Belki de sonda söylenmesi gerekeni dil açısından başta telaffuz etmek doğru olacak. Kürtçe'de dilin vardığı nokta sistemle hesaplaşma anlamında tam bir "dilemma" halidir. 1925'li yıllarla birlikte tedavüle sokulan Takrir-i Sükûn ve Mecbur-i İskân Kanunları ve bu kanunların yarattığı zorbalık hükümleri çerçevesinde; eğitim-öğretimde devreye giren Tevhid-i Tedrisat ve uygulamalarından sonra Kürt Dili önce uzunca bir tek parti dönemi, sonra da ucu 2000'lere kadar dayanan nerdeyse bir asırlık bir ret ve inkâr dönemi yaşa(n)dı.
Belki bugün "mahcup" ve dahi "kasaba kurnazı" bir eda ile Kürtçenin adı dahi konulmadan "Yaşayan diller" adı altında kimi üniversitelerde ne olduğu henüz "akademik" kadrolarına bile yeterince anlatılamayıp / inandırılamamış "işler" kotarılmaya çalışılıyor. İşte bu işler ve bu sonuçlarla dersten "pekiyi" almayı herhalde beklememek gerektiği kanısındayım.
Kürtçe konusunda Kürt sorununun çözümsüzlüğe yatırılmasından kaynaklı koca bir cumhuriyet boyunca sicil bozukluğu var. Bu bozuk sicildir ki sadece (ana)dil meselesinde değil, Kürt sorununun genel manadaki çözümsüzlüğünü de ilgili kamuoyunun gündemine taşımaya yetiyor.
İktidar sanıyor ki; Kürtçe kurs açılmasına yönlendirmekle bu iş çözülecek!
İktidar sanıyor ki; Kürtçe demeden, "yaşayan dil" deyip de Kürdün adını koymadan bu iş çözülecek!
İktidar sanıyor ki; "trt avaz", "trt Arap" dediği halde "trt Kürd" değil de "trt 6" deme kurnazlığına düşerek bu iş çözülecek!
İktidar sanıyor ki; "Devletin resmi dili Türkçedir. Kürtçe anadilde eğitim olmaz" denilerek bu iş çözülecek.
Çözülmeyecek, bunların hepsi laf-ı güzaf.
Dilin kullanımına dair engelleri önce zihinlerden, sonra da yasalardan ayıklamadığınız müddetçe sorun olanca çıplaklığıyla devam edecek / ediyor da. Son örnek çarpıcı Samsunspor-Diyarbakırspor maçının trt 6'dan Kürtçe yayınına Samsunspor karşı çıktı, muhatap dikkate aldı ve başka bir kanala ve Türkçeye kaydırıldı.
Örneği geçelim ve dile dönelim. Dili, öncelikle sokağa çıkarmak lazım, yani çarşıda-pazarda-bakkalda-kasapta kullanıma zorlamak lazım. Tabelalardan tutun, esnafın diline yansıyıncaya kadar "Pazar dili" yapmak lazım dili! Ve bu Pazar dili muhabbetinde ısrar etmek lazım. Kürtçe konuşmayan esnaf, malını kolaylıkla pazarlayamacağını bilmeli. Kürtçe konuşmayan vatandaş, aradığı malı rahatlıkla sağlayamayacağını bilmeli. Bu sokağa yansıması gereken bir haldir. Bunun devletle de, kimilerinin bilinçaltına nüfuz eden haliyle kabamilliyetçilikle de pek ilgisi yoktur. "İşgüzar" kimi kamu görevlileri hâla ısrar edip engel çıkarmaya yeltenseler de hiç "takmamak" en iyisidir.
Diğer tarafı ise kamuya yansıyan yüzdür. Kamu kuruluşlarında Kürtçe konuşmakta ısrarcı davranmak gerek. Vergi verirken, nüfus işlemlerini yaptırırken, çocuğun okul durumunu sorarken, adres tarif ederken-sorarken "Vatandaş Kürtçe konuş" ilkesi, zihinsel algımızın derinlerine nüfuz etmelidir.
Her ev Kürtçe öğretilen / öğrenilen bir okul haline dönüştürmeli.
İlk ağızda yurttaş cephesinden kaba tabiriyle paylaşacaklarım bunlar.
Dili "sokağa" çıkarmaz, sadece "mecbur" kaldıkça evde kullanırsanız, dil giderek körelir, sonra da egemen dilin tahakkümü altında erir ve ölmeye yatar. Bugünkü hâl, kaba tabiriyle budur...
Öldürmek istemiyor muyuz? O halde kullanalım.
Sonra da devlete yönelip talep edelim.
Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması için talep edelim.
Bunun teknik olanakları elbette var.
Kimi aklı evvellerin engel koymak adına, hangi lehçede olacak, Zazakî (Dimilkî) mi Kurmancî mi olacak, yeterli Kürtçe bilen ve öğretebilecek elemanlarınız var mı? Türünden teknik hikâyeleri geçin. Cumhuriyet ilk kurulduğunda kara tahtanın önüne ilk geçilip de Latin alfabesi ile Türkçe yazıldığında da Anadolu'da kimse Türkçe dilini de alfabesini de doğru düzgün bilmiyordu. Öğretmek için de sadece Türkçe bilmek yetiyordu. Türkçe için pedagojik eğitim epeyce yıllar sonra geldi. 1960'lı yılların Diyarbakır'ının Mardinkapısında Cumhuriyet ilkokulunda birinci sınıf öğrencisi iken öğretmen sayısı yetersizdi. Üst sınıflardan Türkçe öğrenip, yazabilenler tahtaya "Ali topu at" yazısını yazıp öğretiyordu bizlere.
Bugün devletin inkârcı, imhacı ve asimilasyonda ısrarcı politikalarına rağmen Kürtler inadına Kürtçe diyerek gerek diasporada gerekse ülkede kendi kurumlarında yarattıkları Kürdi duruşta ziyadesiyle Kürtçe dil eğitimi için bir altyapı oluşturuyorlar. Yeter ki devlette samimiyet olsun. Geçmişte olduğu gibi Kürtçe kurslara önce izin verip sonra da kapı ölçüsüne takmasın...
Anadilde eğitim hakkının vazgeçilemez bir evrensel hak olduğu gerçeğini bir an bile göz ardı etmeden resmikabulü gerekir. Bu hakkın kullanımına dair teferruatı tartışmak bile abestir. Anadilini kullanmak isteği bir tek kişi ile sınırlı kalsa dahi bunun bir hak olduğu teyit edilmeli, yasal güvenceye alınmalı. Bir başka yönüyle de Kürtlere verirsek şimdiye kadar sesleri çıkmayan diğer etnisiteler de isterler paranoyası ve bu paranoya ile oluşan bölünme psikolojisi. Bunları da aşmak lazım! Anadolu ve Mezopotamya coğrafyalarının yerleşik ya da sonradan göç edip gelen halkları dâhil, kim bir halk olmaktan kaynaklanan kendi anadilini bütün alanlarda özgürce kullanmak istiyorsa sonuna kadar bu olanak sağlanmalı. Bunun başka yolu yok...
Yoksa (ana)dilin ikileme düşülen "dilemma" hali pürmelali bir süre sonra içinden çıkılamaz bir hâl alır ve herkesi yaralar, haberiniz olsun... (ŞD/EÖ)