Bir çocuğun ihmal edildiğini düşünüyorsanız, örneğin anne ve babasının biri üç diğeri yedi yaşında iki çocuğu evde tek başına bırakıp işe gittiklerini görürseniz ne yaparsınız?
Birçok olaydan biliyoruz ki, hiçbir şey yapmazsınız. Neden? Neden bir şey yapmazsınız?
Bunun bir zararı yok mudur?
Olmaz olur mu?
İşte bir örneği: Tokat’ta bir, üç ve beş yaşlarındaki üç kardeş evde yalnızlarken 16 Aralık 2017’de çıkan bir yangında hayatlarını kaybettiler. Benzer bir olay 18 Mart 2017'de Beyoğlu’nda yaşandı. Orada da iki, üç ve beş yaşlarında üç kardeş hayatını kaybetti.
Evde yalnız kaldıklarında çıkan yangında kaç çocuk öldü?
Tam sayıyı bilmiyoruz ama sık sık duyuyoruz, değil mi? Tam sayıyı bilen var mı? Böyle bir kurum var mı, bu şekilde hayatını kaybeden çocukların tam sayısını sorunca söyleyebilecek? Her birinin sebeplerini, benzerlik ve farklılıklarını araştırmış bir kurum var mıdır?
Herhalde olması gerekir değil mi? Çünkü böyle bir sorumluluk anlayışı olmadan bu gibi olayların tekrar etmesini önleyemeyiz.
Çocuk odaklı veriler
Öyleyse, ilk olarak, çocuk odaklı veri toplayan, bireysel vaka demeden her olayı araştıran ve veriye dayalı politika üreten bir kurumumuz olmalı.
Hatta bu bir Bakanlık olsa çok daha iyi olur.
Öldüren ve intihar eden babalar
Neden hiçbir olayın bireysel görülmemesi gerektiğini ortaya koyan en güncel örnek, çocuklarını öldüren ve intihar eden babalardır. 12 Kasım 2017'de Antalya’da bir baba iki çocuğunu öldürdükten sonra intihar etti.
O zaman sorsalar tekrar edebileceğini kim söyleyebilirdi?
Sistem zafiyeti?
Antalya İl Emniyet Müdürü de “aile içi dram” olarak nitelemişti durumu. Ama, bu "aile içi dram" tekrar etti. Çok değil hem de iki ay sonra, bu kez İstanbul Maltepe’de bir baba iki kızını öldürdü ve intihar etti.
Dolayısıyla hiç de "aile içi dram" olmadığı, sistem zaafiyeti olduğu görüldü.
Adli makamların bildiği "aile içi dramlar"
Antalya’daki olayda gazetelerde baba ile ilgili şöyle bilgiler var:
“Göksel Akşeker’in, 2 yıl önce de 13 katlı apartmanın 11. katındaki dairenin penceresine çıkarak intihar girişiminde bulunduğu ortaya çıktı. Pencerede bıçakla keserek, kendisini yaralayan ve 'Mehdi' olduğunu ileri süren Akşeker’in 6 saat sonra polisin çabasıyla pencereden indirildiği öğrenildi. Öte yandan evde yapılan aramada, Akşeker’e ait sahte 20 kimlik ele geçirildi.”
Gökşener'in birkaç ay önce de, 30 Ağustos 2017'de eşini sokakta tabanca ile vurduğu ve öldüğünü düşünerek bırakıp gittiği bildiriliyor. Bu artık aile içi dramı aşmış bir durum değil mi?
Benzer özellikler İstanbul’da gerçekleşen olayda da var. Boşanma davası, koruma talebi gibi hukuki başvurular var. Yani adli makamlar durumu biliyorlarmış ve koruyamamışlar. Ama biz buna "aile içi dram" diyoruz. Hiç kimse kendini sorumlu hissetmiyor.
