Ziynet Sali, şöhret basamaklarını dirayetle tırmandığı ilk dönemlerinde Zorba Taverna'da sahne alıyordu. Sonradan geleneksel müzik tarzlarından uzaklaşıp daha pop şarkılara yönelse de Kıbrıslı şarkıcı o zamanlar Grek müziğinin mabedi sayılan ve bilhassa Fedon'la özdeşleşen Gayrettepe'deki mekânda sevenlerini ihya ediyordu.
Aynı dönemde Beyoğlu'nun küçük kafelerinde kendine yer açmaya çalışan Midilli'li Yota Mihaleli de özellikle rebetiko müziğinden parçalarla seyircisini, çoktan unutulmuş bir maziye sürüklüyordu. Mütevazı tavrı özel hayatına da yansıyor, üç beş kuruşa sahne almasına rağmen müziği yüreğinde hissedip, şarkıların sözlerini derinden yaşıyordu. Kulaktan kulağa yayılan ünü sayesinde kısıtlı sayıda olsa da hayran kitlesi artmıştı.
Derken bir gün, sesini, yorumunu, geniş repertuarını çok beğenen bir dinleyici onu Zorba'da sahneye çıkarabileceğini söyledi. Yota, adını bile belki hiç duymadığı bu iddialı tavernada "Niye söylemeyeyim?" diye düşündü, ne de olsa daha önce memleketinde ve Ayvalık'ta geniş mekânlarda, kalabalık seyirci kitlesine defalarca konser vermişti.
Çekirdek orkestrasını oluşturan müzisyenler, o andaki "emprezaryo"su ve ufak bir hayran kitlesiyle Yota, bir minibüse doluşarak Gayrettepe'nin yolunu tuttu. Zorba'nın etrafı yeni yeni yükselmekte olan çirkin gökdelenlerle kuşatılmış, mekânın kendisi bile, karanlığın çöktüğü "yeni" İstanbul'da soğuk olduğu kadar korkutucu bir enerji yayıyordu. Geleneksel emsalleriyle hiç alakası olmayan tavernanın içine girildiğinde, bir ucu sahneyle birleşen, sadece upuzun bir masanın dolu olduğu görüldü. Büyük ciddiyet içindeki garson ordusu, banka memuru profilli müşterilerine etkin biçimde servis veriyor, nispeten sessiz ortamda daha çok çatal bıçak sesleriyle tatlı bir sohbetin tınıları işitiliyordu.
Yota ve iki müzisyeni, sahneden sorumlu kişilerin yönlendirmesiyle boş sahneye yerleşti ve çok kısa bir akor seansından sonra Zorba'yı şenlendirmeye başladı.
Sahne tecrübesi zaten olan Yota, renkli repertuarından seçme şarkılarla seyirciyi kısa zamanda avucu içine alıp eğlendirmeye başlamıştı bile. Sesler yükselmiş, iş kahkahalara, "Şerefe!"li kadeh kaldırmalara kadar varmıştı.
Korsan dinleti?
Derken olayları belirli bir mesafeden izleyen Yota'nın küçücük hayran grubu bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Sahneden sorumlu kişi ve birkaç garson adeta panik içinde koşturup Yota'nın sahneden bir an önce inmesi gerektiğini nazikçe bildirdiler; sahneye el kol işareti yapılarak o anda icra edilmekte olan parça bile bitirilemeden küçük ekip sahneyi terk etti, seyircilerin arasında kamufle oldu.
Kısa bir süre sonra ışıklar tamamıyla karardı, Ziynet Sali'nin güçlü sesi gayet derinden işitildi. Yeni orkestra elemanları o arada sahneye yerleşmişti, fakat kendisi telsiz telefon marifetiyle sahne arkasından şarkının giriş bölümünü okurken "suspence" had safhaya ulaştı. Sonra spotlar her yeri aniden aydınlattı, alkışlar içinde bir assolisti andıran ihtişamlı varlığıyla Sali sahnenin ortasındaki yerini aldı.
Alımlı şarkıcı, bu arada iyice dolmakta olan tavernanın müşterileri için önce nispeten yavaş ritmli parçalar seçmişti. Klasik formülü, yavaş yavaş artan tempoyla, profesyonelce tasarlanmış crescendo'yla seyirciyi ısıtıp zamanla kıvama getirmekti.
Fakat o akşam garip bir şey vardı. Özellikle o uzun masada oturan müşteriler nedense pek bir taşkındı, yaramaz çocuklar gibi gürültü edip "düzen"i bozuyorlardı.
