Elbette, bu bakış açısı ilk körfez savaşı sırasında, izlediğimiz görüntülerden çok daha gerçekçi olmakla birlikte; savaşın soğukluğunu değiştirmeye yetmiyor. Yapılmak istenen sadece, savaşlarda insanların öldüğünü İngiltereli izleyicilere göstermek, fakat niçin savaşıldığı ve İngiltereli askerlerin niçin Irakta olduğu ise hiç irdelenmeden kalıyor. Bütün mesele, gerçekçi habercilik yapmak!.
El-Cezirenin yuppileri
Fakat bu program dizisi içinde benim dikkatimi en çok çeken; El-Cezire televizyonunun, savaş dönemindeki çalışmalarını konu alan belgeseldi. Belgeselin yapımına, savaştan bir kaç gün önce başlanmış ve savaş süresince daha çok El-Cezirenin Katardaki merkez ofisindeki çalışmalar ekrana yansıtılmaya çalışılmış. El-Cezire televizyonu Katardan uydu aracılığıyla yayın yapıyor. 15 farklı Arap ülkesinden habercinin çalıştığı El-Cezire televizyonu, 34 milyon kişiyi kapsayan bir alana yayınları ile ulaşıyor. Kanalın bütün yayını Arapça olarak yapılıyor ve yeni yılda İngilizce uydu yayınına başlanacağına ilişkin müjde veriliyor, program sırasında. Aslında bu haber, savaşın El-Cezire için kârlı sonuçlandığını gösteriyor.
Bütün El-Cezire belgeseli boyunca; dört kişi programın başlıca kahramanları olarak ele alınmıştı: Başta televizyonun koordinatörü , haber müdürü, Bağdatlı çevirmen ve haber muhabiri Halit. Koordinatör ve haber müdürü elbette, yupi görüntülü genç yöneticiler ve Batının iş yapma (business) ahlakını sonuna kadar televizyonlarına yansıtmaya çalıştıklarını her fırsatta vurguladılar. Özellikle; koordinatör Amerikan aksanı ile konuştuğu İngilizcesi ile; işlerin savaşın başlamasıyla hızlanacak olmasından çok heyecanlı olduğunu ve sabırsızlandığını iş iştir diyerek dile getirdi.
Haber müdürü İbrahim ise, savaşın devam ettiği sıralarda, kasıtlı olarak Amerikalılara karşı olmadıklarını, gerçekleri yayınlayarak sadece işlerini yaptıklarını söylüyordu. En büyük zaferlerini ise; Amerikan Uçağı Düşürüldü ve Halk Askerlerin Peşinde özel haberlerinin, Amerikan yönetimi tarafından önce yalanlanıp sonra da helikopterin düştüğünün kabul edildiği zaman yaşıyordu haber müdürü. Program boyunca, gerçekleri kimsenin saklayamayacağı ideolojisine oturtulmuş bir habercilik anlayışı sergilemeye çalışılıyordu.
El-Cezirenin vicdanı
Programın incelediği diğer iki kişi; Bağdatlı çevirmen ve muhabir Halit, onlar bu iki profesyonel Protestan ahlaklı iş adamından daha insani bir manzara çiziyorlar ekran karşısında. Televizyon kanalının haber muhabirlerinden Halit, Kuveytteki Amerikan üssünde, yapılan brifingleri izlemekle görevli. Fakat, bu brifinglerden hiç bir haber çıkmayacağı inancında. Böyle durumlarda, haberci soğuk kanlılığımı koruyabiliyorum ve sadece soğuk gerçeği vermekle yetiniyoruz diyordu.
Fakat Filistinle ilgili bir şey olduğunda farklı tepkiler veriyorum ve daha duygusal hareket ediyorum .. Brifingler arasındaki bekleme zamanını ise; dua ederek geçiriyor Halit ve kameraman arkadaşı.
Kanalın çevirmeni Iraklı ve El-Cezirenin sesi olarak adlandırılıyor. Çünkü; İngilizce yapılan bütün konuşmalar aynı anda çeviriyor ve dinleyicilere onun sesiyle aktarılıyor. İşini yaparken, ne söylendiğini çok fark etmediğini sadece yapılması gerekeni yaptığını vurguluyor. Fakat, savaş başladıktan birkaç gün sonra, Bağdat haritasının karşına geçip, acaba Amerikalılar Bağdatı özgürleştirdikten sonra buraları nasıl görünecek, diye sormaktan kendini alamıyor. Aslında, Bağdatla ilgili konuşurken sesindeki değişim, özlem ve kırgınlığın kesin ifadelerini taşıyordu. Çünkü bombardımanın yapıldığı günlerde bütün ailesi Bağdatta kalmaya devam ediyordu ve onlarla haberleşmesi mümkün olmamıştı.
