Barış sürecine dair çok şey yazıldı, söylendi ve daha çok şey yazılıp söylenecek. Böylesi de doğal. Çünkü bu süreç, herkesi şu veya bu ölçüde etkiliyor. Türkiye’nin temel tarihsel sorunlarının başında gelen ve özellikle son 30 yılı çatışmalı (hemen her türlü şiddetin cereyan ettiği) geçen Kürt sorununun çözümüne dair bir kapı aralandı.
Devlet, Kürt hareketine karşı elinden gelen her şeyi; şiddetin en alasından yalanın en incesine kadar hepsini yaptı sayılır. Bütün bunlara rağmen Kürt hareketi daha bir güçlendi, daha bir direngenleşti ve Kürt halkındaki haklar bilinci daha bir kökleşti. Daha baştan girilmemesi gereken yola giren devletin yolu tıkandı. Başta bu gerçekliğin, yani iç dinamiklerin ulaştığı aşamaya bir de Irak Kürt özerk bölgesinin güçlenerek yerleşik hal alması, özellikle Suriye’deki gelişmelerin ve PYD faktörünün eklenmesi, Türkiye devletini yeni bir değerlendirmeye zorladı. Taraflar bir “Barış Süreci” başlattılar.
Barış yapabilmek için ilkin konuşmak gerekir. Konuşabilmek içinse, konuşmanın ortamının sağlanması gerekir. Elbette ki bu ortam, şiddettin olmadığı bir atmosferi gerekli kılar. İşte bunun birinci adımı, gerillayı ülke dışına çekmesiyle PKK tarafından atıldı.
Barış süreci, siyasette üç merkez yarattı
Barış sürecinin başlamasıyla birlikte siyasetin önceden oluşmuş öbeklenmeleri daha bir şekillendi, sınırları keskinleşti, var olan flulukları azaldı. Türkiye’de siyaset, genel olarak 3 siyasi merkez etrafında yoğunlaşarak, temsil ettikleri güçler açısından şekle şemale kavuştu.
Belirtmeliyim ki, bu üç merkez tasnifim kategorik bir özellik taşımakla birlikte, bu merkezlerin siyasi tahlilini, salt kategorize ederek yapmak yanıltıcıdır. Toptancı bir bakışla siyasi nitelendirmeler, tanımlar bu merkezleri yeterince ifade edemezler. Konu merkezlerin siyaset alanlarında statükoculuk, muhafazakârlık, demokratlık, modernleşmecilik, milliyetçilik, laikçilik, demokratlık gibi her bir duruş/anlayış, diğer bir kaçıyla bir arada bulunabilmektedir. Aslolan bu yapılara hangi parça/parçaların hâkim ve o yapının karakterinde hangi dinamiğin başat olduğudur. Her bir siyasi parti ve bireylerlerin barış süreci, anayasa gibi temel konularda siyaseten yan yana ya da karşı karşıya gelme durumları değişkenlik gösterebilmektedir. Örneğin Barış Süreci denilen bu ayrışmada bir solcuyla bir AKP’li, bir BDP’li ile bir AKP’li yan yana olabilmektedir. Elbette nereye kadar, nasıl sorusunu unutmadan.
1) AKP merkezi: Hükümet olmaktan iktidar olmaya uzanan ve gerilettiği vesayet rejiminden boşalan yeri zaman zaman eski iktidar odaklarıyla uzlaşarak dolduran AKP, bugün devletin muktedir bir temsilcisi olarak gündeme hâkim. Çoğulculuğa yer vermeyen bir çoğunluk yönetiminin plebisiter siyasetinin uygulayıcısı olarak tahammülsüz, nobran, kibirli. AKP, Türkiye’deki değişimin başat bir aktörü olarak, Barış Süreci gibi olumlu bir adımı da atan konumda bulunuyor.
2) Devletin eskisini (bunu derken yeni bir devletin teşekkül ettiği sonucu çıkarılmasın) temsil eden merkez: Milliyetçi, Kemalist, (kimi kendilerini solla ifade edenler de dâhil) ulusalcı kesim. Bunlar, paradigmalarının yıkılması ve devletçi görüşlerinin, savundukları devlette iktidarını yitirmeye doğru gitmesiyle hırçınlaştılar. Bu kesimlerin AKP’ye muhalefetleri, sürece itirazlarının bir gerekçesi olmakla birlikte, asıl itirazları, dünya görüşlerindeki devletçi, tekçi veya faşizan bakışlarından kaynaklanmaktadır.
3) PKK ve BDP’de somutlanan Kürt hareketi merkezi: Barışın bir tarafı olarak bu merkezin üzerinde çok büyük bir yük var. Ülkenin demokratikleşmesi yönünde adım atmanın önemli temsil ve fizik gücünü oluşturan bir durumdalar. Barış masasının devlet/hükümet sandalyesinin karşısında, talep sandalyesinde oturan bu merkez, demokrasi talep edenler tarafından en azından de facto olarak desteklenmesi gereken bir siyasi merkez durumunda bulunuyor. Ve devletin karşısında ilk defa bu denli güçlü bir toplumsal kesim var. Ancak bu gerçeklik, konu merkezi eleştiriden azade kılmamalıdır.
