Reha Erdem’in bir kadın gerillanın hikayesini anlattığı Jîn bu yıl mart ayında vizyona girdiğinde, ortada henüz bir “barış süreci” yoktu. PKK’nin geri çekilme kararı hemen arkasından geldi. Öcalan’la BDP’lilerin görüşmeleri, tüm taraflardan gelen olumlu açıklamalar iyimser bir havanın doğmasını sağladı –bir kez daha. Barışın nasıl kalıcı olacağına, Kürt hareketinin taleplerinin hükümet tarafında karşılık bulup bulmayacağına, bunun son çekilme olup olmayacağına dair somut hiçbir şey yoktu.
Sonra zaman geçti, Gezi olayları yaşandı, hükümetin orada yaptıklarına bu konudaki sessizliği de eklenince tepkiler yükselmeye başladı. Ardından da yine kapalı kapılar ardında, konuşmadan, tartışmadan hazırlanan paket geldi. İyimserlik yerini çoktan hayal kırıklığına bırakmış olmalı.
Erdem’in filmi, bizzat yönetmenin kendisi tarafından da, bir “masal” olarak tanımlandı –gerçeği anlatmanın en çarpıcı yollarından biri. Geriye dönüp bakınca, filmin normalleşmenin önündeki somut engellerin büyük bir kısmını kapsamlıca anlattığını görmek mümkün. Paket buralara dokunmadıkça, filmin sonundaki kehanet, yegane gerçek olarak kalmaya devam edecek.
Geri çekilme
Filmde, Jîn’in kaçış/geri dönüş motivasyonuna dair elimizdeki tek bilgi evini özlediği aslında. Filmin başında gruptan ayrılmadan tam önce söyledikleri şarkı ilk ipucunu verir[1]:
anne, güzelim benim/ hele söyle nasılsın/ babamın ellerinden öperim/ kız kardeşime ve erkek kardeşime selam ederim
anne gurbet zordur/memleketin davasını unutmam/gönlüm isterki döneyim/ne yapayım, dönemem
oğlum yeter, dön artık/gözlerim yolda kaldı/ben yaşlandım, baban ihtiyar/bize de her şey ekşi, acı
oğlum dön yeter/ bekliyorum seni
canım annem, kurbanın olayım anne, bir gün gelecek/ gamsız, savaşsız, vatan özgür, bir gün gelecek/ aydınlık bir gün, mutlu bir gün gelecek/ gamsız, savaşsız, vatan özgür, bir gün gelecek.
Film boyunca Jîn fırsat bulduğunda iki kez annesini arayacaktır. Ona geleceğini, gelmeye çalıştığını söylemez.
Burada bir ayrıntıya daha bakmakta fayda var: Film boyunca ana karakterimizin zaaf gösterdiğine tanık olmayız. Konuşmaması gerektiğinde konuşmaz, her an tetiktedir, yaptığı işe hakimdir, sabırlıdır vs.
Bu durumun iki istisnasını görürüz. Birincisi annesiyle konuşmak için risk alır. Yiyecek ve giysi almak için girdiği evde, çıkmadan önce bir de annesine telefon eder. Daha sonra, tedavi ettiği askerden ayrılmadan önce, yerlerinin tespit edilebileceğini belirtip üstüne cep telefonundan annesini arar. Filmin başından itibaren hedefinde olan annesine ulaşmak için aldığı bu risklerden zarar görmez.
Filmde aldığı ikinci risk, bir tepede, açıkta oturup girdiği köy evinden aldığı giysiler ve yiyeceklerin tadını çıkartmak istemesidir. Uzun zamandır belki ilk defa zorunlulukların dışında, hayati olmayan bir nesneye gözü kaymış ve ona sahip olmuştur: Dantelli bir çorap.
Ama bu aldığı risk neredeyse hayatına mal olur; başlayan bombardımandan zor kaçıp kendini korunaklı bir mağaraya atar.
