Kim bilecek daha neler neler bekliyor ikimizi
Belki de çok mutlu olacaktık tutsaydık dilimizi
Orhan Gencebay
Yeni eğitim ve öğretim yılı hepimize hayırlı olsun. Mini mini birlerin, çalışkan ikilerin anne-babalarının birbirlerine bol bol caka satacakları bir yıl olur umarım.
Gerçi pekiyi başlayamadık. Geçen sene düz lise diye gittiği binanın kapısında imam ve hatip lisesi tabelasıyla karşılaşanlarımız oldu. Ya da 5,5 yaşın kaç aya denk geldiğini hesaplamanın zorluğunu farkettik. Bu yeni mevzular yanında klasikler de gene revaçtaydı. Servisçilerle kavga haberleri popülerliğini korudu. Kayıt parası muammasında henüz bir sonuca ulaşılamadığını öğrendik. Ve bir diğer klasik olan dil konusu her zamanki sıcaklığı ile karşımızdaydı.
Dil sorununun “ana dilde eğitim” ile ilgili kısmını [yazarın bilgi yetersizliğini affederek] bir kenara bırakırsak, en önemli boyutunun “sözlük meselesi” olduğunu söyleyebiliriz. “Terminoloji sorunu” da diyebilirdik ama oraya gelene kadar epey yolumuz var. Meselenin üç boyutu var: Sözlüğü okuyanlar, sözlük ne demek bilmiyor. Sözlüğü yazanlar, sözlük ne demek bilmiyor. İşkembe-i kübradan atanlar ise sözlüğün varlığından habersiz.
MEB tarafından önerilen ‘atasözleri ve deyimler sözlüğündeki’ kimi ırkçı ve cinsiyeti atasözleri epey tartışma yarattı. Dilbilimci Ömer Asım Aksoy’un kaleme aldığı eserde “On beşinde kız, ya erde gerek ya yerde”, “Erkeğin şeytanı kadın”, “Kızın var sızın var” gibi atasözlerinin bulunmasına yoğun şekilde itirazlar yükseldi. İtiraz sahipleri, bu sözlerin olduğu bir kitabın çocuklara önerilmesine karşı olduklarını belirtiyor. Anlaşılmayan kısım ise neden karşı çıktıkları. Mesela, “bizim atalarımız söylemez öyle şeyler” diye bir iddiaları olabilir. Ya da atalarımızın sözlerinin çarpıtıldığını, bu yolla ülkemizin vahşi batıdaki şöhretinin zedelendiğini düşünüyorlardır. Zira zaten mevcutta bulunan bir sözün, anlamını açıklamakla görevli bir kitapta yer almasının doğallığına karşı çıkacaklarını zannetmiyorum. Hele ki bu sözü kullananlarla ve sözü üreten kafayla uğraşmak dururken sözlükte yer almasına kızacaklarını hiç sanmıyorum.
Öte yandan, mevcut sözlükleri beğenmeyen doğuştan-anlambilimci kişilerin amatör/gönüllü sözlükleri bayağı rağbet görüyor. Örneğin “rabia” işareti üzerine on-onbeş sayfalık bir sözlük oluşturuluverdi bile. Muaviye’nin dedesinin adı olduğu, “car-i-yek” sembolü olduğu ve “cariye” kelimesinin bu işaretten geldiği bile söylendi. Halbuki, sadece sözlüğe bakarak, dedenin adı değil soyadı olduğu, onun da dört anlamındaki rabia değil, bir soyadı olan rabiah olduğu veya car-i-yek’in, dörtte bir anlamındaki çeyrek’e dönüştüğü görülebilirdi. Tek şaşkınlık duyduğum nokta ise zafer işaretinin roma harfleriyle beş anlamına gelmesinden dolayı işi İllüminati’ye bağlayan bir yazıya rastlamamaktır.
Tüm bunlarla beraber, sözlük yazarlarının sözlük nasıl yazılır üzerine bir kurs görmelerinde fayda görüyorum. En azından “anlam genişlemesi”, “mecaz”, “tecahül-i arif” üzerine birkaç haftalık bir seminer dizisi de yeterli olacaktır. TDK’nın güncel Türkçe sözlüğünde dolaştığınızda bu nevi eksikliklere rastlayabilirsiniz.** Siz bakmıyorsanız bile “dinsiz”in karşılığında “acımasız”a rastlayan birine ateizmin ne olduğunu anlatmakta zorlanabilirsiniz. “Yunan” karşılığında “palikarya”yı görmek komşunuza karşı sizi mahcup duruma düşürebilir. Esasen bu sıkıntı kolaylıkla aşılabilir. Çok zor değil; sadece, esas anlamını bir maddeye anlam genişlemesiyle ortaya çıkan anlamı bir başka maddeye yazıyorsunuz, başına parantez içinde argo (veya uygun düşen bir açıklama) yazıyorsunuz. Yoksa tabii ki bir kelimenin dil içinde yaşadığı macerayı sözlükten silmek gibi bir şey düşünülemez bile.
Beğenmediğimiz sözcükleri veya sözleri yok saymak epey zor. Hele bir de ne kadar kötü olduklarını vurgulamak istiyorsanız. Mesela “Kürt” dememek için neler çekiyor insanlar. Benim ilk hatırladığım, “esmer vatandaşlar” vardı. Zannederim ayrımcılıkta karışıklığa yol açmamak için “İngiliz” denmeye başlandı. Geçenlerde “dört harfliler” dendiğini gördüm. Gerçi hiçbiri türkülerde “Kürt” yerine “Gül” denilmesinin yerini tutmuyor.
Her ne sebeple olursa olsun, yok saymakla bir yere varılamıyor. Bir dilin ve o dili konuşan herkesin yaşam öyküsünü anlatan sözlükteki kelimelere, sözlere kızmakla da. Ancak sözlüklerin, erkek egemen ve ahlakçı bir gözlükle hazırlanmasına karşı çıkmak, dilin sahipleri ve üreticilerinin borcudur. Dil, kursa giderek öğrenilip kullanılan bir bilgisayar programından fazlasıdır. Asla sadece kullanıcı olunmaz. Her konuşan kendisini katar. “Ocak” kelimesine “ev” anlamını katan da, “ilaç” anlamındaki “em”den “emek”i türeten de dilin sahipleridir.
Bir sözcüğe beğenmediğiniz bir anlam yüklenmiş olması ve bunun genel kabul görmüş olması bu kelimelerin sözlüklerde yer almama nedeni olamaz. Sözlük, tanımladığı kelime ve sözlere yüklenmiş tüm anlamları içermelidir. Yok saymak, olmayan kelimeler veya anlamlar uydurmak yerine, bunların neden ayrımcı, aşağılayıcı olduğunu anlatarak amaca ulaşmaya bir adım daha fazla yaklaşılabilir. Örneğin, direnişin ilk günü hep bir ağızdan "orospu çocuğu" diye bağırılırken, uyarılar ve açıklamalar sonucu ikinci günden sonra küçük birkaç grup dışında bu küfür duyulmadı. Başka şekilde, LGBTT yürüyüşünde "velev ki ibneyim" dövizi yıllardır taşınıyor, oldukça etkili olduğu görülüyor. Dile neşter atmak yerine onun adımlarına uygun dansetmek zor olsa da emin bir yol. (BT/HK)