AKP hükümetinin dış politikasını anlamak için Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabının mutlaka okunması gerekir. Dış politikada iddia edilen sıfır sorundan maksimum soruna doğru çıkılan İslamcı yolculuğun anahtarı bu kitapta saklı.
Kitabın içeriği açısından zor bir okunurluğu var ki, böylesi kitaplar için genellikle normaldir. Ancak asıl zorluk, kitabın dilinde. Bu anlamda sıkıcı bir dili ve ifade zayıflıkları var. Süslü cümlelerle bezeli ve tekrarları çok. Güçlü bir metodolojik yapıya sahip gibi gözükse de, tarih ve coğrafyayı toplum yapılarını belirleyen etmenlerin başına koyarak bir dış politika stratejisi oluşturmaya çalışması, daha baştan kitabın ‘bilimselliğine’ halel getirmekte. Bir diğer deyişle amaç, Yeni Osmanlıcılık ağabeyliği yoluyla İslam kardeşliği oluşturmak olunca, tarih, coğrafya, kültür gibi unsurlar asıl anlam ve bağlamlarından koparılma keyfiliğiyle, bu amacın hizmetinde kullanılan birer araç oluyor. Sıkça yapılan tarihi karşılaştırma yanlışlıkları (anakronizm), kitabın bir başka sorunlu yönünü oluşturuyor.
Jeopolitik üzerine politika inşa edenlerin sorunu tam da budur: Önce amacı ortaya korsun, sonra toplum bilimlerini bu amaca yönelik olarak keyfine göre eğip bükersin. Tarih ve coğrafya, jeopolitikçilerin en sevdiği iki alandır. Tarihteki savaşları coğrafyanın önemine göre yorumlamak, coğrafyayı politikanın hizmetine sokarak politik müdahalelere gerekçe üretmek; tüm bunların üzerine duruma göre etnik veya dini kimlik sosu ekmek; bol laf, az ‘bilimsellik’.
Amerika Afganistan’a müdahale mi edecek; jeopolitikçinin sloganı hazırdır: “Afganistan’a hâkim olan, dünyaya hâkim olur.” Dünyanın her hangi bir coğrafi bölgesi (Ada, boğaz, körfez, iç deniz, dağ vs.), pekâlâ saptanacak bir jeopolik stratejinin asli unsuru olarak ilan edilebilir. Tarihten her hangi bir kesit, coğrafyadan herhangi bir bölge, herhangi bir toplumlar arası kültürel benzerlik jeopolitik paradigma için gerekçe olarak kullanılabilir. Jeopolitikçiler önce elbiseyi diker, sonra onun içine uygun ülke/ beden yaratırlar. Jeopolitikçileri bir tür politik spekülatör, müdahaleci ve yayılmacı politikaların misyonerleri veya savaşların amigoları olarak nitelendirmek mümkündür.
Politikanın, ekonominin, kültürün başına jeo ibaresini ekleyerek bilim yaptığını sananlar, aslında siyasete ve uluslararası ilişkilere yön verme vehmine kapılan lafazanlardır.
Jeopolitikçilere için yaptığım bu nitelendirmeler, elbette jeopolitik gerçekliğini yok saydığım anlamına gelmiyor. Ancak dünyayı ve uluslararası ilişkileri salt jeopolitik üzerinden açıklamaya çalışmak, bana dünyanın bir takım gizli örgütler (Siyonistler, Masonlar, Opus Dei, Bildererg Grubu vb.) tarafından yönetildiği iddialarını hatırlatıyor.
Davutoğlu’nun komşularla sıfır sorunlu bir ilişki kurma iddiasının temelini, İslam medeniyetine atfettiği jeopolitik değerler oluşturmakta. Tüm İslam dünyası için olmasa bile en azından Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde bulunan İslam ülkeleriyle birliktelik kurmanın ütopyasını taşıyan Davutoğlu, Türkiye’nin bu birlikteki öncü rolünü ise Osmanlı geçmişine dayandırıyor. Daha doğrusu bu öncülüğü/ağabeyliği, bu ülkelerin birer Osmanlı bakiyesi hesabıyla Osmanlı geçmişine bağlıyor.
