Kardeşim benim, benzerim, ikiyüzlü kriz yoldaşım. Aynı yolun yolcusuyuz seninle. Ama aynı toplumsal hareket yoluna baş koyabilir miyiz seninle, bilemiyorum. Senin kriz altında ezilen yüzünün peşinden ortaya çıkardığın; sokaklara dökülen, ısıran, hükümet deviren, marketleri yağmalayan ve kangal kangal sucukları boynuna takıp uzaklaşan alev alev yüzünü gördüğümüzden beri, bu bizim necip milletimize de uyar mı diye düşünüyoruz burada.
Genel kanı uymayacağı yönünde. Arjantin'deki sıkıyönetime yol açan, hükümet deviren isyan ve yağmalama olaylarının ardından, bir gazetemiz Türkiye'de neden böyle olaylar olamayacağını memnuniyetle madde madde anlatıyordu. Bu maddelerden biri belki de yeterliydi: "Türkiye'de böyle şeyler olmaz çünkü Türkiye'de tevekkül ve devlete saygı var!"
Tevekkül, yani herşeyi Allah'a bırakma, Allah'tan bekleme, kadere boyun eğme var deniyordu.
Son on yılda dünya, toplumsal ayaklanmalara eşlik eden çok sayıda yağmalama sahnesi gördü. Los Angeles 1992 ayaklanmalarındaki yağmalamalar, tam bir klasik olarak belleklerde kaldı. Endonezya 1998'de, kucağında taşıdığı televizyona rağmen alevlerin içinden bir fırını iple çekerek çıkaran çocuğun fotoğrafı gibi unutulmaz fotoğraflarıyla geçti tarihe. Arjantin 2001 ise, hiç kuşkusuz bu alanda bir zirveydi. Dünyanın her yerindeki çaresizlerin kafasında ve ruhunda gidip gelecek resimler bıraktı geriye.
Ünlü antropolog Marcel Mauss'un 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya attığı ve daha sonra Bataille, Derrida gibi düşünürlerce yeniden ele alınan 'potlaç' ve 'armağan' kavramları sanki bu olaylarda yeni bir tartışma zemini buluyorlar kendilerine. Günümüzde 'armağan' konusuna yönelen radikal akademik çalışmalarda bir artış olduğunu, Alain Caillé ve Ahmet İnsel'in de kurucuları arasında yer aldığı MAUSS grubunun özel çabalarının yanı sıra başka pek çok çevrede de ilgili çalışmaların çoğaldığını gözlemlemek mümkün.
Mauss, Kuzey Amerika'da Pasifik'in kuzeydoğu kıyıları boyunca yaşayan kavimleri incelerken; potlaç geleneği ve iktisadi evrimin paraya doğru giden bir değiş tokuşla değil, karşılıklı armağanlaşma ile başladığını düşündürten bulgular toplamıştı.
Potlaç, dünyanın farklı yerlerindeki eski toplumlarda versiyonları görülen, bir tür gönüllü yağma gibiydi. İnsanlar doğum, evlilik gibi fırsatlarda şölenler düzenliyor, şenlik eşliğinde birikmiş zenginliklerini yağmalatıyorlar hatta kimi zaman bir kısmını tahrip ediyorlardı. Satış ve karşılıklılığa değil, zorunlu armağanlaşmaya dayanan armağan iktisadının bir parçasıydı.
... Ve Mauss zaten bu araştırmalara "Pazar"ın alternatifinin ne olabileceği konusunda ciddi bir düşünüm sonucunda varmıştı. Bugünkü ilginin arkasında da aynı motivasyon fark ediliyor: Dünyaya hakim olan piyasa kültürüne karşı, daha temelli alternatifler yaratabilme arzusu.
İşte bu teorik arzu, elbette tam olarak örtüşmüyor ve aralarında bir temsiliyet ilişkisi yok ama, sanki gündelik hayattaki bazı pratik arzularla paralel gidiyor.
Bugün Arjantin sokakları yeni bir cömertliği de talep ediyor. Biriken zenginliklerin şenlik ve tahrip eşliğinde dağıtılmasına bir özlem ve yeniden potlaç arzusunun kabardığına dair işaretler beliriyor. Potlaç, elbette tek başına alındığında yeni bir toplum önerisi değil ama o topluma yönelik arzuyu gösteren bir reaksiyon gibi.
Malların yağmalanması, piyasa ahlakı devralınmadan okunduğunda, yeni düşünme alanları için imkanlar sunuyor. 'Başka bir dünya mümkün' diyenler için armağanın mantığını da kurcalamaya izin veren bir çalışma fırsatı doğuyor.
Cemal Süreya'nın harika dizeleri sanki potlaç için yazılmış: "yeni törenler gerek bize/yeni törenler -kimi zaman en eski".
Arjantin halkında tevekkül eksikliği ve devlete saygıda kusur görmek de başka bir yol tabii. Arjantinlilerin ölçüyü kaçırdıkları doğru, 'ölçüler'de peşpeşe istifa ediyor zaten.
Arjantinliler, Arjantin iktidarının sembolü Casa Rosada diye de bilinen pembe saraya, Kongre Binası'na yürüyerek biriken erkleri paylaşmaya da yöneldiler. Arjantin erk merkezi Casa Rosada da erk dağıtımı arzusuna sahne oldu. Casa Rosada'da 29 Aralık gecesi toplanan görülmemiş kalabalık çok büyük bir gösteri düzenleyerek siyasi erki de potlaçla dağıtmak arzusunu yansıttılar belki de...
Bunları duymakta zorluk çekiyoruz. Kentlerimizin üzerine sinmiş ve kulaklarımızda zonklayan tevekkül ritmi, arzuların sesini bastırıyor çoğu kez.
Belki de tango ile arabeski karşılaştırmalı inceleyen çalışmalara dönmek, yeterli olurdu ne olup bittiğini anlamak için...