Biliyorlar, engellemiyorlar
6 Kasım 2017'de İstanbul’da bir baba 9 yaşındaki oğlunu bıçaklayarak öldürdü. Babası, oğlunu öldürmeyi daha önce de denemiş.
Dayısı şöyle anlatıyor durumu:
“Çocuk ölüm tehdidi aldığını söyledi. Eve kapatıyor. Doğalgazı açıyor. Çocuğu tehdit ediyor ve bize de ses kaydı yolluyor. İlçe emniyete gidip anlattık olayı. Eve gittik koçbaşıyla kırıp eve girdiler. Ertesi gün serbest kaldı. İki hafta sonra savcılıktan izin kağıdı aldı çocuğu görmek için. …Bir baba çocuğunu ölümle tehdit ediyor ve savcılık izin veriyor. İçimiz yanıyor. 10 senedir eziyet ediyor.”
Eğer bu olaylar adli makamlara intikal etmişse çocuğun korunmasından sorumlu makamlara da intikal etmiş olmalı (ÇKK. 6.md). Adli makamlar da, çocuğun korunmasından sorumlu makamlar da öğrenmiş ama engelleyememiş.
Engellemeyenler de sorumlu
Öyleyse ikinci olarak, kendini bu sonuçlardan sorumlu hisseden bir kurum ve meslek elemanları olmalı.
Sadece eylemi gerçekleştiren kişilere değil, engellememiş olanlara, idarenin sorumluluğunu yerine getirmekte zaafiyet gösterenlere de hesap sorabilen bir sistem olmalı.
Bu zaafiyetin bir sebebi olmalı değil mi?
"Kader" mi?
Neden, oğlunu daha önce öldürmeye kalkışmış veya karısını sokak ortasında vurmuş bir baba ile çocukların görüşmesine, hatta yatılı görüşmesine izin veriliyor? Bu adamların çocuklarını öldürebilecekleri düşünülse verilmezdi herhalde bu kararlar.
Bu izni verenler, “babadır çocuğuna kıyamaz”, ‘bir miktar aile içi şiddet olabilir, o da onun kaderi’ diye düşünüyorlar.Birçok meslek elemanı çocukla görüşmenin anne ve babaya tanınmış dokunulmaz bir hak olduğunu zannediyor. Ağır şiddet ve ihmal hallerinde bile bu gerekçe ile velayete müdahale edilmiyor.
Velayet dokunulmaz değil
Öyleyse üçüncü olarak, bu önyargılarla hesaplaşmamız gerekir.
Anne babanın doğası gereği şefkatli olacağı mitini; velayetin anne babaya tanınmış dokunulmaz bir hak olduğunu varsayan yaklaşımı terk etmeliyiz.
Önce çocuk
Onun yerine; çocuğu odağa koyan, çocuğun menfaatine önceliği veren, ebeveynlerin çocuğun yararı çerçevesinde hak ve yetkilere sahip olabileceğini benimseyen ve ebeveyne çocukla ilişki kurabilmek için yeterli olma yükümlülüğü getiren ve bu konuda onu destekleyen, bir yaklaşımı benimsemeliyiz.
Eğer aile içi şiddet veya ihmal varsa ‘çocukları anne – babalarından alalım ve hiç görüştürmeyelim’ demek ile ‘anne babadır, döver de sever de’ demek arasında başvurulabilecek başka yöntemlerimizin olması gerekmez mi?
Rüya
Yok mu ki, Rüya şu anda aramızda değil. Rüya, çok küçükken anne ve babasının ayrılması nedeniyle yurda bırakılmış, 8 yaşında iken yeniden evlenen annesi tarafından yurttan alınmış ve şu anda hayatta olmayan bir kız çocuğu.
23 Nisan 2014 günü üvey babasının çalıştığı oto tamircisine göndermiş annesi Rüya’yı, eve dönüş yolunda tanımadığı bir kişinin istismarına maruz kalmış olduğu iddia ediliyor. Dikkatli bir kadın tarafından durumun fark edilerek polise haber verilmesi sonucu olaya polisler müdahale etmiş.
