçek anlamıyla İmparatorluk karşısında çokluk'un siyasileşmesine örnek oluşturuyorlar. Gerçekten merkezsiz, tabandan gelen, kendi kendini güçlendirmiş, siyasi talepleri ve perspektifleri olan ulusötesi bir yerlerarası dayanışma örneği veriyorlar. Küreselleşme karşıtı hareketler, özellikle Batı dünyasında ve Soğuk Savaş sonrası ABD'sinde bir politize kuşak oluşturdu bile. Bu politize kuşak, 1968'den beri Batının unuttuğu, tarihin arkalarına ittiği bir öğeydi ve şimdi yeniden, tabii yeni bir karakterle, canlanmış durumda. Geleneksel solun bütün totaliter değerlerini askıya alan bu yeni sol; öncü kuvvetlerin, liderliklerin, temsiliyetlerin, öncü partilerin, merkezi hiyerarşik örgütlenmelerin bittiği yerden başladı.
Komünizme karşı yaratılmıştı, geri tepti
Usame bin Laden ve Taleban ise, ABD tarafından komünizme karşı savaş için yaratılmış ama, sonra geri tepen bir iktidar aleti olarak sistemin içinde yer alıyorlar. Onların yaptığı bir saldırı, dışarıdan yapılan bir saldırı olarak adlandırılamaz. ABD'yi daha önce başka ülkelere düzenlediği terörist saldırılar nedeniyle böyle bir öfkeyi doğurduğu için sorumlu göstermek bir yana, ABD bizzat bu saldırıyı düzenleyenlerin mevcudiyetinden sorumludur.
Dolayısıyla, ikiz kulelerin yıkılması ABD iktidarının kontrolünde gerçekleştirilmiş bir sistem hatasıdır. Daha doğrusu, ya bir sistem hatasıdır ya da komplo teorilerine prim verilirse sisteme içeriden müdaheledir. Her iki durumda da sistem içi bir olaydır ve sistem karşıtı hareketler tarihine dahil değildir.
"Daha önce görmüştüm" duygusu
Belki bir metafor: Matrix filminde sistemde hata olduğu Neo'nun bir deja-vu görmesiyle, iki kere geçen bir kara kedi görmesiyle anlaşılmıştı. Aynı şey kulelerde de oldu, ilk kuleye saplanan uçak bir kaza olabilirdi. Ama ikinci uçağın ikinci kuleye çarptığı an, bu 'biraz önce görmüştüm', 'ben bunu yaşamıştım' anı, bu deja-vu anı, sistemde bir hata olduğunun kanıtıydı.
ABD iktidarı bu sistem hatasını düzeltirken İmparatorlukta da taşları yerine oturtmayı, yeni bir denge sağlamayı planlıyor.
Bu arada bu yazıyı yazdığımız sırada saldırılacak hedef olduğu açıklanan Afganistan'ın bir ülke olarak enkaza benzediğini de unutmamak gerekiyor. Yıkılan kulelerin arkada bıraktığı manzaradan ülkenin genel manzarası pek farklı değil, gerçek bir ülke değil, bir ülke-enkazı bekliyor savaşı.
Afganistan'ı enkaza çevirenlerle New York'u enkaza çevirenler farklı yapılar değil. New York halkı ile Afgan halkının acılarının müsebbibi aynı iktidar şebekesi. ABD-Pakistan-bin Laden-Taleban hattının Afgan halkına çektirdikleri son derece ciddi boyutlardadır.
Bu noktada, küreselleşme karşıtı hareketlerin sistemin doğurduğu bu felaket için sistemi suçlamakta gecikmemeleri önemli.
Küreselleşme karşıtı hareketlerin "barış istiyoruz savaş istemiyoruz" mesajlı gösterileri elbette doğru ama zayıf kalacaktır.
Şu anda ABD yönetimi ve dünya kapitalizmi suçlanması gereken bir konumda. New York'un başına açtıkları bu felaket dolayısıyla ABD yönetimini suçlama hakkına sahip bütün New York'lular. (Yeni bir) Amerikan skandalı da sayılabilecek bu olayda, Bush'un New York halkına hesap vermesi gerekirken dünyadan hesap sormaya kalktığını görüyoruz.
İmparatorluk, yeni karışıklıklara gebe...
---------------
i Jean-Marie Guéhenno, Demokrasinin Sonu, çev. Mehmet Emin Özcan, Dost Kitapevi Yayınları, Ankara 1998, s.11.
ii M.Hardt & A.Negri, İmparatorluk, çev.Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınlari, İstanbul 2001, s.98.
iii Aynı günlerde gazeteler yerel haberleri de arka plana atıverdiler. Başka zaman gerçekleşse haber değeri taşıyacak bir tren kazası önemsizleşti, Küçükarmutlu'daki barikatlar ve çatışmalar gündemin dışına düştü, Üzeyir Garih cinayeti ise çok gerilerde kalmıştı şimdi.
iv Frank Lloyd Wright, The Future of Architecture, (1953)
v Demokrasinin Sonu , s.97
vi Demokrasinin Sonu , s.97
vii Demokrasinin Sonu , s.97