Kitabı bitirince kapak resmini uzun uzun seyrettim. İçini bildiğim bu romanın kapağındaki bu resmi seyrederken resmin anlatılanların belleği olduğunu beğenerek düşündüm. Kapak resmi ise Işıl Güleçyüz’e ait.
Romanın başlangıcını bir çırpıda okudum diyemiyorum. Hatta ne anlatıyor bu henüz adını bile bilmediğimiz kahramanımız diye başlangıçta sıkıntı da duydum. Sonrasında ise yer yer güldüğüm, merak duyduğum, evet tam böyle dediğim, gerildiğim, şaşırdığım, üzüldüğüm oldu. Kitabı elimden bırakamadım. Bu üç günlük misafirlikten kendi adıma mutlu ayrıldım.
İnsan bir mutluluk yakalayınca onu paylaşmak istiyor. Bu yüzden size kitaptan özellikle de iki bölüm ve düşündürdüklerinden söz etmek istiyorum. Kerem Eksen’in romanı “Buradayız”, altmış kısa bölümden oluşuyor.
Özetle açıklamam gerekirse bölümler yazarla okur arasında bir ön sözleşme gibi. Yazar okuruna, Selim’in iç kütüphanesindekileri, çevresindekilerin kütüphanelerine girip çıkması ile onlarınkini de, bilindik insanları içselleştirdiğinde onları da, geçmişimiz ve günümüzün bağlantıları ile toplumsal duyarlılığı, bireyselliği eleştirel öne alarak roman ruhunun hakim olduğu neredeyse gayri resmi bir geçit töreni gibi sunuyor.
Bu altmış bölümden on sekizincisinin adı “Başlangıç Noktası”.
Bu bölümde kahramanımız Selim, bir roman yazabilme zihin sancısını kenara bırakıp başlangıç noktasına dönüyor. Tanzimat döneminde 33 roman yazan ve onları evindeki matbaada kendi elleriyle basan Ahmed Mithad Efendi ile bağ kuruyor. Kitaplarını okuyup bu kitapları yazar iken ki hislerini hissetmeye çalışıyor. Sonra da kesiyor.
Ahmed Mithad Efendi’yi seviyor aslında. Ancak sevdiğiniz insanlar sevmediğiniz şeyler yazdıklarında dünyanız altüst olur diye düşünüyor. Yıllardır tanıdığınız dostunuz, ummadığınız bir skandalla dünyanızı sarsıverir deyip Ahmet Mithat’ın da yazdıkları ile bir skandala yol açmasından, ilişkimizi berbat etmesinden korkuyordum ile bu düşüncesini sağlamlaştırıyor.
Ben de Selim’in bu korkusuna kendimde ve insanlarda rastlıyorum. Bu ilişkiyi, durumu, değerleri berbat etme korkusunu endüstriyel korku olarak tanımlıyorum. Ve yaygınlaştığını gözlemleyip keyfimi kaçırıyorum. Herkes herkesten kendisi gibi olmasını bekliyor. Bundan kendimizi sakınmamız iyi olur diye de düşünüyorum.
Yani bir insan bir insanı bütünüyle sevip beğenip onaylamayabilir. Ama bu onunla ilişkilenmesinin önünde bir engel olmamalıdır. Bütünüyle kucaklaşmasa da birbirinin deneyiminden yararlanabilir, yararlandırabilir. Hayatla kurduğu ilişki senin kurmak istediğin ilişkinin tıpkısı gibi görünebilir.
Ancak yakınlaştığımızda sadece başlığınızın aynı olduğunu altında toplananların her birinin farklılıklar içerdiğini görebiliriz. Bu aslında sorun değildir. Neden bizim ki iyi güzel olsun da Onun ki öyle olmasın. Ahmed Mithad Efendi muhafazakar ve ahlakçı bir üslupla 33 roman yazmış olabilir Selim ise bambaşka hatta birbirine zıt bir üslupla 33 roman yazabilir.
Romanın Kavga adlı kırk beşinci bölümünde Selim, iş arkadaşı Yurdaer ile eskiden çocukluk şimdi ise ev arkadaşı olan Onur’la kavga eder. Aslında onlar hakkında ne düşünüyorsa nezaket üretmeden dile getirir. Onur’un sanatçılığına, sanat işlerine kötü laf eder. Yurdaer’e ancak üçte birini tamamladığı romanının olmadığını çöpe atmasını söyler.
Onur’un tanımlamasıyla Selim’in pijaması ile dünyanın gidişatını bol keseden eleştirip durduğunu okuruz. Anlayacağınız etekteki taşlar ortalığa saçılır. Bu üç yakın insan sevgilinin tanıklığında birbirlerine dökülürler. Önemsizleştirme bu olan bitenlerin sonrasında Selim’in düşüncelerinin başlığı olur.
Romanın kırk dokuzuncu bölümünde ise bu önemsizleştirme Selim’in kendi başarısızlıklarının kabulü aracına dönüşür.
Ve şöyle der : “Yurdaer ve Yurdaer gibiler benim gibi tedirgin romancıları bir hiç olarak görmeyi sürdürdükçe, bu ülkede samimiyet rejimini kuramayız. Bu insanlar sadece ve sadece yaptıklarımızla ilgileniyorlar, yapmadıklarımıza hiçbir kıymet vermiyorlar. Üçte ikilik roman yazanlara on puan… Roman yazıp bir güzel çöpe mi attınız? On puanınızı tutmakla kalmıyor, bu cesur eyleminizden dolayı efsane katsayısıyla çarpıyoruz ediyor size yirmi. Roman yazıp ölene kadar sandıkta tutanlara üç çarpı on. Uğraşıp didinip tek satır yazamayanlardansanız eğer, üzgünüz, bütün puanlarınızı sıfırla çarpıyoruz. Bu bozuk düzene isyan edesim geliyor Ey dünya! Lütfen çabalarımız göz ardı edilmesin…”
Bu alıntı ile kendi düşüncemi biraz tembelce açıklamış da oldum. Böyle birbirine bağlı altmış bölümden oluşan bu romanı zeki, düşündürücü ve eğlenceli buldum.
Endüstriyel düşünmemekle düşünmemek üzerine zihnimi meşgul ettiğim, dünya da güç paylaşımlarının süregittiği ve hem kişisel hem kentsel hem ülkesel hem dünyasal sonuçlara gebe bu günleri keyifli kıldı.
Misafirperverliği için emeği geçen herkese teşekkür etmeli ve Evet ben de “Buradayız” içindeyim demeliyim. (NÖ/EKN)
* Kitap, Alef Yayınevi editörü Sinan Kılıç tarafından yayına hazırlandı.