Başbakan'ın danışmanlığının ardından şu an Radikal'de yazılarına devam eden Kanal 24'ün de yönetiminde yer alan Akif Beki "Davutoğlu'nun Ben İdraki" isimli yazısında AKP'nin içindeki dış politikaya yönelik tutumunu şöyle eleştiriyor:
"Dışişleri Bakanı'nın diplomatik zafer hırsı üzerine konuşmanın vakti geldi. El attığı her işi, illa büyük bir başarı hikayesine çevirmek zorunda. Manşet atar gibi takdim ediyor dosyalarını. Her vesileyi zorluyor, her fotoğrafta boy gösterme ihtiyacı hissediyor." Beki'nin 15 Haziran 2010 tarihli yazısında eleştirilerinin temelini bu "Ben" dili oluşturuyor.
Davutoğlu'nun "Yakında Kudüs başkent olacak" ve "Mescid-i Aksa'da hep beraber namaz kılacağız" gibi cümlelerinden alıntılar yapan Beki dış politika bakımından bunun Panislamizm olarak algılanabileceğini belirtip Davutoğlu'na yönelik eleştirilerini övgülerin arttığı bu dönemde dile getirmesini "Dost acı söyler" cümlesiyle açıklıyor. Bunun AKP'ye yakın çevrelerdeki olası eleştirilerin kılıfına uydurulması olarak algılamak zor değil.
Habertürk'ün çiçeği burnunda yazarı Serdar Turgut ise NTV'de katıldığı bir programda "bilim adamlarının katiyen dışişleri bakanı yapılmaması" gerektiğini söyleyerek Davutoğlu'nu hedef almıştı. 16 Haziran 2010 tarihli Ertuğrul Özkök yazısı ise dananın kuyruğunu kopardı. Özkök Beki'nin cümlelerinin günlerce beklediği cümleler olduğunu belirtiyor ve Davutoğlu'nun Mescid-i Aksa ile ilgili sözlerine bu sözleri Hamas'ın başkanı değil Türkiye'nin Dışişleri Bakanı'nın söylediğini yazarak yorum getiriyordu.
Davutoğlu'nun radikalleşen İslam söyleminden dem vuran Özkök bir yandan da medyada son dönemde vuku bulan İsrail yandaşlığına dair eleştirilere de değiniyordu. Dahası Özkök tezlerini güçlendirmek adına Beki'nin yazısına referans gösterirken, Beki'nin AKP'ye yakın çevrelerdeki itibarından yararlanıp bize Mossad Ajanı demek kolay, eğer cesaretiniz varsa Beki'ye bunu söyleyin diyerek olayı farklı bir noktaya taşıyordu.
Peki bu artan eleştirilerin temelinde yatan ne? Her üç yazarın da değindiği ortak nokta şu: "Amerika ile ters düştük. Panislamizm eleştirilerine olanak sağladık." Serdar Turgut'un dışında yer aldığını gördüğüm bir eleştiri de Türkiye'nin oylamada "hayır" demesi konusunda. Özkök ve Beki bu hareketin Davutoğlu'nun benci ve kutlamacı tavırlarının zaruri sonucu olduğu inancında.
Davutoğlu Yalnız Değil
Elbette Davutoğlu yalnız değil. Yeni Şafak'tan İbrahim Karagül 17 Haziran 2010 tarihli "Hadi linç edin Davutoğlu'nu!" başlıklı yazısında Davutoğlu'na açık biçimde sahip çıkıyor. Akif Beki'nin söylemlerinin hiçbir şekilde gerçekleri yansıtmadığını ve politik eksende bir değeri olmadığını belirten Karagül olayı Başbakan'ın alanına çekiyor ve işi biraz da zorlaştıran şu soruyu soruyor:
""Her 'one minute' çıkışına 'two minutes' eklemek yangına benzin dökmek demektir" ise, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki 'one minute' çıkışı, Türkiye'yi yangın yerine çevirmek mi oluyor?"
