İklim değişikliği Suriye’deki çatışmayı besleyen ana sebeplerden birini ortaya çıkardı. Haritada kızaran sadece Suriye değil; Türkiye dahil Akdeniz havzasının büyük bölümünü aynı kader bekliyor. Dayanışmayı odağa alan bir politikanın yokluğunda, orta vadede üzerine büyük sözler söyleyecek bir toprak dahi kalmayabilir.
Hükümetin Suriye politikası Reyhanlı’daki saldırının ardından yakıcı bir biçimde gündeme taşındı. Öte yandan Suriye’deki durum ve savaşın sebeplerinin kapsamlı bir şekilde ele alındığını söylemek zor. NY Times uluslararası ilişkiler editörü Thomas Friedman’ın son yazısı, daha önce de dillendirilen ama üzerine gidilmeyen bir konuyu vurguluyor: Su biterse, devrim gelir
20. yüzyıl boyunca Suriye’de altı kez kuraklık yaşandı. Yıllık ortalama yağışın yaklaşık üçte birine düştüğü bu kuraklıklar bir ya da iki sezon sürdü. 2006’daki kuralıksa dört yıl arka arkaya devam etti. Bu defa yağış miktarı geçmiş dönemlerden de düşüktü.
Suriye’nin kuzeyinde durumu gözlemleyen Friedman’a konuşan iktisatçı Samir Aita “İsyana kuraklık neden olmadı” diyor. “Ama hükümetin kuraklığın etkilerine cevap verememesi isyanı besleyen önemli bir faktör oldu.”
İklim göçü
2006-2010 arasında yaşanan kuraklığın Suriye içinde yaklaşık 1,3 ila 1,5 milyon insanı etkilediği tahmin ediliyor. Ülkenin kuzeydoğusunda yaşayan kırsal nüfus büyük ölçüde güneye ve şehirlerin periferilerine yerleşmek zorunda kaldı. Yanlış tarım politikaları ve bir kriz planının yokluğunda sorun yıkıcı bir hal aldı.
Burada Shahrzad Mohtadi’nin Ağustos 2012 tarihli makalesi bilgilendirici olabilir. Hafız Esad Suriye ekonomisini modernize ederken baskıcı bir yönetim kurmuştu. Politikasının odağında kırsal kesimden aldığı destek yatıyordu. Tarım sektörü ekonominin en önemli ayaklarından biri haline gelirken su, yakıt ve gıda sübvanse ediliyordu. Yoğun su kullanan pamuk ve buğday tarımının sübvanse edilmesi, yer altı ve yer üstü su kaynaklarının hızlı bir şekilde kullanılmasına yol açtı.
Suzanne Saleeby Jadaliyya.com’daki yazısında “Her ne kadar son birkaç on yıldır süren politik baskı alttan alta artan bir muhalefet yarattıysa da, rejimin kuraklığın sonuçlarını hafifletecek ekonomik önlemleri alamaması son aylardaki kitlesel kalkışma için itici bir güç oluşturdu. Suriye şehirleri, yerlerinden edilen kırsal göçmenler ve imtiyazsız kentlilerin karşılaştığı ve iktidarın dağılımını sorguladığı kesişme noktaları haline geldi” diyor.
Sadece Suriye değil…
Bir an için Suriye’den çıkarsak, iklim değişikliğinin Akdeniz Havzası ve Ortadoğu’da kuraklığı ciddi şekilde tetikleyeceğine dair bilimsel veriler gitgide artıyor. ABD’nin Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’nin (NOAA) 2011 tarihli araştırması, yağış azlığının mevsimsel döngülerle açıklanamayacak hale geldiğini gösteriyordu.
Üstteki harita, 1971-2010 dönemini 1902-2010 dönemiyle karşılaştırıyor. Sonuç, kırmızı bölgeler, son 40 yılda son 110 yıla göre çok daha kurak kışlar geçiriyorlar.
Suriye’nin yanı sıra Türkiye’nin de –Ege ve Akdeniz kıyıları başta olmak üzere- kuruduğunu açıkça görmek mümkün.
Nasıl bir politika?
Suriye’deki çatışmanın açık tarafı olmasına rağmen, Türkiye’de süre giden tartışmaların hem sarih bilgi hem de içerik açısından oldukça fakir kaldığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Türkiye-Suriye ilişkilerinde su, uzun yıllardır önemli bir başlık olarak duruyor.
Dicle ve Fırat’ın oluşturduğu havzanın -İran’ı da içine katarak- bölge ülkeleri için önemi yaşamsal. Prof. Dr. Ayşegül Kibaroğlu, tarihsel açıdan suya dair yaşanan gelişmeleri Dr. Tuğba Evrim Maden'e verdiği söyleşide etraflıca açıklıyor.
Bölge halklarının ancak dayanışma ve işbirliği içinde karşılayabileceği bu yaşamsal konu sessizce ilerlerken, Türkiye’nin benimsediği Suriye politikası işleri daha iyi hale getirmiyor. (EÜ/HK)