İçinde bulunduğumuz dönemi yorumlarken hemen herkesin ortaklaşabileceği az sayıdaki konudan birisi de toplumsal yaşamın son yıllarda büyük bir hızla değiştiği ve bu değişime teknolojinin öncülük ettiği olacaktır.
Bu hızlı ve hatta baş döndürücü değişim toplumsal yaşamı yavaşça (!) ama kararlı bir biçimde neredeyse baştan aşağı değiştirirken toplumsal bir olgu olarak çocukluğu da biçimlendiriyor.
Bu kısa yazı da çocukluğun değişimini ele almak olanaklı değil. Bu nedenle bu yazıda değişimin çocuk koruma politika ve sistemleri üzerine etkisini ele almak istedik.
Dijital dünya veya çevrimiçi yaşam çocuk koruma politikalarını nasıl etkiledi ve etkileyecek sorusuna yanıt vermekten çok, konuya kapı aralamayı ve akıllarda yeni sorular bırakmayı amaçladık.
Fırsatlar ve riskler
Türkiye'de çocuk koruma dendiğinde çoğunlukla “ve doğal olarak” çocuk yoksulluğu, çocuğa yönelen şiddet, çocuk emeğinin sömürülmesi gibi belli başlı sorun alanları akla geliyor.
Oysa dijital dünyanın getirdiği yepyeni sorunlar var ve henüz bunlara ilişkin kapsamlı bir anlayış ve hizmet politikamız olduğu söylenemez.
Bilindiği gibi Türkiye'de gelir dağılımı eşitsizliğine ilişkin rakamlar, bu konunun Türkiye’nin kalıcı sorunlarından birisi olduğunu gösteriyor. Gelir dağılımı eşitsizliği, parçalı bir toplumsal yapı ortaya çıkartıyor.
Gelişmiş refah devleti uygulamaları da olmayınca toplumun alt ve alt orta sosyoekonomik gelir grubunda yer alan çocuklar, halen “gelişmiş” ülkelerin yüz yıl önce maruz kaldıkları (ve büyük ölçüde çözdükleri) sorunlarla boğuşuyor.
Öte yandan Türkiye’de hızla büyüyen bir orta/orta-üst ve üst sosyoekonomik grup var. Sosyal ve ekonomik farklılıklar toplumda aynı anda, farklı çocukluklar ve farklı çocukluk dönemine özgü özelliklerin bir arada görünmesine neden oluyor.
Ancak bazı ortaklıklar da yok değil. Örneğin dijital dünya, her sosyoekonomik gruptan çocuk için yaşamın önemli bir parçası çevrimiçi (online ya da dijital) yaşam, çocuklar için içine doğdukları bir gerçeklik.
Türkiye özelinde farklı sosyolojik – ekonomik – kültürel çevrelerdeki çocukların dijital dünya kullanma alışkanlıkları üzerine bir araştırma yok. Hem kullanım biçimleri hem süreleri bakımından farklar çıkacağını öngörebiliriz, ama tam olarak neler olup bittiğini ancak araştırarak bulabiliriz.
UNICEF Dünya Çocuklarının Durumu Raporu (2017), düşük gelirli ülkelerde çocukların dijital cihazlara erişim taleplerinin diğer ülkelerdeki yaşıtlarının 2,5 katı fazla olduğunu ortaya koyuyor. UNICEF aynı zamanda uyarıyor:
“Gerekli güvenlik önlemleri alınmamışsa dünyadaki en dezavantajlı çocuklar çevrimiçi (online) risklere daha da açık hale gelecektir.”
Türkiye gibi yapısal sosyoekonomik sorunlar nedeniyle toplumsal gruplar arasında önemli farklılıklar bulunan bir ülkede doğal olarak çocuk koruma politika ve hizmetleri acil ihtiyaçların karşılanmasına odaklanıyor. Türkiye’de henüz en acil ihtiyaçların yanıtlanması hariç kapsamlı bir çocuk koruma sistemi olmaması, yeni dijital dünya karşısında çocukların ve ailelerin yalnız kalmalarına neden oluyor.