Fail hakkında ceza davası açılmış ve dava devam ederken 18 Temmuz 2015'de intihar etmiş Rüya.
Cezalandırmak yetmez
Böyle bir olay sonrasında sorulması gereken en kritik soru nedir? Cinsel istismar failine verilecek cezanın ne kadar olacağı mı?
Aklımızın bir köşesinden bu çocuğun annesi ve üvey babası ile yaşaması kararının doğruluğunu sorgulamak geçmez mi? Acaba eksik incelemeler ve hatalı kararlar ile, uygun olmayan durumlarda evlerine gönderiliyor olabilir mi çocuklar?
Acaba evlerine dönen çocukların içinde bulundukları koşulları yeterli sıklıkta izleyebiliyor muyuz?
Çocukların izlenmesi
Hatta acaba, çocuk için en iyisini değerlendirme yeterliliğine sahip yeterince personel var mı alanda çalışan? Acaba bu olay sonrasında ailesine dönmüş olan çocuklar ile ilgili bir genel değerlendirme yapıldı mı?
Bu boyuta varan olayları; konusu komşusu, eşi dostu, akrabaları bilmiyor muydu bu çocukların? Babası tarafından bıçaklanarak öldürülen Yiğitcan’ın dayısı “Olay açık açık ‘Geliyorum’ dedi.” demiş.
Geliyorum diye diye
Bu olaylar böyledir. Açık açık geliyorum der. Biz, seyrederiz, yapacak bir şeyimiz olmadığını düşünürüz. Sonra çocuklar ölür, yaralanır, sokakta yaşamaya başlar, uyuşturucu bağımlısı olur, cinsel istismara maruz kalır, suç işler…
Çevrenize baksanız, her gün bir olay görebilirsiniz, açıkça “geliyorum” diyen. Öyleyse, dördüncü olarak da, kendini çocuğun korunmasından sorumlu hissedecek bir toplum gerekir.
Kurumsal hizmeti takip
Eğer çocuğun korunmasından sorumlu kurumların iyi işlemediğini düşünüyorsak, iyi işlemesini talep etmek, nasıl işlediğini kontrol etmek de bizim sorumluluğumuz.
Başlangıç için sorular
Son olarak da bir öneri; eğer yetti diyorsanız, bir sonraki olayda şu soruları sormak ve cevabını alıncaya kadar takip etmek değişim için başlangıç olabilir.
- Ne oldu, neden oldu, sonrasında ne yapıldı? Araştırma yapıldı mı? Kaydı tutuldu mu?
- Benzer durumda kalan, örneğin babası tarafından öldürülmeye çalışılan veya şiddete maruz bırakılan çocuk nereye başvurabilir?
- Çocukların bu yolu bilmeleri için ne yapılıyor?
- Bu yol etkili biçimde çalışıyor mu?
- Çocukla çalışan kişilerin (öğretmen, doktor) çocuklara yönelik riskleri fark etme ve bildirme yükümlülükleri var mı?
- Bu yükümlülüklerini yerine getiriyorlar mı?
- Getirmeleri için ne yapmak gerekir? Yapıldı mı?
- Ailesinin yanında iken risk altında olan çocuklara güvenli ve yeterli bakım ve koruma hizmeti verebiliyor muyuz?
- Bu hizmetlere güveniyor muyuz? Güvenmiyor isek ve bunda haklı isek, bu kabul edilebilir bir durum olabilir mi?
- Daha güvenli olmaları için ne yapılması gerekiyor, yapılıyor mu?
- Bütün bu eksiklikleri gidermek için bir plan var mı? Plan beni ikna ediyor mu? Gerekli bütçe ayrılmış mı? Yeterli sayıda ve uzmanlıkta personel tahsis edilmiş mi?
- Ben bu planın gerçekleşmesi için ne yapabilirim? (SA/BA/APA)