Önce yazımın başlığında kullandığım “beklenen” sonuçlar ifadesiyle ne kast ettiğimi söylemem gerek. 30 Mart seçimlerinin ayyuka çıkan sağlıksızlığı üzerine Türkiye’ye gelmek durumunda kalan AGİK seçim gözlemcilerinin de ifade ettiği gibi devlet ve medya olanaklarının bir aday tarafından haksız ve sınırsız kullanımına karşın, 30 Mart’tan farklı olarak sağlıklı geçen oy verme ve sayımı süreci sonunda R. T. Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini geçerli oyların yüzde 51,79’unu alarak kazandı.
Seçim sonrasında açıkça görüyoruz ki Erdoğan’a rakip olarak çıkarılan E. İhsanoğlu hem kendisini aday gösterenler, hem de parti olarak desteklediğini beyan edenler tarafından seçim çalışmalarını kendi başına götürmesi için seçmişler. E. İhsanoğlu da bunu başarıyla gerçekleştirip, geçerli oyların yüzde 38,44’ünü alarak Erdoğan’ı hem yarışta rakipsiz bırakmamış, hem de kendisini destekleyen partilerin muhalefet partisi kimliklerine(!) halel getirmeden seçimi tamamlamış oldu. Burada olasıdır ki tek beklenmeyen şey, tüm engellere karşın E. İhsanoğlu’nun olağanüstü başarı göstererek oy oranını yüzde kırklara kadar tırmandırması. Fakat İhsanoğlu’nun bu oy oranına ulaşma başarısında Erdoğan’ın kitleleri kutuplaştırma becerisinin de payı, elbette(!) ve hiçbir biçimde unutulmamalı.
Televizyon kanallarında ve gazete sayfalarında 30 Mart yerel yönetim seçimlerinin ortaya çıkardığı dağılımla, 10 Ağustos seçimlerinin sonuçlarını karşılaştırıp geçmiş ve gelecekle ilgili bir çok keşifler yapan gazeteci ve televizyoncular var. Ama bunların çoğu, elmalarla armutları karşılaştırdıklarının farkında değiller. Çünkü kullandıkları rakamların her birinin ölçütü farklı,neyi temsil ettikleri de belirsiz. Dolayısıyla ulaşılan sonuçlar da, ne olduğunu açıklamak yerine neyi kitlelere dayatmak istiyorlarsa ona göre şekilleniyor.
Gelin şimdi biz de; 30 Mart seçimleri ve 10 Ağustos seçimi sonuçlarını karşılaştırarak içinde bulunduğumuz durumu anlamaya çalışalım. Ancak bunu yaparken; neyi nasıl yaptığımızı, hangi verileri kullanarak ne gibi sonuçlara ulaştığımızı da açıklayarak ilerleyelim ki, hesaplarımız denetlenebilir olsun.
Adayların oy desteği ne kadardı ve ne kadar oy aldılar?
Seçmenler 30 Mart yerel yönetim seçimlerinde Büyükşehirlerde hem belediye başkanlığı, hem de belediye meclis üyeliği için oy kullanmışlardı. Seçimde aynı zarf içerisinde sandığa atılan oylar, seçmen tarafından tek bir parti ve onun adayına verilebileceği gibi, iki ayrı parti/aday tercihini yansıtacak şekilde de kullanılabiliyordu. Nitekim kayıtlı seçmenlerin yüzde 9,1’i, 30 Mart seçimlerinde oylarını sandığa iki ayrı parti/aday tercihiyle atmışlardı. Buna karşılık kayıtlı seçmenlerin yüzde 76,1’i ise hem başkanlık, hem de meclis seçimlerinde oylarını aynı partiye vererek kullandılar. Bu da, Cumhurbaşkanı adaylarının seçime girerkenki oy destek dağılımlarının ortaya çıkarılmasına imkan sağladı[1].
