Taksim Meydanı'nda cami inşaatının temel atma töreni yapılıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanın açılış konuşmasında Fetih sonrası kentin gerçek anlamda barış kenti olduğunu, farklılıkların zenginliğini hep yaşadığını belirtiyor.
Aynı sokakta cami, kilise ve sinagogun yan yana bulunduğunu söylüyor.
Bu durumla ilgili verdiği ilk örnek Pera semtindeki Galata Mevlevihanesi oluyor: "Ne olursan ol, gel, yine de gel…"
Sonra sol elini hafifçe kaldırarak: "Hemen yanımızda Santa Maria Draperis Kilisesi var" derken hafiften dili sürçüyor.
Konuşmasına "II Mahmud'un…Murat'ın yaptırdığı Galatasaray Lisesi" örneğini vererek devam ediyor: "Yani bir tarih kokan bir bölgedeyiz".
Bir süre sonra "Caminin burada olmasının iki önemli anlamı var… Birçok anlamları var" diyor.
Yine sol elini usulca kaldırarak: "Santa Maria Kilisesinin hemen yanında olması, iki mabedin Taksim Meydanına bakması ne kadar hoşgörü olduğunun göstergesi…"
Buralarda insanların sokakta gazete üzerinde namaz kılmak zorunda kaldıklarını, caminin bir ihtiyaç olduğunu, Fransa Konsolosluğunun namaz kılanları bahçesine davet ettiğini hatırlatıyor: "Daha önce Beyoğlu Belediye Başkanlığı yaptım... biliyorum!" diyor.
"Hatta Santa Maria Kilisesi'ne giderek 'Cumayı burada kılabilir miyiz?' diyenler oldu, kar, kış, kıyamet…"
Ve sonlara doğru tekrar Taksim Meydanı'ndaki engin hoşgörünün ispatı olarak "Cumhuriyet Anıtı, (yine sol eliyle işaret ederek) Santa Maria Kilisesi ve Cami…" diyor.
Santa Maria Kilisesi
Oysa bahsi geçen Santa Maria Draperis Kilisesi son yıllarda kentimize hiç yakışmayan hoşgörüsüzlükler silsilesiyle daha çok anılır durumda.
Mülklerinde senelerdir kiracı vasfıyla bulunan, aralarında Yahudisi, ateisti, Katolik veya Ortodoks Hıristiyanı, hatta Müslümanı olan, Topbaş'ın deyimiyle "aziz" İstanbulluları sokağa atmasıyla medyada yer buldu.
Yüzyıllar önce İstiklal Caddesinde Pera'nın Latin Katolikleri için inşa edilmiş Santa Maria'nın cemaatine kol kanat germesi beklenirken, kilisenin yetkilileri yaşlı Levantenleri ufalmış bedenleriyle heyulamsı Adalet Sarayının koridorlarında haklarını aramaya itti.
Bunun nedeni, Beyoğlu'ndaki soylulaştırma sarmalına kendini kaptıran bazıları için Vatikan güdümlü dinî değerlerin ikinci plana düşmesi olabilir mi?
Üstelik Papa Francisco kâr endeksli kapitalizmle arasına her geçen gün daha çok mesafe koyup, tüm dünyayı vicdanlı olmaya davet ederken…
Aya Triada Kilisesi
Ayrıca, Beyoğlu eski Belediye Başkanının işaret ettiği yerde Santa Maria Kilisesi yok, eliyle işaret ettiği bina Rum Ortodoks Kilisesi Aya Triada'nın ta kendisi. Santa Maria Draperis Kilisesi Cadde-i Kebir'in Tünel'e yakın ucunda, Taksim Meydanından epeyce uzakta.
İnsan bunun basit bir dil sürçmesi olmasını diliyor…
Oysa Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, CHP olsun, DP olsun, milliyetçiliği sömürmüş iktidarlara kapılanlar, Batılılaşma sembolü Pera’nın, yani Beyoğlu'nun esas meydanına bir kilisenin hâkim olmasını asla hazmedemedi.