Mevcut ortamda dijital dünya ve çocuklara ilişkin tepkiler (biraz da ne yapacağını bilememekten) olumsuz şekilleniyor. Çevrimiçi (online) yaşama yönelen negatif algı oldukça yoğun. Oysa Selwyn ve Odabaşı’nın (2017:1) da dediği gibi "günümüzde çocukların çevrimiçi yaşaması, hem riskler hem de fırsatlar hakkında yeni soruları ortaya çıkarmaktadır".
Yani risk ve fırsatlar eş zamanlı sunuluyor. İngiltere’de faaliyet gösteren Çocuklara Kötü Muameleyi Önleme Derneği (NSPCC) tarafından hazırlanan “Net Aware Report” adlı çalışmada, dijital dünyanın çocuklara hem risk hem de fırsat sunduğu dile getiriliyor.
11-18 yaş aralığında 1,696 çocukla gerçekleştirilen araştırma (Zati, 2018) sonunda çocukların dijital medyada video izlemek ve paylaşmak, fotoğraf paylaşmak ve oyun oynayamak gibi yollarla eğlenme fırsatı bulduğunu ve en çok da bu sebeple sosyal medyada olduğunu söylüyor.
İletişim, kendini ifade etme, kendini temsil etme, yaratıcılık ve çevrimiçi özerkliğin de digital dünya tarafından çocuklara sunulan fırsat olduğu dile getiriliyor. Ancak aynı zamanda da bu fırsatların riskleri barındırdığı da ifade ediliyor.
Yabancılarla etkileşim: Bu başlık istenmeyen arkadaşlık tekliflerini, cinsel veya saldırgan mesajları ve gizlilik eksikliği korkusunu barındırıyor. Şiddet ve kin, cinsel içerikli görüntüler, zorbalığa maruz kalma da çocukların digital platformlarda maruz kaldıkları risklerin başında geliyor.
Bir yandan bu alandaki hızlı gelişmeler, öte yandan çocuk koruma sisteminin zayıflığı, yetişkinlerin daha çok risklere odaklanmasına neden oluyor. Oysa sürekli sorunlara odaklanmak fırsatları da kullanamamamız anlamına geliyor.
Bu nedenle bu yeni çevrimiçi yaşama ayak uyduran bir çocuk koruma sistemi kurmak gerekiyor. Bunu yaparken iki noktanın üzerini çizmek önemli. Birincisi çocuklara yönelik sosyal hizmetlerin ve çocuk koruma hizmetlerinin çocuklar için erişilebilirliğini arttırmak, ikincisi ise çocuğun güvenliğini (özgürlükleri sınırlandırmadan) sağlamak için dijital yaşam ve çocuk ilişkisinin temel ilkelerini oluşturmak.
Risklerden korunma
Tartışmamız gereken ilk konu dijital yaşamın çocuklar için taşıdığı/getirdiği riskler. Çevrimiçi yaşam ve dijitalleşen oyunlar alışkanlıkları değiştirmekle kalmıyor. Toplumsal bir kurgu olarak çocukluğu değiştiriyor. Çocuğun dijital dünya içinde buldukları arasında onun için zararlı birçok şey olduğu söyleniyor.
Bunların bir kısmı yetişkinler için üretilen pornografi vb. unsurlar içeren ürünler, bir kısmı ise çocuklar için üretilen ürünler. Ancak çocuklar sadece bir takım seyirlik unsurlara maruz kalmıyorlar; aynı zamanda zorbalık, istismar edici ilişkiler gibi sosyal yaşamları ile ilgili risklere de maruz kalıyorlar. Bunlar zaman zaman çocukların hayatlarına da mal olabiliyor.
Bir de obezite, farklılaşan sosyalleşme biçimleri, değişen öğrenme alışkanlıkları gibi gündelik yaşamlarında başka sorunlar yaşamalarına neden olan etkilerden söz ediliyor.