İddialı şarkıcının bu vaziyeti garipsediği yüzünden okunuyordu, fakat kimse, kendisine göre gayet "amatör" sayılabilecek başka bir grubun ve bilhassa bir kadın sanatçının biraz önce aynı sahnede birkaç parça tıngırdattığını söylemeye cesaret edemedi…
Yota'nın tarzı
1/6 Ekim tarihleri arasında Midilli'de gerçeklemekte olan AegeanDocs festivalinde adanın Plomari köyünden Yota Mihaleli ve etrafındaki müzisyenler grubunun son dönem fasıllarına şahit olduk. Yönetmenliğini Kostas Fotiadis ve kartlaşmış Brad Pitt'i aratmayan fiziğe sahip Mustafa Altıntop'un beraberce kotardığı Kendi Tarzında (With Your Own Way/ΜΕ ΤΟ ΔΙΚΟ ΣΟΥ ΤΡΟΠΟ) adlı belgesel, sevimli olduğu kadar, yaydığı pozitif enerji de bulaşıcıydı. Festivalin bir önceki gün yapılan açılışında zaten sahne almış olan Yota, Erdem, Dhimitris ve Akis seyirciyi aslında hazırlamış ve ısıtmıştı.
Yota'nın köyü Plomari'yi bir süre önce bırakıp arkasındaki dik yamaçta, küçücük yerleşim merkezi Milyes'e yerleştiği biliniyordu. Zamanla orayı bir müzik vahası, çevreyle uyumlu bir üretim merkezine dönüştürdüğü gözlemlendi.
Yota'yı yıllardan beri tanıyıp hakkında "belgesel çekilecek insan" düşüncesine sahip filmin yapımcıları, AegeanDocs'un sanat direktörü Kostas Spiropoulos'un her türlü desteğini de alınca işe girişmişler. Belçika'dan gelen bir çift müzisyenin, Balkan ülkelerini gezdikten sonra Plomari'ye uğramaları ve gelenekse Midilli şarkılarını öğrenmeye girişmeleri kıvılcımı esas çakan unsur olmuş.
Kesinlikle daha uzun olabilecek 35 dakikalık belgeselde Yota'yı ev, mutfak ve bahçe işleri yaparken izliyor, misafirlerine usta olduğu yerel lezzetler dışında yerel müzik gırtlağını, söyleyiş biçimlerini, kendine has tempoyu aktarırken görüyoruz. Müziğin etrafında şekillenen yaşamlarda okullu olunmasa da yürekten gelen sese kulak veriliyor, acıya, kedere, hüzne olduğu kadar sevince, mutluluğa ve bilhassa cilveye "kanal" açılıyor.
Seyirciler ne dedi?
Midilli'nin belediye tiyatrosunda filmi izleyenlerden Yota'nın yaşlıca bir hayranı gösterim sonrasındaki gayet kuzun ve keyifli soru-cevap kısmında, filme ve emeği geçen kişilere minnet duygularını ifade ederken adayla özdeşleşmiş, çekirdekten yetişme bir diğer usta, Solon Lekkas'ın filmde niye yer almadığını sordu. Yota, Solon'a olan hayranlığını ve saygısını ifade etti ve filmde daha çok Milyes'te oluşmuş, müziğin etrafında şekillenen dinamik, ilişkiler ve müzikal üretime odaklandıklarını belirtti.
Nispeten genç bir diğer seyirci Yota'nın niye kendini dağ başında "emekli" ettiğini, Midilli sahnelerine niye çıkmadığını sorunca Yota kendini rebetiko müziğinin fanatikleri ilân etmiş kişilerin dahil, birçok kişinin kendisine sırt çevirdiğini, snobe ettiğini, neredeyse münzevi olarak yaşamaya devam ettiği "in"inde gayet mutlu olduğunu bildirdi.
Asırlar boyunca çeşitli kültürlerin karşılaşıp kaynaştığı Ege coğrafyasında ne de olsa birbirini bulmak isteyenler bir şekilde kavuşuyor. Mesela filmde uzunca bir rolü olan Belçika'lı Manu da öyle. Midilli müziğinin engin hazinesine vakıf olmak üzere adada epey vakit geçiriyor, bilhassa Balkanlar'da edindiği tecrübeleri ada müziğiyle harmanlamaya girişiyor, bu sayede yeni füzyonlara pupa yelken açılıyor…
AegeanDocs'un bu sıcak gösteriminde hazır bulunan bir kadın seyirci ise kültürlerarası etkileşim kapsamında Yota'ya, Batı'dan gelenler bir yana, bu son yıllarda adayla özdeşleşmiş mültecilerle çalışmaya nasıl baktığını sordu. Yota, müziğinin özelllikle Anadolu ve İstanbul'dan asırlar boyunca beslenmiş olduğunun bilincinde olarak, konuya kesinlikle sıcak baktığını belirtti ve gayet zengin müzik hazineleriyle yereli buluşturup geliştirmeyi çok istediğini ifade etti.
Bakarsınız arada sırada yolu Atina'ya düşen ve yorumculuğu bazılarınca Glykeria'ya benzetilen Yota'nın yolu bir ara tekrar Ayvalık'a, İstanbul'a, hatta İzmir'e bile düşer, belki Ziynet Sali'yle bir düet bile yapar! (MT/DB)