Demet Cengiz’in Su Üçlemesi’nin daha ilkini okurken, ikincisini beklemeye başlamıştım. Deniz ve James’in hikayesine severek, üzülerek, sevinerek, duygudan duyguya sürüklenerek eşlik ederken, diğer karakterlerin geçmişlerini de merak etmiştim. En çok da Yeter’in. Bu hoyrat, kaba kızın içinde incinmiş bir çocuğun yaşadığını ve hayata tutunmak için hırçın bir karaktere dönüştüğünü hissediyor, bir an önce onun da hikayesini öğrenmek istiyordum. Aynı şekilde Nile da ilginç bir karakterdi, neler yaşamıştı da dönüp gelmişti, nasıl böyle biri olmuştu?
Kalemini pek sevdiğim Demet Cengiz, ikinci romanı Yeter ve Nile’a ayırdığını söyleyince pek sevindim. İlk okurlarından biri olduğum “İçimde Yanan Nehir”, nihayet bu hafta raflardaki yerini aldı. İnkilap Yayınevi’nin okurla buluşturduğu İçimde Yanan Nehir, ilk romanı tamamlasa da ondan oldukça farklı. İlk romanda acıyı ve melankoliyi iliklerimize kadar hissederken, ikinci romanda duygularımız öfkeye, ruh halimiz savaşa evriliyor. Demet Cengiz de zaten daha romanın en başlarında “Hikâyeyi anlatanın anlatmayana haksızlık yapması hep bakiydi. Sadece anlatılan hikâyeler bilindi, susanların hikâyeleri sır olarak kaldı” diyerek susulmuş acıların nasıl öfke patlamalarına dönüştüğünü bizlerle paylaşıyor.
Doğudan ve batıdan iki hırpalanmış çocuk
İlk romanda olduğu gibi “İçimde Yanan Nehir”de de biri Türkiye’den, diğeri İngiltere’den iki hırpalanmış çocuğun, iki kendini ifade etmekte zorlanan yetişkinin hikayesine ortak oluyoruz. İlk romanında kurgu konusundaki yeteneğini ispatlayan Demet Cengiz, bu romanda üç benzemez kişinin oturduğu bir hastane kafeteryasında beklemeye alıyor bizi. Yazar bölüm başlıklarında olduğu gibi “Su” gibi akan, “Ateş” gibi yakan bir romanın akışına bırakıyor okurlarını.
Sevgisiz büyümüş bir çocuğun öfkesi
Yeter’inki sevgisiz büyümüş bir kız çocuğunun var olma mücadelesi. Daha ilk romandan anlamıştık, Yeter’in öfkesi onun “Ben de buradayım, ben de çocuğum, ben de insanım” deme şekliydi. Yeter “nevi şahsına münhasır” bir karakter ancak aynı zamanda her an her yerde karşınıza çıkabilecek öfkeli kalabalıkların da bir temsilcisi. Yeter’e “yokmuş” gibi davranıldıkça o öfkesi ile kendini ortaya atıyor ve görünmezlikten kurtulduğu anlarda da tüm kötülüklerin olağan şüphelisi kabul ediliyor.
İkiziyle aynı kadere ortak doğan Yeter, Deniz gibi “görece şanslı” olmayınca karanlık tarafa çok kolay geçiyor. Bileniyor; bilendikçe de çok güçlü bir karaktere dönüşüyor. Deniz, daha küçüklüğünden itibaren kayrılıp korunurken Yeter, acımasız arkadaşlara, tacizcilere, kötülere meydan okuyor.
Asla boyun eğmiyor, sinmiyor, içindeki ejderha ile yakıp kavuruyor her şeyi. Hatta yazara bile meydan okuyor. “Haaaaa… Bana bak yazar hanım. O zaman şimdi sıra bende. Bir de ben anlatayım. Benim anlattığımı da yaz!” diyerek kendi hikayesini anlatmaya niyetlenen Yeter, bunu bile ikizi üzerinden yapabiliyor. Yeter neden kötü olduğu konusunda yazar üzerinden herkesi ikna etmeye çalışıyor.
Romanın konusu hakkında daha fazla ipucu vermeden Yeter’i okurun anlayışına bırakıyor ve çok seveceğini düşünüyorum. Hayatta iyi olan ne varsa ucundan kaçıran Yeter’e eminim ki etrafında göremediği sevgi ve saygıyı okuru bol bol verecektir.
‘Aile felakettir’ dedirten büyük acılar
Romandaki batıdan kahramanın ismi Nile. Onu da ilk romandan anımsıyoruz. Dışarıdan bakınca hayata pek de fena başlamamış gibi görünen Nile, bardağa tersten bakmamızı sağlayarak hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını hatırlatıyor. Seks düşkünü dede, akıl almaz işkenceler uygulayan baba ve yaşadıkları karşısında sessiz bir deliliğe bürünen anne ile Nile’ın yaşamı hiç de kolay olmuyor.
Nile’ın asıl umudu hep bir kurtarıcı. Sanıyor ki, bir kadın eliyle evcilleşirse her şey çok daha güzel olacak. Ancak aşk çok daha hırpalıyor onu, yaralarını kanatıyor, derinleştiriyor. İhanet ise daha büyük bir darbe vuruyor.
Nile, “ruhun iyiliği de kötülüğü de bilmediğini” savunanlara karşı duruyor bir mağdur olarak çünkü kötülerin varlığını ve daha güçlü olduklarını çok iyi biliyor.
7 saate sığan iki koca hayat
Demet Cengiz’in bizlere aktardığı 7 saatlik zaman dilinde bir kadının ve bir erkeğin çocukluktan yetişkinliğe giden yolda yaşadıkları ile duygudan duyguya savurulurken, sadece kişisel travmaları değil, toplumsal hayatın ikiyüzlülüklerini de sorgulama fırsatı buluyoruz.
Bir yanda patriarkal sistemin inşa etmeye çalıştığı sahte cennet diğer tarafta bu sistemin varlığını sürdürmesi için cehenneme odun taşıyan kadınlar. İçimde Yanan Nehir’i okurken, üzerine düşünecek çok konu var.
Kaleminden Marquez tadı aldığımız Demet Cengiz, seçtiği karakterler üzerinden çok ağır konuları işliyor. Çok katmanlı olan romanlarında sevgisizlik, yoksulluk, şiddet, istismar gibi konuları ele alıyor. Bunu da acıtarak, acındırarak değil büyülü gerçekliğin yumuşak dokunuşlarıyla iliklerimize kadar hissettirerek yapıyor. Şu iki kitaptan çıkardığın ana fikir nedir diye sorsanız; bilmeden yargılamanın, dinlemeden anladığını sanmanın ne büyük bir yanılgı olduğunu söylerim.
İçimde Yanan Nehir, serinin ikinci kitabı olsa da bağımsız bir roman olarak okunabilir. Demet Cengiz de üçleme olmasına rağmen, hiçbir romanın birbirinin devamı olmadığını vurguluyor. Yazar bu konuda okurunu özgür bırakmış; dileğiniz kitaptan başlayabilir, puzzle’ın parçalarını dilediğiniz karakterin bakış açısıyla tamamlayabilirsiniz. Tabii ki daha keyifli bir okuma için yazarın ayak izlerini takip edebilir, sırasıyla gidebilirsiniz.
Leyla’nın öyküsünü anlatacak üçlemenin üçüncüsünü şimdiden dört gözle beklemeye başladım.
(NK/AS)