Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) kapatılması istemiyle geçen hafta açtığı dava uzun süre gündemi meşgul edecek gözüküyor. Özellikle hukukçuların ön plana çıktığı bu süreçte hemen her medya organında meselenin hukuksal yönleriyle ilgili binbir türlü yorumda bulunuluyor.
Anayasa ve ilgili yasaların her kelimesi adeta bir kuyumcunun değerli bir taşı incelemek için evirip çevirmesi gibi evrilip çevriliyor; istenilen sonucu almak için hukukta bilinen bütün yorum yöntemlerine başvurmaktan geri kalınmıyor.
Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararından sonra "Artık her şey olabilir" beklentisinin ortaya çıkması, söz konusu hukuk okumalarının önemini daha da artırıyor.
Oysa, "hukukun üstünlüğü" ya da "hukuk devleti" kavramlarının arkasında yatan ön kabulleri düşünmeden hukuka bu kadar misyon yüklenilmesinin, yerinde bir yaklaşım olduğunu kabul etmek mümkün gözükmüyor. Bu nedenle, kavramların arkasında yatan felsefenin yeniden hatırlatılmasında yarar var.
Halterin ağırlığı altında ezilen hukuk
Her şeyden önce, siyasal, toplumsal ve ekonomik ilişkilerde hukukun nihai belirleyici olmadığını, aksine, hukukun daha çok bu ilişkilerce belirlendiğini hiçbir zaman unutmamak gerek. Bu anlamda hukuk, esasen, ekonomik ilişkiler ve dolayısıyla siyasal dengeler tarafından belirlenen kurallar bütünü.
Her ne kadar "hukuk devleti" kültünün bu kadar yaygınlaştığı ve artık bir mit haline geldiği günümüz toplumlarında hukukun her şeyin üstünde olduğu söylemi hegemonik bir güç haline gelmiş ise de, hukukun son kertede siyasal oyunun aktörleri tarafından yani siyasal dengeler içerisinde belirlendiği gerçeği görmezden gelinmemeli.
Bu bağlamda, özellikle siyasal ve toplumsal mücadeleyle belirlenen meselelerin -görünürdeki son sözü söyleme yetkisi nedeniyle- yargı organları ve dolayısıyla hukuk üzerinden tartışılmasının, hukukun ve nihayet hukuk devletinin kendisine de zarar veren bir sonuca yol açabileceği unutulmamalı.
Hukuka kaldırabileceğinden fazla bir yük ya da misyon yüklemek, mücadelelerin asıl alanını oluşturan üretim ilişkileri ve siyasetin göz ardı edilmesine yol açar ki bu durum gerçek mücadele ve meşruluk alanının gizlenmesi sonucunu doğurur.
Rosa Luxemburg’un "Burjuvazi kendi egemenliğini hukuk yoluyla kurmadı ki o alanda gerçekleştirilecek bir mücadele yeterli olsun" değerlendirmesinin arkasında yatan dikkate değer analiz ve akıl yürütmeden hareketle, siyasal kararlar ya da uygulamalar sadece hukuktan güç alınarak ve ona dayanılarak gerçekleştirilmiyor ki sadece ona dayanılarak değiştirilebilsin ya da ortadan kaldırılabilsin.
Bu bağlamda, sosyal güvenlik yasa tasarısında -en azından şimdilik- kazanılan mevzinin hukuk alanında değil de toplumsal ve siyasal alandaki mücadelenin bir sonucu olduğu gerçeğinin önümüzdeki en taze ve güzel örnek olarak durduğunu unutmamalıyız.
"Amaca Giden Her Yol Mübah" mı?
Türkiye’de AKP iktidarından memnun olmayan çevrelerin önce orduyu sonra da hukuku kullanmaya çalışmalarının her şeyden önce savunduklarını iddia ettikleri rejimin temel değerlerini yıprattığı sonucuna yol açtığını görmezden gelmemeleri gerekiyor.
Şu kadar ki, bugün artık sokaktaki hemen hiç kimse "hukuk devleti" ya da "yargı bağımsızlığı" gibi kavramlara inanmamaya başlamışsa, bunun hem toplumsal hem de siyasal alanda yol açacağı çok önemli sonuçlar olacak.
Doğrularla yanlışların birbirine karıştığı, siyasal alanda mücadele eden bütün tarafların "her yolu mübah" görmeye başladığı bir ortamda meşru siyaset zaman ve zemininin kaybolacağı açık. Her şeyin hukukla belirlenmeye çalışıldığı ve "takımdaki 11 kişi"den beklendiği böyle bir durumda oyunu etkileyen diğer unsurları, yani taraftarları, medyayı, hava ve saha şartlarını, vs.’yi dikkate almamak büyük bir hata olur.
Siyasal ve toplumsal uyuşmazlıkların nihai çözümünü Anayasa Mahkemesi’ndeki 11 kişiye havale etmek "fair play" ruhuyla oynanması gereken oyun üzerindeki baskıyı ve dolayısıyla "kural hatası" yapılması olasığını artırmak anlamına gelir.
Özetle, "hukuk devleti" kavramının (hukuk kurallarının inanılmaz ölçüde artışı ve ayrıntılı hale gelmesi nedeniyle ortaya çıkan karmaşa, belirsizlik ve öngörülemezlik gibi nedenlerle) kendi başarısının kurbanı olmaya başladığı günümüz dünyasında, yine hukuk devletini korumak adına, unutmamamız gereken temel bir nokta var:
Hukukun bir "cep Herkülü", mahkemelerin de mitolojideki "Yunan tanrıları" olmadığı gerçeği… (ECG/GG)
* Ertuğrul Cenk Gürcan, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Anayasa Hukuku Bilim Dalı.