Bu üç merkezin içinde olmayıp da, demokrasi talep eden ve kendilerini solcu, demokrat ve hatta liberal olarak nitelendiren, fizik güç olmaktan çok entelektüel bir güç ve etkiye sahip bir kesim var ki, bu kesim, kitlesel güç anlamında bir siyasi merkez olarak değerlendirilemez. Böyle olduğu içindir ki, bu kesimin demokrasi talepleri, ancak barış sürecinde talepkar taraf olan Kürt hareketinin demokrasi ve hak talepleriyle örtüştüğünde pratik bir anlam kazanır. Bu durum aynı zamanda Kürt hareketini kimlik sıkışmışlığından kurtararak Türkiye ölçeğinde meşruiyet kazandırma siyasetine katkıda da bulunabilir.
Barış ve demokrasi sorunu
Her şeyden önce sürecin başlamasıyla birlikte insan ölümlerinin olmaması büyük bir kazanç. Ölümlerin durması, tarafların dilini de olumlu etkiliyor. Ve zaten barışabilmek için konuşmak, konuşabilmek için barışın dilini kullanmak gerekiyor.
Daha ilk basamaktayız ve şimdilik iyi gidiyor. Antik Yunanlı ozanın ağzından Kavafis’in bir şiirinde dediği gibi, “İkinci basamağı çıkmak için birinci basamağı çıkmalısın.”
Barış ve demokrasi birbirlerine seçenek olarak ele alınamayacakları gibi, birbirleriyle bir özdeşlik olarak da görülemezler. Barış ve demokrasi aynı anda, zamansal bir örtüşmeyi ilk elde gerekli kılmayabilir. Dolayısıyla bu iki kavramı birbirinden ayıranları da, birbiriyle zamandaş olarak eşitleyenleri de anlamakta güçlük çekiyorum. Biri, diğerini dışlamaz.
Kalıcı bir barış, ancak demokratikleşmeyle sağlanır. İçi demokrasi ve insan haklarıyla doldurulmayan bir barış, kısa zamanda bozulan ateşkeslere benzer. Ancak bilinmelidir ki, barış ve özellikle demokratikleşme, uzun bir dönemi kapsar. Sonuç olarak barış ve demokrasi birbirini öteleyen veya birbiriyle ilgisiz kavramlar olarak değil, birbirini tamamlayan kavramlar olarak görülmelidir. Süreci maksimalist taleplerle boğmak yerine, kerteriz noktasını kaybetmeksizin minimalist talep ve tazyiklerle maksimumu inşa etmeye yönelmek gerekir diye düşünüyorum.
Asıl yük geride
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Barış Sürecini üç aşamalı olarak değerlendiriyor ki, katılıyorum. Bunun için asıl yükün geride, ikinci aşamada olduğunu söylüyorum.
PKK, geri çekilmekle birinci adımı attı. Geri çekilme süreci birkaç ay daha sürebilir. Silahlar sustu. Şimdi konuşma zamanı!
Sürecin asıl yükü, bundan sonra!
Evet, ne konuşacağız?
Elbette barışın içi nasıl doldurulacak, diğer bir deyişle sorun nasıl çözülecek?
Hakların tanınmadığı ve demokratik adımların atılmadığı bir durumda, kalıcı barış sağlanamaz. Bu hakların ve demokratik adımların neler olacağı, bunların nasıl sağlanacağı konusu, barış sürecinin bel kemiğini oluşturmaktadır.
Endişenin kaynağı hükümettir
Toplum, süreci büyük ölçüde desteklemekle birlikte, yaygın bir endişe de taşımakta. Mevcut duruma bakınca, endişeliler hiç de haksız sayılmazlar.
Barış sürecini desteklemekle birlikte sürece ilişkin yaygın ve ciddi endişelerin oluşmasına yine bu hükümet sebep olmaktadır. Dolayısıyla endişeleri gidermek, birinci derecede hükümetin görevidir. Endişenin kaynağı şudur: Demokratikleşme emaresi göstermeyen, bu doğrultuda bırakın birkaç adım atmayı, tersine toplumu geren birçok yasa ve uygulamaya imza atmaya devam eden AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan’la gerçekten bu süreci başa erdirmek mümkün müdür?
Bu haklı soru, endişelileri şöyle bir sonuca sevk ediyor: AKP, önümüzde yerel ve genel seçimleri, anayasa ve başkanlık konularını bir barış ortamında, en az sorunla atlatmayı amaç edinmiş olabilir (mi?).
Binlerce kez yanılmayı diliyorum!
Her şey birden bire olmayacak. Demokrasi ve haklar, altın tepsi içinde sunulmayacak. Kürt sorunun çözümünü içeren tek bir paket veya sürece ait bir reçete olmayacak.
Tamam, böyle olmayacak ama bir süreç dâhilinde minimalist adımlarla da olsa demokratikleşmeye hız verilmez, Kürtlerin hakları anayasal teminat altına alınmaz ve hükümet, kendince bir takım ayak oyunlarına girerek ipe un sermeye başlarsa, neler olabileceğini düşünmek bile istemiyorum!
Binlerce kez yanılmayı diliyorum! (HŞ/HK)
* Fotoğraf: Çiçek Tahaoğlu