Programda yayınlanan kişilikler üzerinde bu kadar detaylı durmamdaki nedenlerden biri; haber ilkeleri ile haberi yapan kişiler arasında ki bağlantıya az da olsa işaret edebilmekti. Elbette, El-Cezire televizyonuna ilişkin belgesel ekranına yansıyan bütün kişiler erkek ve iyi eğitim almış, akıcı İngilizce konuşan profesyonel kişiler. Daha da önemlisi; her fırsatta El-Cezirenin yayın ilkelerinin profesyonelce olduğunu vurguluyorlar. İş her şeyden önemli, soğuk gerçekler, amacımız sadece gerçekleri göstermek gibi ifadelerle; sık sık vurgulanan yaklaşım sanki biz diğer medya ile aynı kulvardayız der gibiydi!
El-Cezire bir alternatif ama...
Samuel P. Huntingtonın Clash of Civilisations (Medeniyetler Çatışması) kavramlaştırması ile ideolojilerin değil artık kültürlerin savaşları yaşanacağının haberciliğini yapıyordu. Peki, El-Cezire televizyonculuğunu bu kavramlaştırma ile nasıl açıklayabiliriz ve ideolojilerin yok olduğunu bu örnekle gerçekten gösterebilir miyiz?
Bu soruların cevaplarını tam bilemiyorum fakat hissettiğim kadarıyla; El-Cezirenin Amerikan yönetimince desteklenen medyaya bir alternatif oluşturduğu bir gerçek. Savaş sırasında; savaşa karşı çıkan en yüksek ses olarak adlandırıldı ve en azından benim izlediğim belgeselde El-Cezire böyle bir bakış açısı ile anlatıldı. El-Cezirenin varlığının en önemli vurgusu; gerçekliğin çok boyutlu olduğunu göstermek anlamında önemli fakat ideolojileri ve sisteme ilişkin eşitsizlikleri işaret etmekte yetersiz ve sınırlı kaldığı da bir diğer gerçek.
Emperyalist şiddet yalnızca kültürle altedilemez
Fakat, bir başka gerçek de; medyanın ortak bir toplumsal kimlik üretilmesinde çok büyük bir katkısı olduğu. El-Cezire, gerçekliği Amerikan kökenli popüler medyadan farklı yorumlayan bir yayın organı olmasının yanı sıra; aynı dili konuşan bir çok Arap ülkesinde yaşayan kültürleri ve insanları bir potada temsil etme çabasıyla da yayın yapıyor. Benzer bir örnek olarak ise ortak bir Kürt kimliği oluşturma çabasındaki Med-TV akla geliyor.
Bu örnekler de gösteriyor ki; kültür, Samuelsonin vurguladığı gibi, toplulukları seferber etmekte çok güçlü bir etmen ve ulus kavramı ile örtüştüğünde biliyoruz ki; çok etkin toplumsal hareketlere dönüşebilmekte. Fakat işte burada diğer dikkat çekilmesi gereken nokta şu: Emperyalist şiddete karşı sadece kültür ile örgütlenmek yeterli olamıyor, bu hareketi ideolojik bir sistem hareketine dönüştürebilmek ancak devrimci öğeleri barındırmakla mümkün olacaktır.
Her Irak savaşında, başka bir medya ile tanıştığımız bir gerçek. Acaba medyanın değişen yüzü bize bir anlamda da; değişen kapitalist ilişkilere ilişkin neler anlatabilir, bu incelenmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkıyor. 1992de ki Irak savaşında canlı ama hayali CNN medyasından, şimdiki gerçekçi medyaya terfi ettik. Savaş kanlı bir şey onun için size kan getirdik gerçekçiliği; yine de asıl ideolojileri ve ilişkileri açıklamaya ve bunları haber haline getirmeye yetmiyor.
Teknolojik yeniliklerin dünya üzerinde yayılıyor olması, bilgi ve haberin sermayeyi elinde bulunduran kişi ve kurumlar tarafından üretilebileceği gerçeğini değiştirmiyor, bunu El-Cezire örneği ile de görmüş olduk. (SD/EK)