Milliyetçiler/ırkçılar yıllarca Türkçülük/Turan ütopyası taşıdılar. SSCB dağıldığında “Adriyatik’ten Çin Seddine Büyük Türk Dünyası” sloganlarıyla, Türkiye Cumhuriyeti öncülüğünde böyle bir dünya inşa etme sanısına kapıldılar. Duvar yıkılmıştı ve Altaylara kımız içmek için at sürebilirlerdi! Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu milliyetçi görüşleri pohpohlayıp bundan ideolojik cephane devşirse de, 1995 Azerbaycan’daki darbe girişimini saymazsak, genellikle Turancı/Enverci girişimlerden hep uzak durdu!
1997 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, bu hayale mesafeli olsa da, “Türk Devlet ve Toplulukları Kurultayı”nda örs üzerinde demir dövdü. Simgeler bazen önemlidir ama o demir dövme ritüeli bayağı komikti! Nitekim Turan ütopyasının bir yığın yıkıcılığı ve hastalıklı ideolojik hali, SSCB’nin dağılmasından sonraki 10 yılda tuzla buz oldu! Din ve milliyet temelli paradigmaların üretim biçimleri ve toplumların iktisadi yapıları gerçekliği karşısında pek bir önemi olmasa da, bu kimlikler siyasi alanda çatışmacı güçler haline getirilerek iktidar ve hegemonya için alan açmakta kullanılıyor. Ülkemizde de dünün önde olan Türkçülüğü ve onun yedeği olan İslamcılığı bugün yer değiştirerek İslamcılık öne, Türkçülük yedeğe alındı. Ah bu Şarklılık!
İki kutuplu dünyanın yıkılmasıyla birlikte mikro milliyetçi ve dinci/mezhepçi çatışmaların artan yaygınlığı bir realite olmakla birlikte toplum biçimlerini ve uluslararası ilişkileri belirleyen asıl etmenler bunlar değildir. Günümüzde kimlikçilikten beslenen iktidarlar zarfı, mazrufu unutturacak ölçüde öne çıkarıyorlar. “İdeolojik nitelikli kutuplaşma yerini bölge tanımlamasının doğuşuna da yol açmış olan din ve medeniyet eksenli bir kutuplaşmaya terketmeye başlamıştır” (Syf 136) diyen Davutoğlu da, mazrufu gizleyen bir zarf gibi, uluslararası ilişkileri dinler ve girift bir ilişkiler ağını içeren flu sınırlara sahip medeniyetlere göre tasnif ediyor ki, bu nesnel durumla örtüşmüyor.
Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabı, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde siyasal İslamcı bir dış politika yapılanmasını amaç ediniyor. Bir başka deyişle Davutoğlu, Türkiye’nin diğer ülkelerle ilişki kurma yol ve yöntemlerini aramak yerine, bölgede Türkçülüğü de ihmal etmeden İslam eksenli bir yapılanmanın yolları üzerine tarih ve coğrafya yolculuğuna çıkıyor. Davutoğlu bu yolculuğa çıkmayı, “I. Dünya Savaşı sonunda yakın kara havzası üzerindeki haklarından feragat ederek Anadolu’ya çekilmek zorunda kalan Osmanlı Devleti’nin yıkıntıları üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, asrın sonunda Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi ile ortaya çıkan ‘siyasi merkez’ boşluğunu doldurma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmıştır.” (Syf. 122) Türkiye’nin bir görevi olarak görüyor.
Bugün Osmanlı’nın tasfiyesi ile boşalan ‘siyasi merkez’ diye bir alan olmasa da, var olduğunu neyle doldurulabilir? Tabi ki İslam’la! Müslüman Kardeşler hareketiyle kesişen bu yolculuk kitapla sınırlı kalsaydı, pek bir sorun olmazdı ama ne yazık ki, AKP iktidarının dış politikasının da kodlarını oluşturunca, Türkiye’nin dış politikasını iflasa götürdü! (HŞ/HK)
***
Hüseyin Şengül'ün Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik" kitabı üzerinden 'Yeni Türkiye'nin dış politikasını değerlendirdiği yazı dizisi.
1- “Stratejik Derinlik”in Baskı Stratejisi
2- Davutoğlunun Derde Deva İki İlacı: İslam ve Osmanlı
3- Davutoğlu'nun Stratejik Derinliğinin Merkezi