Rakamlar bize genel bir çerçeve çiziyor.
Dünyada her üç internet kullanıcısının biri çocuk; internet kullanıcısı olan her dört çocuktan birinin sosyal medya sitelerinde olumsuz/üzücü bir deneyimi var; her üç çocuktan biri siber zorbalık mağduru oluyor, sadece 2016-2017’de İngiltere’de online istismar mağduru olan çocuklarla 2100’den fazla danışmanlık seansı yürütülmüş.
UNICEF (2017) Dünya Çocukları Durumu Raporu’nda, Malezya polisi seks suçları birimine atfen verilen bilgiye göre, 2015 yılında internet aracılığıyla tanıştıkları kişilerin tecavüzüne maruz kalan kişilerin yüzde 80 kadarını 10-18 yaş grubundan çocuklar oluşturuyor.
Çocukların maruz kaldıkların tehlikelerin niteliği ve niceliği, bu konunun ciddiyetle ele alınmasını gerektiriyor. Şu anda üretilebilen çözüm önerileri; filtreleme sistemleri, ailenin çocuğu yalnız bırakmaması, hizmet sağlayıcıların zararlı içerikleri denetlemesi, medya ve sosyal medya okur – yazarlığı eğitimi gibi önerilerden oluşturuyor. Bu önerilerin uygulanabilirliği ve etkililiği tartışmalıdır. Ancak, bu tartışmaların sağlıklı bir biçimde yapılmaması ve etkisiz kalınması, sansür tartışmalarına kapı aralanmasına neden oluyor.
Dijital dünyanın sunduğu olanaklar, bu platformun bireylerin ifade özgürlüğüne dayanmasında yatıyor ve dünyanın her yerinden insanların birbirleri ile çeşitli vesileler ile kolaylıkla iletişim kurabilmelerinden besleniyor. Buna zarar verecek müdahaleleri içeren öneriler de bir öncekiler kadar uygulanabilirlik ve etkililik açısından tartışmalıdır.
Hal böyle olunca iş biraz daha karmaşıklaşıyor. Çocukların hem dijital dünyanın olanaklarından tam olarak yararlanabilmesi hem de güvenliklerinin korunabilmesi gibi bir sorunla karşı karşıyayız.
Sosyal hizmetlere erişiminde bir fırsat mı?
Belki bu sorun için de çözüme bir giriş niteliğinde olabilecek, tartışmanın ikinci yönü de dijital dünyanın çocukların sosyal hizmete erişiminde bir fırsat olarak kullanılma olasılığıdır. Bu konuda bazı sorular sorarak tartışmayı açabiliriz: Dijital yaşamı çocukların korunması için fırsat olarak görmek olanaklı değil mi?
Çocukların ihtiyaç duydukları hizmetlere, danışmanlığa çevrimiçi araçlarla ulaşmaları hem daha masrafsız hem de kolay olmaz mı? Yardıma ihtiyacı olan çocuklara geliştirebileceğimiz çevrimiçi (online) araçlarla daha kolay erişemez miyiz? Erişebiliriz. Ama ne yazık ki konu bu kadar basit değil.
Pekiyi, bu çevrimiçi araçları kullanmanın getireceği etik sorunlar olabilir mi? Gizlilik, verilerin korunması, kötüye kullanım sorunlarını dikkatle düşünmemiz lazım. Ancak özellikle Türkiye gibi coğrafi açıdan erişilebilirliğin en azından bazı kırsal bölgeler için sorun ve ekonomik olarak külfetli olabileceği bir ülkede çevrimiçi araçları kullanmanın önemli bir kolaylık sağlayacağı açıktır.
