Hollandalı yazar Arnon Grunberg'in "İliğine Kadar" adlı romanını okudum. Gül Özlem'in çevirisi ile Türkçeleşen roman, Alef Yayınevi tarafından Ağustos ayında basıldı.
İliğine Kadar'ın roman karakterleri insanı sıkan, rahatsız eden, bunaltan cinsten olmasının yanı sıra kurgusu da bir o kadar düşünmeyi tetikliyor. Karakterlerin yaşantıları; Hoppa, tahrik, çeşitlendirme, tüketim, etin bedeli, piyasa ve kapan adında bölüm başlıkları altında toplanıyor. Bu kurgu karşısında okur olarak zıplayan, ülkeler arası toplumsal haller üzerine mukayeseler yapan düşüncelerin peşinde yol alıyorsunuz.
Edebiyat aracılığı ile haber almayı çocuklardan haber almak kadar doğal ve besleyici buluyorum. Bu romanı okurken kendimden yola çıkıp, kadınlar üzerinden aldığım haberler üzerine öncelikli düşünmeyi yeğledim.
Roman, toplumda statü sahibi, özenilmeye önerilen karakterlerin toplumsal rolleri içinde birbirleri ile çıkarlarının öncelikli olduğu fantezilerinden beslenen hazlarının odağında gelişen ilişkiler içine girip çıkmalarını, bu uğurda maneviyatlarının yıkık döküklüğünü kadınları merkeze almadan anlatıyor.
Bu yıl çeşitli etkinlikler ile Hollada-Türkiye diplomatik ilişkisinin de 400. yılı kutlanıyor. Bu bilgi ile roman, iki ülke insanın toplumsal ilişkilerindeki kadının konumunun hangi benzerlikleri ve farklılıkları kapsıyor diye düşünmeyi de mümkün kılıyor.
Hollanda'da para karşılığı seks bir hak olarak tanımlanıyor. Kadınların "bedenlerini satma özgürlüğü" söylemi yasalarda yer alıyor.
Yine kadının ev işçiliğinden hayat boyu istihdama geçişinde yenilenen toplumsal düzene uyumlu yasal kararları bulunuyor. Örneğin kadına anne olması halinde verilen izin süresi bir yıl. Bunun altı ayını anne, altı ayını ise baba kullanıyor. Böylelikle değişen kadın rolü ile evdeki üretim kadın-erkek arasında paylaşılması amaçlanıyor. Babalar altı ay boyunca çocuk büyütme konusunda bir kadın gibi rol üstleniyor. Kadınlar da kariyerlerinden fedakarlık yapmaktan kurtuluyorlar.
Türkiye'de ise çalışan kadının konumu çocuk ve ev bakımında geleneksel değerlerle sürdürülüyor. Yani kadınlar hem çocuk hem kariyer yapmak isterlerse epey erkekleşmeleri gerekiyor. Para karşılığı seks ise değer yargılarımıza oldukça uzak.
İki ülke diğer yandan ortaklaşarak, bu farklılıklarımızla birlikte ekonomik üretime katılan kadınlar aracılığı ile eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına değil tam da aksine eşitsizliklerin derinleştirilmesine hizmet ediyorlar. Bu derinleşme, aynı sürede çalışan ancak farklı gelir elde eden kadınların evlerine ve çocuklarına taşıdıkları fırsatlar ile gerçekleşiyor. Erkeklerin kazancı çocuklar arası fırsat eşitsizliğini açığa çıkarmıştı. Şimdi kadınlar da sistemin bu meselesini körükleyerek sözde kadın devrimini -bindiği dalı- kesiyorlar.
İliğine Kadar'ın Hoppa başlığı altındaki birinci bölümde; Lea adlı iki çocuklu, Höss konusunda uzman Hollandalı bir kadın, "Holokost ve Avrupa Kimliği" temalı konferansta araştırmalarına daha fazla zaman ayırma tercihi ile karısından ve çocuğundan ayrı yaşayan Roland ile karşılaşır. İkisi de öz aile hayatları yanında birbirleri ile ve birden fazla sevgili edinerek yumak ilişkiler içine ta ki kendilerini bitirinceye kadar girer çıkarlar.
Roman, bu çoklu ilişkilerde öne çıkardığı maliyetleri bölüşmelerinin aksine kadının değişen rolüne rağmen statülü erkeklerin ev ve çocuk bakımında hiç de beklenildiği gibi rol üstlenmediklerini okura açıyor. Bunu en çok da Roland'ın boşandığı karısı Sylvie'nın oğlu Jonathan'la sürdürdüğü yaşamı bize anlatıyor.
Diş doktoru Sylvie'nin iyi anne olma çabası ile her türlü kabul edilmezliği üreten Roland'ın, iyi baba olmasını kendi ihmal ve incinmişliğine rağmen istemesi sıkışmışlık hissi uyandırıyor. Roland ve diğer erkek karakterler her türlü ailesel beklentileri para ile satın alarak karşılanabileceğini kabul ediyorlar. Ve öyle de yaşıyorlar. Hatta kadınlardan önce ekonomik hayatın içinde olmalarının bir kazanımı olarak ürettikleri pisliklerin neden olduğu kişisel krizlerinden yine birbirlerini kurtarabiliyorlar.
Lea ise belediye başkanı olan kocasının siyasi yerel gücünü başkalarına karşı kötücül üretmesine rağmen "O"nun bunu başarabilmesinde önemli etken olan aile fotoğrafındaki pozisyonunu korumayı yeğliyor. Üstelik de Höss konusunda uzman bir kadın olarak bunu yapabiliyor.
Bu roman, feministlerin ısrarla söylediği gibi gerek evde, gerek işte gerçek bir eşitlikten hala çok uzak olduğumuzu kanıtlar gibi. Hollanda'da böyle, Türkiye'de de böyle. Üstelik de romanın kadın karakterlerinin eğitim seviyesi yüksek, imtiyazlı sosyal sınıfa ait oluşları eşitsizliklerin en çok da toplumsal dönüşüm için umut taşıyan orta sınıf kesimde tartışılmadığını düşündürüyor.
Toplumsal cinsiyet eşitliği endeksine göre Türkiye Hollanda'nın epey gerisinde kalıyor. Ancak Hollanda'da kadınların yaşam pratikleri mutluluk üretemiyor. 400 yıllık diplomatik ilişkimiz içinde kadınlar iki ülkenin edebiyatı üzerinden henüz tamamlanmayan kadın devrimini tartışma yöntemi olarak seçebilirler diye düşünülebilir. Bu olabilir. Eşitlik için. (NÖ/AS)