Ergenekon davasının sonuçları feryat figan öğrenildi. Bir yandan “Tecavüz daha az ceza alıyor” deniyor. Bir yandan davada yargılanan herkes başarısız bir devrimin kahramanlarıymış gibi yerlere göklere konamıyor.
Kemal Kerinçsiz 301 maddesinin güzelliklerinden faydalanarak Orhan Pamuk, Hrant Dink gibi insanlar için tahayyül edilemeyecek ırkçılıkta davalar açmadı mı?
Veli Küçük Susurluk Skandalı’nda önümüze gelen bir isim değil miydi?
George W. Bush’un “You are either with us or against us” (Ya bizimle berabersiniz ya da bize karşısınız) dikotomisinde somutlaşan özünde faşist yaklaşım işte burada da devam ediyor.
“Ergenekon Davası’nda yargılananlar AKP’ye karşıydı, o zaman kim oldukları, ne yaptıkları, neyi savundukları, kimi öldürdükleri umurumuzda değil; düşmanımın düşmanı dostumdur” yaklaşımı…
Oysa ki, az biraz düşününce hemen anlayıveriyoruz, hayat siyah ve beyaz diye ikiye ayrılamaz. Grileri görmek zorundayız.
Ne Ergenekon Davası’nda yargılanan herkesi faşist katiller diye bir kefeye koyabiliriz, ne herkesi dava kahramanı yapabiliriz, ne de AKP hükümetini militer güce sivil bir darbe vurduğu için demokrasinin öncüsü sayabiliriz.
Twitter’da bu düşünceleri ifade edebilenler o kadar azdı ki. Oysa yalnız olmadığımdan eminim.
Anlamayı, düşünmeyi, incelemeyi, bir adım ötesine gitmeyi bıraktığımız anda masif çığlıkların içinde yitiveriyoruz. En çok bağıran kimse onun sesi duyuluyor. Ondan başkası sesini çıkarmaya bile korkuyor.
Carl Schmitt isimli benim çok sevdiğim siyaset bilimci, insanların bir arada durabilmesi için dışarıdaki bir güce karşı birleşmek zorunda olduklarını söylüyor.
Direnişte çok farklı geçmişlerden, inançlardan, ideolojilerden gelen insanlar AKP faşizmine karşı birleşti. Ama AKP’yi ve faşizmi iki ayrı konu olarak ele aldığımızda işler değişiyor.
AKP’ye karşı olmak için illa faşizme karşı olmak gerekmiyor. Değişen ekonomik koşullara ya da değişen sosyal çehreye ya da dinin özgürleşmesine karşı olunabilir.
Benim elimden gücüm gidiyor, başkası güçleniyor diye üzülmenin hiçbir destansı tarafı yok.
Bu yüzden benim için direniş boyunca yapılan en önemli iki aktivite “Başörtüsü sorunu çözülsün” kampanyası ve Yeryüzü İftarı’ydı. Her ikisi de “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diye bağıran kitlenin dışında, dışlamaktansa anlamayı, kabullenmeyi ve kardeşliği ön plana çıkaran eylemlerdi.
Türkiye etnik ve sosyal zenginliğine rağmen hep dikotomilerle hareket eden bir toplum. Türkler – Kürtler, Müslümanlar – Sekülerler, Komünistler – Ülkücüler diye kategorilere ayırıyoruz insanları.
Ola ki biri çıkıp ben ne o kategoriye giriyorum ne bu kategoriye, bu kavganın parçası değilim, hayatta başka değerlerim var derse de ya “Pis liberal” (dönek, kaypak vs.) ya da “Apolitik” (evinde otur oyun oyna sen, bu işlerden anlamazsın zaten) diye yaftalayıp işin içinden çıkıveriyoruz.
Carl Schmitt’in önerdiği gibi doğamız kendimizi tanımlayabilmek için ötekini dışlamayı gerektiriyor olabilir. Ben, insan kadar akıllı bir varlığın primitif doğasının ötesine geçebilmek için çaba harcayabileceğine inanıyorum. Bu da işte, her fikrimizi bir kez daha bir de başka bir açıdan bakarak yeniden ele alınca olabiliyor. Yanlış bir fikrinin olduğunu itiraf etmek dünyanın sonu değil. (ND/NV)
Twitter: @burlahepbizim