Tarımeri; “İnteraktif Çocuk Koruma ve Sosyal Hizmet Programı…” başlıklı yazısında konuyu “interaktif “ve/veya “birleşik/uyumlu” sosyal hizmetler yaklaşımı” olarak tanımlıyor ve yeni topluluklar öne çıkarken sosyal medya gibi yeni kullanım, katılım uygulamaları ve araçlarının çocuk koruma sistemine dahil edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Sesli görüntülü iletişim araçlarını çocuk koruma hizmetlerine monte edemez miyiz? Çocukların başvurabilecekleri çevrimiçi (online) platformlar düşünülemez mi? Görüntülü sesli danışmanlık düşünülemez mi? Bunların hepsi düşük maliyetli çözümler olabilir çocuk koruma sisteminde. Ancak bu hizmetler erişimi artıracağı gibi hizmetlere talebi de artıracaktır. Bu nedenle eş zamanlı olarak hizmet çeşitliliğini de hizmet birimlerinin sayısını da artırmak gerekir.
Sosyal hizmet etiğinin önemli isimlerinden olan Reamer (2013) içinde bulunduğumuz dönemi “sosyal hizmet etiğinde dijital dönem” olarak tanımlıyor ve diyor ki “sosyal hizmet etiğinin sonuncu ve en yeni evrimsel aşaması, 2000’li yıllara karşılık gelen dijital dönemdir. Bu dönemin dijital olarak adlandırılmasının nedeni, hizmetten yararlananlara hizmetin uzaktan teknoloji araçlarıyla götürülmesidir. Dijital ve elektronik seçenekleri içeren çok sayıda araç ile müracaatçıya erişme imkânı, karmaşık etik sorunları doğurmaktadır. Online danışmanlık, video danışmanlığı, e-posta üzerinden terapi, telefon üzerinden terapi, sosyal ağ ve metne dayalı mesaj üzerinden müdahale vb. uygulamalar, meslekte beklenmedik etik sorunlara yol açmaktadır" (Reamer, 2013: 173).
Açıkça belirtmek gerekir ki tüm bu öneriler bizi doğrudan bir “sosyal kontrol” aracı olarak sosyal hizmetler tartışmasına götürecektir. Yukarıdaki öneriler kolaylıkla toplumu denetleyen, toplumsal gruplar üzerinde baskı kuran, izleme aygıtlarına dönüşebilir. Bu nedenle dijital yaşamın getirdiği olanakların çocuk koruma sistemlerinde kullanılması konusu sosyal hizmet değerleri ve etik ilkelerinden bağımsız tartışılmamalıdır.
Dijital medyayı çocukların sosyal hizmetlere erişiminde bir fırsata çevirebilmek için, meslek etik ilkeleri ve kişisel verilerin kaydı ve kullanımı ile ilgili mevzuat, kişi hak ve özgürlüklerini koruma konusunda yeterli mi sorusuna yanıt aramamız gerekiyor. (SA/HA/BK)
Kaynaklar
Eğilmez, M. (2017) “Gelir dağılımı bozulmaya devam ediyor”. (18 Eylül 2017’de yayınlanmıştır), Erişim: 15.03.2018
NSPCC “Child Abuse and Neglect; Online Facts and Statistics”. Erişim: 02.03.2018.
Reamer, F. (2013) Social Work Ethics and Values. Columbia University Press
Selwyn, N ve Odabaşı, F. H. (2017) “Çocuklar ve Gençlerin Dijital Yaşamla Mücadeleri”. Dijital Yaşamda Çocuk. (Editör: F. Odabaşı) Pegem Akademi.
Tarımeri, N. (2018) “İnteraktif Çocuk Koruma ve Sosyal Hizmet Programı; Sosyal Medya, Dijital Uygulamalar, İş ve Ürün Geliştirme İçin Bazı Gözlem ve Öneriler”. Erişim: 3.3.2018.
UNICEF (2017) Dünya Çocuklarının Durumu Raporu. Erişim: 01.03.2018
Zati, Z. (2018) “Net Aware Raporu 2017: Kendimi Güvenli İfade Etme Özgürlüğü”. Erişim: 02.03.2018.