Yeşiller Partisi Başbakan Adayı Robert Habeck ve Kemal Kılıçdaroğlu
Sakin bir hafta sonu. Çamaşırlar yıkanmış, ortalık toplanmış, kahvaltı edilmiş, mutfak temizlenmiş ve dinlenmeye eşlikçi olarak çay bile demlenmiş. Mutfak masasına koyduğum bilgisayarımdan sırasıyla Türkiye, Malta ve Dünya haberlerini takip ediyorum. Haberleri telefondan takip etmektense bilgisayardan takip etmek daha verimli geliyor.
Sık takip ettiğim haber sitelerinden birini açıyorum. Ana haberlerden biri dikkatimi çekiyor. “Almanya’da Yeşiller Partili Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Robert Habeck, mart ayında yapılması planlanan erken seçimlerde Yeşiller'in başbakan adayı olduğunu duyurdu.” Hali hazırda siyasetin içinde olan ve hatta başbakan yardımcılığı görevini sürdüren bir politikacının başbakanlığa adaylığını koymuş olması kadar doğal bir şey olamaz. İlgilimi çeken asıl şey, bu duyurunun mutfak masasında, Habeck’in kendi evinin mutfağında gerçekleşmiş olması.
Habeck, neden mutfak masasından seslendiğini, paylaştığı video şöyle anlatıyor; “Bundan 22 yıl önce böyle bir mutfak masasına oturarak bir siyasi partiye katılmaya karar verdim çünkü bu ülkede olanlar beni ilgilendiriyordu, bunlarla ilgilenmek, etki etmek istiyordum. Burada, mutfakta arkadaşlarımlayım. Böyle masalarda insanlar bir araya gelir, milyonlarcanız, milyonlarcamız sabahları böyle masalarda kahve içer, radyo dinler, gazeteden ya da telefonundan haberleri okur. Ben de öyle. ABD’de başkanlık seçimlerini Donald Trump’ın kazandığını ya da yaklaşık üç yıl önce Rusya-Ukrayna savaşının başladığını bu şekilde öğrendim.” Tıpkı Habeck’in mutfak masasından yaptığı adaylık açıklamasını benim de kendi mutfak masamdan öğrenmiş olmam gibi.
Bu haberi gören Türkiyeli birinin aklına ilk gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi mutfağından yaptığı yayınlarla sürdürdüğü seçim kampanyası olacaktır. Benim de aklıma ilk gelen Kılıçdaroğlu oldu. Hatta Habeck ve Kılıçdaroğlu yöntemlerinin benzerliği ile ilgili internette birçok habere denk gelmek de mümkün. Sonrasında bu akımı kim başlattı diye merak edip biraz araştırmaya başladım. İlk kimle başladığını kesin olarak bilmemekle beraber, medyaya yansıyan en belirgin ismin ABD Senatörü Elizabeth Warren olduğu kesin. 2020 ABD başkanlık seçimleri için adaylık sürecini eşi ile mutfağından çektiği bir video ile duyurmuş. Seçim kampanyası boyunca mutfağından çektiği çeşitli videolarla seçmenlere seslenmeye devam etmiş. Kadınlar ve değişim isteyenler için her ne kadar heyecan verici de olsa da günün sonunda Warren seçimin kaybedenlerinden.
Amerika Birleşik Devletleri Ulaştırma Bakanı Peter Buttigieg
ABD’de aynı yıl, aynı seçim kampanyasında aday olan Pete Buttigieg de seçmen adaylarına mutfaktan seslenenler arasında. O da Warren gibi seçimin kaybedenlerinden. Avustralya’da Scott Morrison’ın alay konusu olan pişmemiş tavuğu, ultra lüks mutfağından açıkladığı ekonomik planla tepkileri üstüne çeken İngiltere’nin eski milyoner başbakanı Rushi Sunak derken liste uzayıp gidiyor.