Paket
Filmde Jîn’in sivil hayata katılmak için gerçekleştirdiği her girişimin, zorlu çabaların altına girmesine, sebat etmesine karşın boşa çıktığını görürüz. Önüne üç ana engel çıkar:
İlk neden kadına yönelik cinsel şiddet. Elinde silah varken ekmeğini onunla korkuyla karışık bir saygıyla paylaşan çoban, gerilla giysisini çıkarttığında onu taciz eder. Burada çobanın eski deneyimi işe yarar; bir kez onu silahla görmüştür ve bu yüzden üstelemez kaçar. Otobüs biletçisi de sözlü tacizden öteye gitmez; merkezde, insanların arasında olmaktan dolayı gidemez. Çalıştığı tarlanın sahibinin adamıysa ısrar eder; Jîn kendini fiziksel olarak savunur ve kaçmayı başarır. Karakoldaki itirafçı/çevirmenden de direnerek/şansla kaçabilecektir. Her halükarda filmin ilettiği en güçlü hissiyatlardan biri, Jîn’in sivil hayata geçişinin önündeki en zorlu engellerden biri karşılaşacağı erkek şiddetidir.
İkinci neden işçi olarak ezileceği gerçeğidir. Jîn, annesine kavuşmak için Mersin’e gitmek ister ve otobüs bileti için paraya ihtiyacı vardır. Yolda tanıştığı bir Kürt kadını ona yardım eder ve tarlaya çapa yapmaya gider. Aslında filmle ilgili yazılarda da, şimdi çözüm süreci kapsamında da salondaki file dokunan kısım burası. Savaşın Kürtlerin yoksullaştırması ve işçileştirmesi; genel olarak sermayeye ucuz emek yaratması. Burası ayrı ve uzun bir tartışmayı hak ediyor ama Jîn için, sivil hayatta işlev görmek üzere paraya ihtiyaç duyması –belki, kabaca, kolektif, minimalist bir yaşamdan bireysel ve kapitalizmin kurallarına göre işleyen bir yaşama adapte olmak zorunda kalması- yeni ve farklı bir engel oluşturuyor.
Üçüncü ve en etraflı nedense, tarih-coğrafya. Film boyunca izleyici etkileyici ve engin bir coğrafyanın parçalarıyla, genel ve özel planlarıyla karşılaşıyor. Bulutların üzerindeki tepeler, sert yamaçları dolanan patikalar, orman içinde küçük açıklıklar, çiçekler, otlar, hayvanlar, böcekler… Gözü tembelleşmiş şehirli izleyici için birbirinden ayırt etmesi zor yerlerde dolanıyor Jîn; belki hep aynı yerde dolaşıyor, belki farklı yerlerde.
O nereye gittiğini biliyor ve rahatça, akarak hareket ediyor, ağaçlara tırmanıyor ya da bir kayanın kovuğuna sokuluyor. Fakat alışageldiği bu coğrafyadan çıkıp evine gitmek istediğinde bunu yapamıyor. Çünkü yollar tutulmuş ve kapalı. Devlet tarafından verilmiş kimliği yok, sahip olduğu kimlik o yoldan geçmesine yetmiyor, hikayesini üstlenip kendine kalkan ettiği Leyla’nın kimliği de onu o coğrafyada idare etse de dışarı çıkmasına olanak vermiyor.
Sonuç
Jîn, tüm çabasına karşın kendini yine dağda, dağ karakolunda bulunca artık denemekten vazgeçecek –en azından şimdilik.
Paket, kadının özgürlüğüne, ezilenlerin haklarının korunmasına ve kimlik/hesaplaşma meselesine dair fos çıktı.
Film, iyi sonlanmıyordu. Erdem’in altını çizdiği nokta, bu fasit dairenin içinde on yıllardır döne döne duyarsızlaşanlara bir uyarı olarak da okunabilir: Bir zaman gelir ve artık yeni bir deneme imkansız olur.
[1] Nizamettin Arıç, “Dayê Rojek Tê”. Çeviri cyrus the virus, ekşisözlük