30 Mart Belediye Başkanlığı ve Meclis – 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Kayıtlı Seçmen Bazlı Oy Dağılım Tablosu ve Değişme | 30 Mart Oy Düzeyleri (En az - En çok) | 10 Ağustos Seçimleri Yurtiçi Oy Dağılımı | Değişme |
R.T.Erdoğan ve Destek Parti Oyları | 36,1 - 39,4 | 39,1 | Yok |
E.İhsanoğlu ve Destek Parti Oyları | 36,3 - 47,6 | 29,2 | Taban - 7,1 puan |
S.Demirtaş ve Destek Parti ve Bağ. Oyları | 4,3 - 6,1 | 7,4 | Tavan + 1,3 puan |
Oyları Geçersiz Sayılanlar | 3,4 - 4,5 | 1,4 | Taban - 2 puan |
Oy Kullanmayanlar | 10,6 | 22,9 | Taban + 12,3 puan |
Toplam | 100,0 | 100,0 |
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve onun adayları 30 Mart 2014 yerel yönetim seçimlerinde[2] yüzde 36,1 ile yüzde 39,4 arasında değişen bir oy düzeyine ulaştılar. Yüzde 36,1’lik kesim sadece AKP’ye oy verenlerden oluşurken bu kesime eklenen 3,3’lük seçmen kitlesi ise iki ayrı seçimden en az birinde AKP’ye ya da adayına oy vermiş seçmenlerden oluşuyordu. Yani bu kesim, bir başka partiden kazanılan ya da bir başka partiye kaptırılabilecek seçmenlerden oluşuyor. 10 Ağustos seçimlerinde R. T. Erdoğan bu seçmenlerin neredeyse (0,3 puanlık kesimi hariç) tamamının oyunu almış görünüyor. Bu aynı zamanda Cumhurbaşkanı adayı R. T. Erdoğan’ın 4 ay önceki seçimlerde partisine oy veren seçmenlere ek bir seçmen kitlesini sandığa çekemese de, partisinin seçmenlerinin neredeyse tümünün oyunu aldığının ifadesidir. Ya da Erdoğan, partisine kaybettirdiği kadar seçmeni kendi adaylığını onaması için sandık başına götürebilme gücünü sergilemiştir. Dolayısıyla Erdoğan AKP’ye seçmen kazandırıp-kaybettirmeden ya da kaybettirdiği kadar kazandırarak, 10 Ağustos’ta seçimi kazanan Cumhurbaşkanı adayı olmuştur. Ama bu olgu (seçmen desteğinin en yüksek noktasına ulaştığı) 2010’dan bu yana AKP’nin kayıtlı seçmen bazıyla oy kaybetme sürecinde bulunduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Önce Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) tarafından çatı adayı olarak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday gösterilen E. İhsanoğlu süreç içinde 12 partinin daha desteğini alarak, ana muhalefet çizgisinin tek adayı oldu. Tüm bu muhalefet partilerinin sadık seçmen desteği 30 Mart seçim bulgularına göre kayıtlı seçmenlerin en az yüzde 36,3’ü kadar, yani AKP kadar olduğu görülüyor. Ama bu kesime ek olarak, sahip olduğu iki oydan birini partileri için kullanmış yüzde 11,3 büyüklüğünde bir kitle daha var. Fakat bu kitle grup içindeki partiler arasında geçişler de yapabileceği için, ancak yüzde 5,7’lik (11,3 / 2) bir büyüklük olarak da düşünülebilir. Dolayısıyla seçime giderken İhsanoğlu’nun arkasında, kayıtlı seçmenin yüzde 36,3’üyle – 42’si kadar büyüklükte bir destek görünüyordu. E. İhsanoğlu 10 Ağustos seçimlerinde yurt-içi seçmenlerinin yüzde 29,2’sinin oyunu alarak, arkasında görünen kayıtlı seçmenlerin asgari yüzde 7,1’inin oyunu alamadı. Dolayısıyla E. İhsanoğlu’nu aday gösteren muhalefet çatısı kendilerini destekleyen seçmenlerinin 7,1 ile 12,8 puan arasında değişen kesimini ya sandık başına götürememiş ya da bunların bir bölümünü başka adaylara kaptırmışlar. Bu durumda ortaya çıkan sonuç -aday gösteren partilerce seçim sürecinde yalnız bırakılan- E. İhsanoğlu için azımsanmayacak bir başarı, onu aday gösteren partiler için ise bir hezimet olsa gerek.
