Serginin adına bakabilir misiniz?
Sizi de etkiledi, hayallere daldırdı ya da düşündürdü mü?
Bizi derinden etkiledi, düşündürdü.
Sergiye gittiğimiz gün hava sıcaktı.
Öyle böyle değil; Meteoroloji Genel Müdürlüğü "sıcak çarpabilir" diye uyarıyor.
Biz de arkadaşım Saadet ile sözleştiğimiz gibi Tophane'de buluşarak, Depo İstanbul'da sergilenen "Dağdaki Keçi, Gökteki Ay, Sudaki
Balık" sergisini izlemeye gittik.
İkimizde buluştuğumuzda kan ter içindeydik. Kucaklaştık, nefes aldık ve Depo'nun ikinci katına ulaşmak için merdivenleri çıktık.
Sergi alanın girişinde bizi "mum yanan" bir video karşıladı. Neden mum diyebilirsiniz? Biz demedik. Dağa, taşa mum yakmak hiç sorgulamadan kabul ettiğimiz bir ritüeldi.
Bir diğer video: "Dağdaki Keçi"!
Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gerekçesiyle korunma altına alınan yaban keçilerinin Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından avlattırılmasını teşvik eden ihalenin gerçekliğine dokunuyor.
Ah! Nesli tükenen bir canlı ve onun avlanması için devletin açtığı avlanma ihalesi.
Nasıl oluyor da yan yana? Yaşam ve ölüm gibi.
Sergi ve sergiyi hazırlayan sanatçı Rezzan Gümgüm'ler ile ilk buluşmamız. Kendisine hayran kaldık. Bu sergiyi hazırlama yolculuğuna, yaklaşımına, duyarlılığına.
Çok yaşasın sanatçımız!
Rezzan Hanım insanı içine çeken, düşündüren, merak uyandıran bu serginin adını, mevzubahis topraklarda, Dersim'de kullanılan bir söylemden yola çıkarak veriyor. Sanatçı, kendisini kültürel belleğin taşıyıcısı olarak konumluyor ve sanatçının bu rolüne işaret ediyor. Ve araştırmalarında kadın, aidiyet, cinsiyet, doğa, insan ve aralarındaki ilişkiye bakmak, işaret koymayı/koyabilmeyi vurguluyor.
Sanatçının araştırmasını bize ulaştıran bu sergiye dönüşümünü ise CultureCIVIC Sanatsal Üretim Fonu ve Depo İstanbul katkı sunarak sağlamış.
İyi ki.
Sergi, doğa-canlı ilişkisini özetleyen fotoğraflar, videolar ile bezeliydi. Öyle uzun uzun bakıyor, ben bu kareyi nerede görmüştüm, diye düşünüyorsunuz. Hele doğa-insan-inanç ekseninde paylaşılan videolar can alıcıydı. Yapılan söyleşilerde verilen inanç ritüelleri sizi de içine alıyor, bir nevi sergiyi gezme esnasında bu ritüelin parçası oluveriyorsunuz. Bize tam böyle oldu.
Artık kendisini hayranı hissettiğimiz Rezzan Gümgüm'ün sergisi "Dağdaki Keçi, Gökteki Ay, Sudaki Balık", 27 Nisan-14 Temmuz 2023 tarihleri arasında Depo İstanbul'daydı.
Sergiye paralel iki söyleşi çevrimiçi gerçekleşti. Biz de sonradan izledik. Ve sergide gördüklerimizi bilgisi bağlamında derinleştirdik.
Karaköy-Kadıköy vapurunda eve dönerken hem sergiyi düşündüm hem de zihnimden geçenler oldu.
Sınırları belirlerken
2011 yılı idi yanlış hatırlamıyorsam, Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin bir akşam üstü buluşmasına katılmıştım. Bu hatırladığım buluşma "Türkiye nereye?" başlığındaydı.
Konuşmacılardan biri de Ümit Şahin'di. Şahin, bölgesel özerklik ve biyobölgeler üzerine bir konuşma yapmıştı. Anlattıklarının beni ve dinleyenleri yeni düşüncelere sevk ettiğini, zihnimizin çalışmaya başladığını hatırlıyorum.
Ümit Şahin'in yaptığı konuşmada, diğer konuşmacıların üzerinde durduğu güncel sorunlarımıza değiniyor, ulus-devlet sınırları içindeki bölünme yerine yeryüzünün zaten var olan su, toprak, iklim, nimet vb. özelliklerini yok saymadan yönetim yaklaşımını öneriyordu.
Türkiye'deki mevcut bölünme yapısını, buna bağlı insanın doğayla ilişkisizliğini, insanın ve doğanın asıl taleplerini, biyobölgesel bölünme ile güncel toplumsal sorunlarımızı özünde tartışabileceğimizi..
Konuşmasının daha sonra raporunu da okumuştum. Raporun giriş açıklaması şöyledir: Ekolojist düşüncenin önde gelen isimlerinden Kirkpatrick Sale, biyobölgeciliği tanımlarken yaşadığımız yerle ve onun toprağıyla, suyuyla, rüzgârıyla olabilecek en yakın ilişki içinde olmayı başarmamız, onun yollarını, kapasitelerini ve sınırlarını öğrenmemiz, onun ritmini kendi modelimiz, onun kurallarını rehberimiz, onun meyvelerini ödülümüz yapmamız gerektiğini söyler. (bkz. hyd.org.tr)
Ordu'nun dereleri aksa yukarı!
İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olduğu yıla gitti aklım. O yıl, Ordu'da fındık toplama işçilerine yönelik saha araştırmasını yürüten bir ekipte rol almıştım. Bir sel olmuştu ve zaten güneydoğu bölgesinden gelen mevsimlik işçilerin, daha doğrusu çoluk çoçuk için hayatı hepten dar etmişti. Özellikle dere kenarında kurulan çadırlarda yaşayan mevsimlik işçiler ile o gece sabahı zor etmiştik. Hayatta kalanlar ile kalamayanlar arasında gidip gelmiş, o meşhur türküde denildiği gibi "Ordu'nun dereleri aksa yukarı aksa" sözlerinin gerçekliğinde çarpılmıştık.
Sonra zihnim bir başka anıma gidiyor ve bir romanı hatırlıyorum. Vapurda.
Fakir Baykurt ve Amerikan Sargısı
Zihnim hatırlamaya devam ediyor: Aklıma, Fakir Baykurt'un "Amerikan Sargısı" romanı geliyor. İlk baskısı 1967'de Bilgi Yayınevi tarafından yapılan.
Bu romanda, Ankara'nın Çubuk ilçesine bağlı Kızılöz Köyü'nde gerçekleştirilen bir Amerikan projesinin detaylarını okuyoruz. Aklımda bu romandan Nancy kalmış; iyi fotoğraf çeken bir Amerikalı genç kadın ve projenin başındaki şahsiyetin yasak aşkı. Bu aklımda kalan detay yazının konusu değil.
O halde kovalıyorum ve Kızılöz Köyü'nün karakterlerinden "Temoluş"a geliyorum. Temeluş diyor ki; "Doğruyu ahirette mi söyleyelim?"
İlgili linkler:
- "Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından 45 yaban keçisinin avlattırılması için ihale ilanı verildi mi?, Doğruluk Payı, 25 Mayıs 2021
- Sergi söyleşisi: rezzan gümgüm, Dilşa Deniz, Ahmet Kerim Gültekin ve Çiçek İlengiz'le söyleşi, YouTube, 10 Haziran 2023
- Rezzan Gümgüm hakkında, "Dağdaki Keçi, Gökteki Ay, Sudaki Balık", culture-civic.org
(NÖ/VC)