İngilizce’de son derece popüler olan, yeni başlayan, henüz gelişmekte olan ve heyecan verici işleri anlatmak için kullanılan “something is cooking” tanımı, Türkçe’de de son birkaç yıldır popüler hale gelmeye başladı. Someting is cooking yani Türkçe karşılı ile “bir şeyler pişiyor” tanımı her ne kadar mutfaktan doğsa da kullanım alanı oldukça geniş. Yeni albüm hazırlıklarını duyuran bir müzisyen de yeni bir enerji hattı çalışmasını anlatan bir CEO da bu tanımı aynı şekilde kullanabiliyor. Türkiye siyasetinde ilk kez Cengiz Çandar’ın kullandığını gördüm. ‘Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?’ sorusuna Çandar’ın cevabı; "Erken ama bir şeyler pişiyor". Şimdilik o pişen şeyin dibinin tutmamasını dilemekten başka bir şey söylemek zor.
Mutfak ve içinden doğan her şey hayatımızın tam orta yerinde. Mutfak evin en sıcak, en güven veren, en besleyen, en bir araya getiren ve aynı zamanda da en politik bölümü. Yeterince gıdanın ulaşmadığı bir mutfak, sıcaklıktan ziyade yakıcı bir his verir. Dünya genelinde ev içinde işlenen cinayetlerin büyük çoğunluğunun mutfak içinde gerçekleşmesi sanırım yeterince şey söylüyor. Bir seçimi kazandıran ve kaybettiren şeyin temelde mutfak olduğunu bir orta okul öğrencisi dahi söyleyebilir. Mutfağın belirleyici rolünü keşfedenlerin sadece sosyal demokrat politikacılar olduğunu düşünmek fazlaca iyimser bir yaklaşım olurdu. Sağ sol kanat fark etmeksizin politikacılar sosyal medyanın varlığı ile birlikte kılıktan kılığa girerek yer yer komedyen yer yer aşçı, sporcu, şarkıcı gibi kimliklere bürünerek seçmen adaylarına “beni seç, trendleri en takip eden benim” demekten geri durmuyorlar. Sadece Türkiye’de değil Dünya genelinde uzun yıllardır ucuz ve popülist bir politika hâkim. Politikacıların halkın iç dinamiklerini yeterince çözümleyememeleri, meselelere yalnızca kendi kemik seçmen kitlelerinin gözünden bakmaları ve var olan statükoları sürdürme inatları hepimizi bir felaketin eşiğine getirmekte yeterli oldu.
Yıl olmuş 2024, yapay zekâ – robotlar insanlığı ele mi geçiriyor tartışmaları sürerken en fakir ülkeden en zenginine, mutfak hâlâ salt kadınla, politika ise salt erkekle özdeşleştirilen bir tanım. Daha kaba tabirle, dünya hâlâ haddinden fazla erkek.
Kılıçdaroğlu’nun mutfaklı seçim kampanyası videolarını hatırlayalım. Mutfak masasında oturan, eşine elinden geldiğince destek olan, memur, fedakâr, dürüst bir aile babası profili bırakın iktidar kanadı seçmenini, kendi kemik kitlesinin erkek yüzdesinde dahi büyük bir karşılık bulmamış olabilir. Erkekler politikacıları mutfakta görmekten hoşlanmazlar. Hele ki erkek bir politikacıyı mutfakta görmekten hiç hoşlanmazlar. Oy istenen kitle muhafazakâr, milli görüş cephesinden ama oyunun kuralları sol bile diyemeyeceğim, ortaya karışık liberal bir akıldan. Almanya, Türkiye, ABD, Lübnan ya da Brezilya fark etmiyor. Dolayısıyla Habeck için de umut vaat eden bir seçim olacağını düşünmüyorum.
Kılıçdaroğlu ve ekibi mutfağın politikasını salt seçim kampanyası olarak değil, ta en başından hayalperest bir tutum yerine gerçeğin içinden okumayı başarabilseydi, bugün çok farklı bir senaryoyu yaşıyor olabilirdik belki de. Politikacıların hakla seslendiği yer kendi mutfakları değil, gerçekten niyetleri varsa dönüştürmek istediği kitlelerin mutfakları olmalı. Diğer türlü “bir şeyler pişiyor” ama sonuç olarak muhakkak dibi tutuyor ve o yanık kokusu önünde sonunda hepimizin genzini yakıyor.
Bırakın mutfak bizlere kalsın. Sizler o mutfağın içindeki dolapları doldurabilecek gerçekçi politikaları üretin, başka ihsan istemez.
(KA/RT)