Cemal Süreya’nın 99 Yüz kitabındaki insan antolojisine yaklaşabilmenin bir denemesidir bu, ne kadar başarılı olurum emin değilim. Doğan Hızlan’ın ‘yergide ve övgüde aynı ustalığı gösterdiği edebi dengeyi kurabilmiş’ dediği çizginin yanından geçebilirsem ne mutlu bana.
Çıktığım yolun ne kadar zorlu geçeceğinin farkındayım. O zorluk daha çok insanları kırmadan, üzmeden az da olsa farklı bir pencereden gösterme çabası benimki.
Çok az filmin müzikleri filmin önüne geçmiştir. Duyduğunuzda hangi film olduğunu şıp diye anlarsınız. Tıpkı Selvi Boylum Al Yazmalım, İyi Kötü Çirkin, Yıldızlararası ve Rocky filmlerinde olduğu gibi.
Selvi Boylum Al Yazmalım’da Cahit Berkay, İyi Kötü Çirkin’de Ennio Morricone ve Rocky’de Bill Conti bu işleri yaparken işin bu boyutlara ulaşacağını tahmin etmişler miydi emin değilim.
Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın Yapımcılığını Arif Keskiner’in yaptığı Selvi Boylum Al Yazmalım filmiyle ilgili bir söyleşide Arif Keskiner: Filmle ilgili Cengiz Aytmatov’dan Kırmızı Eşarp eserinden uyarladığımız için izin almamız gerekiyor ama yazara nasıl ulaşacağımızı bilmiyoruz, sorduk soruşturduk dediler ki Mektubun üzerine Cengiz Atmatov yazın Sovyetler Birliğine gönderin, mektup sahibine ulaşır.
Gerçekten de öyle oldu der. Yazarın koskoca bir ülke tarafından nasıl tanındığına ve benimsendiğine dair çok güzel bir anekdottur. Bu girizgâhın sebebi Selvi Boylum Al Yazmalım’ın toksik karakteri İlyas.
Barış uğruna kariyerini riske attı
İlyas ya da Tatar Ramazan… Kimileri onu Yılanların Öcü filmindeki Kara Bayram ya da Dila Hanım’daki Karadağlı Rıza olarak bilse de kendisine en yakıştırdıkları rol İlyas’tır; bu coğrafyanın insanları nedense toksik ilişkileri hep sevmiştir. Selvi Boylum Al Yazmalım’ın İlyası ya da namı diğer Barış İnsanı Kadir İnanır.
Kendisi öyle bir oyuncu ki oynadığı hiçbir karakter Kadir İnanır’ın önüne geçmedi. Gülüşü ve kızgınlığıyla ikonlaşan dev bir oyuncu; Asya’ya sevgiyle bakarken Asya’yı mest ettiği gibi kızdığında da delidolu bir serseri olabiliyor.
Biz Tarık Akan’ı solcu biliyorduk meğerse solcu olan Kadir İnanır’mış; Yeşilçam ya da Türkiye sinemasında hiçbir oyuncunun, aktörün yapamadığını yaparak ‘dokunma, cıs’ denilene dokundu; Kürt Sorununun çözümü için bütün kariyerini riske atma ihtimaline karşı Selahattin Demirtaş’ın yanında görünmekten çekinmedi.
Barışa olan inancını her platformda dile getirdiği için Diyarbakır Tabip Odası’nın her yıl düzenli olarak verdiği Dostluk ve Barış Ödülüne layık görüldüğünde, Büyük Barışın yolunun tam bağımsız Türkiye’den geçtiğine inanıyordu.
Birkaç kez hastalanıp hastanede yattığında hakkında çıkan ‘öldü’ dedikodularına hasta yatağından dil çıkararak nanik yapan Kadir İnanır: Büyük Barışı görmeden gitmeye hiç niyetim yok, diyerek el sıkmanın, tokalaşmanın yakınlaştırıcı, sakinleştirici gücünü tekrar hatırlatarak ayağa kalktı.
Bu toplumun, bu ülkenin başka türlü hasta yatağından ayağa kalkamayacağını biliyordu. Hastane yatağındaki parlak galvanizli soğuk trabzana tutunduğunda içinin titrediği dedikodularına: Hayır, bunlar hep uydurma, beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan hayat arkadaşım, can yoldaşım Julide Kural’ın elini tuttuğumdaki iç titrememi götürüp bir demir parçasına mal etmeyin, yakarım ulan hepinizi diyerek kaşlarını sevgiyle çattı.
Terzi Fikri’nin içtiği sudan içmek
Yaş aldıkça daha da bilgeleşen İnanır bunu Kapı filmiyle belgeleyip astı Türkiye’nin dış kapısına. Her sinema oyuncusunun adeta bir cesaret manifestosu olarak görmesi gereken, kapı gibi orada duran o tiratları nasıl okuyacaklarını zamanla daha iyi göreceğiz.
Bir otelin lobisinde mi yoksa bir kafede mi bir hayranı yaklaşıp “Ağabey birazdan kız arkadaşım gelecek, geldiğinde beni tesadüfen görüp, ooo, Tayfuncum ne haber ya, nerelerdesin, özlettin kendini vallahi, gibi bir şeyler söyler misin ricasını kırmaz.
Daha sonradan kız geldiğinde Kadir İnanır yerinden kalkar hayranının yanına gider, anlaştıkları gibi tiradını söylediğinde, hayranı, suratsız ve kibirli bir şekilde, hadi lan oradan, sen kimsin!” diyerek Kadir İnanır’ı zor durumda bırakır. Bunun üzerine Kadir İnanır hiçbir şey demeden gülümseyerek yerine döner.
Yani diyeceğim o ki, Hollywood’un Marlon Brando’su, Robert De Niro’su, Robert Redford’u, Paul Newman’ı varsa Türkiye sinemasının da Kadir İnanır’ı var. Taklidi zor, kendilerine has oyunculuk çizgisi yaratmışlarsa bunda dünyaya bakış açılarının büyük payı vardır.
Fatsa’da Terzi Fikri’nin içtiği sudan içip gittiği yola revan olan Kadir İnanır’ın elindeki bayrağı devralmak için ne yazık ki daha yanına kimse yaklaşmamıştır.
Yeşilçamdan Hollywood’a giden tramvaydaki yakışıklı çocuk.
(HB/EMK)