David Carroll, Aralık 2008 yılında Columbia University Press tarafından yayımlanan "Cezayirli Albert Camus: Sömürgecilik, Terörizm, Adalet" (Albert Camus The Algerian: Colonialism, Terrorism, Justice) adlı kitabında, Fransa'nın Cezayir'i kolonileştirdiği günlerden bugünün sömürge sonrası dönemine miras kalan bastırma, terörizm ve karşı atak kavramlarına farklı bir yorum getiriyor.
Caroll, Fransa'nın Cezayir doğumlu yazarı Albert Camus'nün Sartien varoluşçu felsefeye dayanan özgürlük anlayışıyla, Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nı desteklememesini terörizm ve adalet kavramlarını çift anlamlı kullanarak inceliyor.
2007'den itibaren Sarkozy hükümetiyle birlikte Fransa'da özellikle Arap kökenli göçmenlere yönelik artan baskıların, sömürgecilik döneminden kalan kalıntılar olduğunu düşünen Carroll; Camus'nün, Cezayirlilerin, baskılayıcı doğası gereği şiddetten beslenen anti demokratik eylemler ile kendi ülkelerini tahrip etmelerine yol açan Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nı desteklemek yerine, sömürgecilik sonrasında Cezayir halkı için çokkültürlü, demokratik, eşitlikçi ve "Adaletli Bir Cezayir" ülkesi düşlediğini belirtiyor.
Ancak Carroll, bugün Camus'nün tamamen bir sömürgecilik taraftarı olarak değerlendirildiğini belirterek, fiilen biten bir savaşa rağmen tüm dünyada sona ermeyen terörizm eylemlerinin yarattığı kaotik atmosferden dolayı, göçmenler tarafından kendine zarar verici bir delilikle gerçekleştirilen araba yakma eylemleri ile ortaya çıkan karşı terörizm ataklarının da, bir döngü içerisinde bastırılan şiddetin bitmediğini ifade ettiğini söylüyor.
Fransa'daki göçmen eylemlerinin artık politik değil, insani sebeplerden kaynaklandığını belirten Carrol, yanan arabaları görmezden gelmenin, gelecekte gerçekleşecek bir şiddet döngüsünü gizlediğini de ifade ederek; "Cezayirli Albert Camus"nün ışığında, Camus'nün 1942'de yayımlanan "Yabancı" (The Stranger) adlı romanıyla ifadesini bulan "yabancı ya da öteki olarak tasavvur edilene saygı göstermek ve onu fark etmek" cümlesini bir çözüm olarak öneriyor.
Şık Bir Asimilasyon Modeli: "Olumlu Ayrımcılık"
21.yüzyıl Fransa'sında, şık bir asimilasyon/ entegrasyon/ ayrımcılık modeli olarak önerilen "olumlu ayrımcılık" (discrimination positive)* kavramı tartışmalarının ardına gizlenen etnik ayıklama sürecinde ise binlerce genç göçmen, işsiz kalma, sınır dışı edilme ve suça teşvik edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.
Ekim 2008'de Paris, Clichy-sous Bois'da polise kimlik göstermeyi reddettikleri için kaçmaya çalışırken, polis tarafından vurulan iki arkadaşlarının intikamını almak için araba yakma eylemleri düzenleyen Arap gençlerinin ardından sertleştirilen göçmenlik yasaları; Carroll'ın belirttiği gibi, Camus'nün yabancı olma kavramına yeniden bakmayı zorunlu kılıyor. Ulus devletin, sömürgecilik sonrası "tekinsiz öteki"lerine dönüştürülen Arap gençlerinin; ikinci kuşak Fransız göçmeni oldukları ve o ülkede doğdukları da hesaba katılırsa, Carroll'ın fikri ciddiye alınmayacak gibi değil.
Ancak bunun öncesinde, Camus'nün "Yabancı" romanında bir Arap'ı öldürdüğü için idam edilen Mersault karakterinin, topluma karşı yabancılaşmasını eleştirdiği için Fransız geleneğinin içindeki ayrıcalıklarını yitirerek, sıradan ve adi bir suçluya dönüştüğünü de hatırlamakta fayda var.
Romanda, öldürdüğü Arap'ın gözlerinde gördüğü parıltının büyüsüyle Lacan'ın 'Gaze' (Bakış) kavramını doğrularcasına, onda kendini fark eden ve kendi içine derin bir bakış atarak kimliğini sorgulayamayan Mersault, Arap'ı öldürmek yerine belki de kendi ötekileştirilme sürecinde unuttuğu geçmişini anımsamalıydı.
"Yabancı"nın Bakış'ı ve Camus
Böylelikle, cinayet sonrası yargılandığı mahkemede göreceği yine aynı kör edici parıltıyı bu kez jüri üyelerinin gözünde kendine yönelen 'tiksinme' ifadesiyle birlikte fark etmek yerine, cinayet işlemeden önce öldürdüğü Arap'tan hiç de uzak olmadığını keşfedecekti.
Camus'nün, Fransız Devrimi'ne, Jakobenizme ve giyotinle kral kafası uçurma geleneğinden kurtulamayan Fransızlara ve bu toplu çıldırma törenini büyük bir adalet hissiyle onaylayarak yok olan monarşinin barbarlık geleneğini kutsayan jüriye olan tepkisi ise, bugün gerçekten, göçmenlere yönelen politik mutlakıyetle son derece ilintili.
Mersault'ya, öldürdüğü Arap ile aynı trajik sonu reva gören Fransız adaleti, ulus devletin sömürgeci günlerinin bastırılmışlığının bir geri dönüş sembolü olarak, Avrupalı Fransa'nın çok kültürlü entegrasyon politikaları içinde erimek istemeyen ve bu yüzden de, yine Mersault'nun Arap'ı öldürmesi gibi, Lacan'ın "Jouissance" terminolojisiyle açıklanabilecek baskılama -ölüm- açığa çıkış üçgeninin döngüselliğinde hayatlarını, benliklerini ve geleceklerini araba yakma eylemleri sonucunda yitiren ve gerçekten deli olmasalar da yok sayılmaya akıldışı bir yolla tepki gösteren göçmen Arap gençler için alternatif bir yol bulmalı.
Bu da ancak, göçmen politikalarının, sömürge sonrası dönem eleştirisi eşliğinde bir defa daha düşünülmesi ve Fransız geleneğinin köklerinde varolan demokrasinin kaynağını olan sanatın ve edebiyatın hatırlanması ile mümkün. (YK/EÖ)
* Sandrine Bertaux, "Fransa'da Gelecek Beş Yıl: Başkan Sarkozy", Birikim Yayınları: İstanbul, Sayı: 218, Haziran 2007.