S. Demirtaş Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin ve ezilenlerin, azınlıkların, insan hakları ve demokrasi talebi olanların sözcüsü olarak Cumhurbaşkanı adayı oldu. Demirtaş’ı destekleyenlerin 30 Mart yerel yönetim seçimleri verilerine göre kayıtlı seçmenlerin yüzde 4,3’ü ile 6,1’i arasında değişen bir büyüklük oluşturdukları gözleniyordu. 10 Ağustos seçimlerinde bu destek kayıtlı seçmenlerin yüzde 7,4’üne ulaştı. Dolayısıyla Demirtaş, sadık HDP(+BDP) seçmenlerine göre oyunu yüzde 72 oranında arttırdı. Öte yandan 30 Mart seçimlerinde kullandığı iki oydan birisini HDP(+BDP)’ye vermiş olanlar da dahil edildiğinde bu oran yüzde 21,3 olarak gerçekleşiyor ki, bu da Demirtaş’ın üç aday arasında oyunu artıran tek aday olduğunu gösteriyor. İşte bu da, eşitsiz seçimlerin beklenmeyen bir sonucu olarak Türkiye’nin önüne yeni ufuklar açıyor. O ufuklardan birisi de;
- 2015 genel milletvekili seçimlerinde yüzde 72-73 geçerli oy düzeyinde Türkiye’nin sol ve demokrat söylemli bir partisinin yüzde 10 seçim barajını aşarak mecliste grup oluşturması,
- 2015 genel milletvekili seçimlerinde yüzde 85’lik geçerli oy düzeyinde meclise sol ve demokrat söylemli bir parti olarak girip grup oluşturabilmek için 10 Ağustos seçimlerine göre ülke içindeki seçmen desteğini yüzde 15 daha arttırması, yurt dışı geçerli seçmen oylarının yüzde 10’unundan fazlasını alması gerektiği, anlamlarına geliyor.
Son Söz Yerine
10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri farklı kesimlere farklı mesajlar vermiş olabilir.
- Örneğin sola, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokrat bir söylemle Türkiye’de alternatif bir politika üretilebileceği ve bunun yüzde 10 ülke barajına rağmen meclise taşınabileceğini,
- CHP ve MHP gibi muhalefet bloklarına; “Erdoğan seçilmesin, benim partim de yıpranmasın” politikasının bir politikasızlık yaklaşımı olduğunu, eğer seçmenlerini sandık başına götürecek kendi adaylarıyla yarışa katılsalardı en azından ilk turda seçimin sonuçlanmamış olacağını,
- İktidar partisine, Erdoğan’ın karizmatik ve kutuplaştırıcı liderliğine karşın en üst oy düzeyine ulaştıkları 2010 referandumundan bu yana kayıtlı seçmenden aldıkları oyların azalmakta olduğunu ve kayıp süreçlerinin başladığını,
- Kamuoyu araştırmacılarına, seçimi sadece geçerli oy dağılımına indirgeyip, katılım düzeyi verilerini göz ardı ederek, kamuoyunu bilgilendiriyoruz demenin manipülasyonla kardeşliğini,
- Gazeteci, televizyoncu ve yorumculara, sunulan verilerin gerçek bazını ve kaynağını doğru bilmeden yorumlar yapmanın sağlıklı bir mesleki uygulama olmayacağını,
öğretmiş olabilir. Bitirirken son söz, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı yurt-içi seçimlerinde seçime katılım oranı yüzde 77,1 ve seçimdeki geçerli oy değerlendirme bazı da yüzde 75,7’dir. Bilmek isteyenlerin ve ihtiyacı olanların bilgilerine...
[1] 23 Mayıs 2014 tarihinde bianet’te yayımlanan “30 Mart’ta Seçmen Kaymaları” başlıklı yazımda partilerin kayıtlı seçmen bazıyla aldıkları en az – an çok oy oranlarının hesaplanışı ve ortaya çıkan oy dağılımları sergilenmişti. Buradan da yararlanarak, adayların arkasındaki olası oy destekleri hesaplanmıştır
[2] 30 Mart 2014 yerel yönetim seçimleri verilerine göre Türkiye’deki kayıtlı seçmenlerin yaklaşık yüzde 77’si Büyükşehirlerde yaşamaktadır. Dolayısıyla tabloda sergilenen veriler Büyükşehir yerel yönetim seçimleri sandık bazlı oy dağılımlarının karşılaştırılmaları yoluyla üretilmiştir. Veriler tüm Türkiye için geçerli olmamakla birlikte 30 Büyükşehir, 51 il seçim sonuçları karşılaştırmaları elde edilen eğilimlerin önemli oranda Türkiye’nin genelini de yansıtabileceğine ilişkin ipuçları vermesi nedeniyle ulaşılan dağılımın burada kaynağı belirtilerek kullanılabileceğini düşünüyorum.