6-7 Eylül Olayları’nı resmi söylemin okullardaki koşulsuz aracısı ders kitaplarından öğrenen 70 sonrası kuşağı için olayların haklılığa dayandırılan en temel, görünen bilinen gerekçesi; 6 Eylül 1955 günü TRT’de yayımlanan bir habere göre, Atatürk’ün Selanik’teki doğduğu eve yapılan bombalı saldırıdır. Her Türk gencinin gözlerini nemlendiren ve Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlere yönelik “bu olay bardağı taşırdı, artık yeter; hepinizden kurtulalım’ demeyi meşrulaştıran ve belleklere bir kez daha ‘o içimizdeki hainleri’ kazıtan bir son ramaktır bu. Öyle ya, ‘biz’ yıllarca ‘onlara’ göz yumduk ta en içimizde; hep görmezden geldik zaten bizden olmadıklarını ve her an ihanet edeceklerini bilerek tetikte yaşadık ya da yaşatıldık.
Ta ki bu gün olduğu gibi, hâlâ yaşayan canlı tanıkları dinleyene ve resmi söylemin elinden kurtulan sivil halkın yaşadıklarını belgeleyen o dehşet fotoğraflarının sözsüz tanıklığına şahit olana kadar. Evet şahit olana kadar, çünkü her bir fotoğraf çaresizce dillenip “hayır öyle değil, bakın, ‘gerçek’e bakın; fotoğrafın insan sözünün kaypaklığına ve acımasız kurnazlığına bulaşmamış ‘gerçek şahitliğine’ bir defa da siz kendiniz okulda, sokakta düşünmeden anlatılan kahramanlık hikâyelerini bir defalık kendiniz düşünerek bakın.” diyen tanıklığına bakın.
Hiç bilmediğiniz bir döneme, muhtemelen yakın tarihin anlatılmayan ve sır olmuş gerçeğine kendi zihninizin doğruluğundan şüphe etmeyeceğiniz yargılarıyla bakın. Hiçbir yargı koymadan, vicdanınızın ve insanlığın sesine kulak vererek bakın. Savaş alanını andıran Taksim İstiklâl Caddesi fotoğraflarına, yıkık dökük dükkanlara, camlarda perde aralarına saklanmış insan burunlarına ve parmak uçlarına bakın. Ve sadece, henüz hiçbir gerçekliğini bilmediğiniz bir olaya, adeta özel bir bölgeye ve o bölgede yaşayan sivil halka yönelik darbe girişimini andıran 6-7 Eylül Olayları fotoğraflarına bakın.
Fotoğraflarla 6-7 Eylül
Sadece bir bölgeye yönelik olmayan, ancak İstanbul’un ‘en mahalle’, ‘en sanat eserini’ andıran Eminönü’nden Kuzguncuk’a ve Şişli’ye uzanan semtlerine ve o semtlerin ‘en eskisi’, ‘en sahibi’ ve ‘en acılı’ insanlarının “yine mi” bile diyemeden evlerini terk edişlerine ve sonra o boş evlerin isyan, hınç ve linç tutkusuyla ayinimsi bir ‘kendinden geçişle’ yağmalanmasına, parçalanmasına ve evlerde sağ bulunan insanların öldürülmesine ve kadınların tecavüze uğramasına kafa yorun. Sadece gayrimüslüm, sadece başkası ve farklı olduğu için emek, insanlık ve hak gözetmeden yapılan insanlık dışı muameleye ve adeta 62’de yaşanacak Salem cadı avları misali ‘Burada ‘gavur’ var mı’ sözüyle aranan genç, yaşlı, çocuk, kadın demeden insanları ve onların yaşadığı dehşetli paniği düşünün.
6-7 Eylül olaylarını, bir Türk olarak ilk defa düşünmek ve “insanın insana ettiğinin bir benzerini doğada bulamazsın” diyerek, vicdanınızda muhasebesini yapmak ve başka bir ülkede ‘öteki/azınlık ve gayrimüslim’ olmanın ne demek olduğunu idrak etmek için bir Rum’un, Ermeni’nin ya da vicdan sahibi bir Türk’ün ağzından duymadan önce; verili öğretilerin dışında bir gerçeklik olduğuna kanaat getirerek, sadece 6-7 Eylül Olaylarının dolaysız, aracısız ve tarafsız fotoğraflarına bakın. Bir ülkenin diplomatik bir çerçevede halledemediği bir meseleyi nasıl kaba kuvetle, sayıları bayağı fazla olan ‘3-5 kişiye’, organize şiddetle hallettirme geleneğinin meşrulaştırılmış bir tarihi kanıtı olarak, ‘6-7 Eylül Olaylarının’ fotoğraflarına bakın. Bugün sadece Rum azınlığa yönelik olmadığı ve bu bölgelerde -zaten bilindiği gibi- yaşayan tüm Ermeni, Rum, Yahudi ve diğer ‘ötekilere’ yönelik hazırlanan tertipli kilise, dükkan, ev iş yeri baskınlarının yıllar sonra itiraf edilen gerçeğine siz kendiniz önce fotoğraflarla idrak ederek bakın. Öyle yapın ki, devlet tarafından her söylenilen söz Allah kelamı olarak ‘ezberlenmesin’.