Bu soru Akif Beki için ve AKP içindeki "Amerika ile aramız bozulursa ne olacak?" diye soran kesim için oldukça riskli bir soru; ama şunu da unutmamakta fayda var. Beki bir dönem AKP'ye en yakın olan adamdı. Dahası Beki'nin hala Başbakan'ın hazmedemeyeceği şeyleri yazamayacağı aşikar. Kısacası durum oldukça ilginç bir aşamaya vardı. AKP'nin dış politika bakımından bugüne kadar en başarılı görülen ismi, çoğunluğu iç politika malzemesi yapılan eylemleriyle bir anda AKP içindeki dış politikayla ilgilenen bir kanatın ve Türkiye'nin yıllardır köşe tutan yazarlarının eleştiri oklarının hedefi haline geliyor.
Peki AKP'ye yakın olmayan, ana akım siyasetin etkisinden uzaktaki isimler Davutoğlu için ne diyor? Baskın Oran'ın 9 Mayıs 2010 tarihinde Radikal 2'de yayınlanan "Eksen kaydırma meselesi" isimli makalesinde Davutoğlu için kullandığı tanımlama çok çarpıcı: "Bazı arkadaşlar "Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı dışişleri bakanı" diye yazdılar. Ben biraz daha ileri gideyim: Ahmet Davutoğlu Osmanlı dahil, Türkiye tarihinin en önemlisi."
Oran yazısında Davutoğlu'nu öveceğini açıkça belirtiyor ve yazı boyunca dengecilik ve batıcılık üstüne yaptığı eleştiriyi Davutoğlu'nun dış politikasını işin içine katarak güçlendiriyor ve Davutoğlu'na açık bir destek veriyor. Oran Davutoğlu'nun politikalarının "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" mantığından Türkiye'yi kurtardığını belirtiyor ve dış politikada Türkiye'nin paranoyalardan sıyrılmasını olumlu buluyor.
El Beşir Meselesi
Birgün yazarı Özgür Mumcu'nun Davutoğlu'na ilişkin tespitleri ise hem olumlu hem olumsuz nitelik taşıyor. Oxford'da Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik" ile ilgili sunumunu kendi yaptığı "Stratejik Derinlik: Yok yere yaygara!" isimli sunum çerçevesinde eleştirdi. Mumcu Davutoğlu'nun stratejik derinlik politikalarının temelde hiçbir yenilik getirmediğini öne sürdü.
"İslam medeniyetinin yeniden canlandırılması" konusunda Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik" kavramının belirsiz kaldığını belirten Mumcu Davutoğlu'nun İslam medeniyetinin hangi unsuruyla bu politikalara cevap verebileceğini sorguluyor. Mumcu'nun Davutoğlu'na sorduğu en can alıcı sorusu ise El Beşir meselesi hakkındaki tutumu. Hükümetin bu tutumu "Müslümanlar soykırım yapmaz" cümlesinin altına saklanarak savunduğu ortada.
Sözün özü şu ki Davutoğlu bir kahraman ya da bir kaybeden olarak bu görev dönemini tamamlayacak. Baskın Oran'ın "tarihin en önemli Dışişleri Bakanı" tanımı mı, Özgür Mumcu'nun "stratejik derinlik sarhoşu" tanımı mı doğru olur bilinmez; ama Davutoğlu'nun Türkiye'nin dünyadaki yeri açısından önemi kaçınılmaz.
Davutoğlu'na kimin ya da hangi çevrelerin sahip çıkacağı şimdi en önemli soru. Elbette Başbakan'ın ağzından çıkacak o cümle Beki'nin de Davutoğlu'nun da AKP çevresi ve Türkiye için konumunu belirleyecek.
Davutoğlu'nun bu günlerini ilerde gençlere bir kabus olarak mı yoksa bir başarı hikayesi olarak mı anlatacağı ise şimdilik bir sır. (SU/EÖ
(*) Koyulaştırmalar bianet'e aittir.