Cemal Süreya’nın 99 Yüz kitabındaki insan antolojisine yaklaşabilmenin bir denemesidir bu, ne kadar başarılı olurum emin değilim.
Doğan Hızlan’ın ‘yergide ve övgüde aynı ustalığı gösterdiği edebi dengeyi kurabilmiş’ dediği çizginin yanından geçebilirsem ne mutlu bana. Çıktığım yolun ne kadar zorlu geçeceğinin farkındayım. O zorluk daha çok insanları kırmadan, üzmeden az da olsa farklı bir pencereden gösterme çabası benimki.
Dört yapraklı yoncanın en cesuru… Sinema buketinin en renkli çiçeği, rol kartelâsındaki aranjmandan herkesin kapısının önüne fazlasıyla renk bırakan cefakâr, yürekli bir oyuncu.
Perdenin sözde namus timsallerine, girdiği rollerle, karakterlerle cevap verirken perdeden taşan, kadının toplumdaki yerini her seferinde hatırlatmak zorunda kalan gözleri buğulu kadını… Umudu, şefkati, cesareti, isyanı ve direnişiyle halkıyla bütünleşen keskin bakışlı Fato.
Sevdiğiyle arasına kimseyi istemeyen oyuncu
Fatma Girik ya da halkın layık gördüğü ismiyle Fato. Mavi gözleriyle karşısındakini titreten, durduğu yeri yeniden bir sorgulatan, mangal gibi yüreğiyle toplumun sorunlarına el atmaktan çekinmeyen Yeşilçam’a ismini altın harflerle yazdırmış bir oyuncu.
Yönetmen Memduh Ün’le yıllarca nikâhsız yaşayarak toplumun evliliğe olan geleneksel bakışını da alt üst eder. En büyük sözleşmenin, akdin bir birine verilmiş söz olduğunu, devletin ya da herhangi bir kurumun şahitliğine gerek olmadığını hayatına uygular.
Kâğıttan önce söz, sözden önce yüreğin olduğuna inanır. Evliliğin çıkmazlarına da eleştirisini eksik etmez: “Nikâhsız evlilikler daha uzun sürüyor” diyerek aksini ıspatı için meydana davet eder.
Sanatçı eleştirendir, eleştirel bakar her şeye. Fato, oyunculuğundan öte sanatçı unvanını hak etmiş bir aktristir. Fatma Girik denildiğinde ağırlıklı olarak sanatçı Fatma Girk denilir, oyuncu Fatma Girik az tercih edilendir.
Devletin sanatçısı olmaz halkın sanatçısı olur düsturundan yola çıkarsak 2001 yılında Amerika Irakı işgal ettiğinde o günkü yönetime destek veren Hollywood oyuncularının boyaları akmıştı. Fato da Türkiye askerlerine moral vermek için Cüneyt Arkın’la 1974 yılında Kıbrıs’a giderek kariyerine küçük bir düğüm atar.
Türkiye’de bağımsız sinemanın önündeki engeller
Türkiye’de bağımsız sinema, sansür kurulları ve askeri heyetler aracılığıyla zapturapt altına alındığından soluk alması engellenmiş, 1950 İtalyan Yen Gerçekçilik Akımı ve Fransız Yeni Dalga akımı gibi bir yol bulamamıştır kendine. Sansür duvarlarını baskı mekanizmasını kendine has yöntemleriyle aşan yegâne insan Yılmaz Güney olmuştur.
Hal böyle olunca da oyuncuların sosyal ve kültürel duruşları her zaman sallanmıştır. Böyle bir kurum ya da dernek olmuş olsaydı oyuncular askerlerin yanında olmayacaklar, bu yönde gelen davetleri de sorgulama bilinçlerine haiz olacaklardı.
İngiltere sinemasında Ken Loach, Fransız sinemasında Jean-Luc Godard, Yunanistan’da ise Teo Angelepoulos ne ise bizde de Yılmaz Güney odur. Yılmaz Güney’le Acı ve Yarın Son Gündür filmlerinde birlikte oynayan Fatma Girik’le ne oldu da yollarını ayırdılar bilinmez. Yeşilçam’a egemen olan genel zihniyetin etkisi üzerinde düşünmekte fayda var.
Ne yoncası çiçekti o. Artık Bodrum’un Torba Mahallesi’ndeki parka adını veren bir çiçek. Kıyısındaki denizle aynı rengi paylaşan Girik’in masmavi gözleri belki parktaki bir çiçeğin yeşil yaprağında belki de bir gülün mavi kokusunda dünyaya yeniden gelecek.
Bodrum’un masmavi denizine baktıkça kıskanacak deniz, kendini kıyıdan kıyıya vuracak, köpürecek, sonra Fato’ya boyun eğip durulacak, dalgasız Bodrum denizi ünvanını hakedecek.
Yeşilçamda bindiği tramvayı her durakta durdurup milletle kucaklaşan oyuncu.
Aşkın ve acının rengi: Sezen Aksu
Edebiyatın kalbi: Murathan Mungan
Dario Fo'dan el alan bir oyuncu: Füsun Demirel
Bir barış elçisi: Kadir İnanır
Dik duran bir roman karakteri: Selahattin Demirtaş
(HB/EMK)