7 Eylül 2008’de Taksim, Makine ve Mimarlar Odasında düzenlenen ve canlı tanıklarla, “Dünya Hepimize Yeter” panelinde avukat Eren Keskin’in tarafından hatırlatılan “Yıllar sonra eski Özel Harp Dairesi Eski Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu gazeteci Fatih Güllapoğlu’na ‘6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi.’ sözlerinin bu ülkede ısrarla insanca ve birarada yaşamak isteyen insanlara düzenlenen ‘bölme ve parçalama’ girişiminin nasıl örgütlü, planlı bir devlet vazifesi olarak üstlenildiğini ve bir kahramanlık ideali olarak gerçekleştirildiğini, ‘işin üstünden yeterli zaman geçtikten sonra’ adeta diğer vatanseverlere bir örnek teşkil etmesi için nakledildiğini görecekseniz.
Tarihi, sivil halkın değil; ‘milletini’ sürekli savaş tehlikesi atmosferinde yaşatarak gitgide militarist bir topluma dönüştürerek, bir yağma kültürü yaratmak isteyen ve bu uğurda hırsızlığı ve hem hakka hem kadına tecavüzü meşru sayan ‘milli burjuvazi’ ideologlarının yazdığı bu ülkenin yöneticilerinin pervasız itiraflarının ağırlığı altında ezilmeyin.
"Öteki"nin acısı benim de acım
“Dünya Hepimize Yeter panelinde de belirtildiği gibi, o günkü Balıklı Rum Hastanesine ‘6-7 Eylül’de uğradıkları tecavüz nedeniyle aklını yitirerek gelen kadınların sayısı, dönemin hekimlerinin belirttiği gibi, evlerinden çıkmayarak bunları gizleyen kadınların sayısıyla, 3-5 kişiden çok fazlaydı. Kadına, eşyaya, tarihe ve insanlığa işlenen bu suçların verilmeyen hesaplarının izlerini bugün Hrant Dink, rahip Santora ve Malatya katliamlarında görmek mümkün. Yerli- yabancı kaynaklar, bizden farklı ‘onlar’ gibi düşünen ve onların tarafını tuttuğunu iddia ettiğimiz herkesin, bu olaylar yaşanmadan önceki ‘ihtarlarına kulak tıkayan ve susan’ herkesin bu olaylarda suçu var. Başka bir ülkede, gurbette yaşayan ve sadece Müslüman olduğu için‘ikinci sınıf insan’ muamelesi gören ve yakılan Türk kızlarının, oğullarının ve onların gözü yaşlı ana babalarının isyanındaki haklılığın gerçekliği kadar, 6-7 Eylül ve onun türevleri olaylarda bu ülkede yaşayan ve gayrimüslim olmayan herkesin suçu var.
Bunu anlamak için birilerinin bize itiraf etmesini beklemeden sadece tanıklık belgelerine, vaktiyle sergisi basılan 6-7 Eylül fotoğraflarına bakmamız için mutlaka sanatçı ya da sanat aşığı olmamız da gerekmiyor. Sadece diğerinin yerine geçebilmek ve onun acısının din, ırk ve millet bağlamadığını, gurbette yaşayan hısım- akrabamızın acısını görerek ‘empati’ denilen şeyin sadece diğerinin acısını hissedebilmek ve “o ve ben” ya da “biz ve onlar” ayrımı yapmadan, acının bu kadar keskin ayrışmadığını bir an önce fark etmek lazım. Azınlık hakkı dediğimiz şeyin, sadece içerdeki ‘onlara’ ait olmadığını, bir insanın dünyanın her yerinde ‘azınlık/ öteki’ olabileceğini de anlamak gerek. Bu olaylar ve benzerleri bir daha yaşanmadan; keşke demeden önce…(YK/EÜ)
* Bu yazı ilk olarak Nor Zartonk’da yayımlandı.