Dolayısıyla Osmanlı'nın son dönemindeki hoşgörüden yararlanarak, Rumlar'ın kendini yüksek duvarların arkasına gizlemeyip tüm ihtişamıyla zengin varlıklarını teşhir ettiği Aya Triada Kilisesi oldum olası sevilmez.
Zaten Yunanistan'la Türkiye siyasetçileri ve halkları arasında 1999 depreminden sonra filizlenen aşkın kırılganlığı son dönemdeki hezeyanlarla da kanıtlanmış durumda.
Ayrıca 15 Temmuz gecesi, mesela Prens Adalarında, azınlık mensuplarının sözel de olsa, bazılarının hedefi haline geldiğini unutmamakta fayda var.
Neyse, inşa edilecek cami ile Aya Triada kilisesi arasında dikkat çeken mimari detaylardaki benzerlikler, ortaya çıkacak eserin tezat yaratmadan, meydanın genel manzarasına yakışacağını ortaya koyuyor.
Bu arada, mevzubahis tören sırasında, farklı dinlere hoşgörü argümanını güçlendirmek için işaret edilebilecek diğer kilise ise Aya Triada'nın hemen arkasındaki Taksim Surp Harutyun Ermeni Kilisesi, hatta konuşmanın yapıldığı noktaya fiziki olarak her ikisinden de daha yakın olan, Papa II. Jean Paul tarafından bile ziyaret edilmiş Surp Ohan Voskiperan Ermeni Katolik Kilisesi olabilirdi, ama o heyecan içinde öylesine uzun ve telaffuzu zor isimleri kullanmak, zamanı zaten dar olan şehirlilerin dikkatinin gereksiz yere dağılmasına sebep olabilirdi.
Solon
Oysa gayet tecrübeli olmasına rağmen Solon kendini formda hissetmediği zaman halk önüne çıkıp sanatını icra etmekten geri duruyor; zamana ayar atıp, zamanın ne zaman geldiğine kendi karar veriyor.
Mevzubahis Solon, Atina demokrasisinin temellerini atan devlet adamı ve şair Solon değil. Sadece Midilli adasında kendisini müziğe adamış yaşlıca bir şarkıcı.
Selanik'ten, bazılarını rahatsız edeceğini bile bile haberler yollamam ne kadar fayda eder bilemiyorum ama, bu sene 19. kez düzenlenen kentin belgesel festivalinde yer alan eserlerden biri Solon Lekkas hakkında.
Yönetmenliğini Yannis Adrimis'in yaptığı SOLON Taksimi In The Time (ΣΟΛΩΝ ταξίμι στο χρόνο), zamana taksim yapmaktan bahsediyor...
Midilli, namı diğer Lesbos adasının Pigi köyünde 1946'da doğmuş Solon kendini yetiştirmiş amatör bir sanatçı. Hem adasının hem de Anadolu'nun şarkılarını seslendirmekten hoşlanıyor, bir de "Aman, Aman Aman…" diyerek ortalığı kasıp kavurduğu "amane"leri...
O bir tuğla örme ustası, ayrıca taş duvarcı. Sanatıyla geçmişte kalan bir dönemi gelecek nesillere cömertçe aktarmakla meşgul.
Acıların sesi oluyor, tüm varlığıyla bağlı olduğu toprağının müzikal hazinesinin muhafaza edilmesini sağlıyor.
Kendisine kulak vermekte fayda var, hele de bir keyiflendi mi tadına doyum olmuyor...
"Önünde kahve fincanıyla şarkı söyleyenlerden değilim ben, önce bir iki kadeh uzo, sonra…"
Kuzey Ege'nin iki yakasının ne kadar yakın olduğunu hissetiniz mi?.. Yüzyıllar içinde hoşgörünün korumacı kanatları altında yakınlaşmış olmalarına rağmen… (MT/AS)