Klasik okul eğitiminin ikinci plana atıldığını ve çocukların ilkokuldan itibaren gittikçe artan dozda askerî zihniyete, hatta talime sevk edildiğini düşünün.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısyla beraber, uçsuz bucaksız memleketin okul müfredatına Putin’in tepeden inme kararlarıyla dahil edilen savaş seferberliğinin izdüşümleri gencecik beyinlerin kontrol altına alınması amacını taşıyor.
Öğretmenler militarizasyonun maşaları olmaya mecbur bırakılıyor; orduya iltifatlar yağdıran, düşmanı şeytanlaştıran, askerlerin kahramanlıklarını yücelten, şehitlik mertebesini kutsallaştıran metinleri sınıflarda öğrencilerine okuyor.
Bayrak töreni normalden fazla mana yüklenmek suretiyle mümkün olduğunca sansasyonel bir gösteriye dönüştürülüyor.
İlkokulun birinci sınıfından itibaren çocuklar askerî propagandaya maruz bırakılıyor, küçücük yavrulara koro halinde kahramanlık şarkıları söyletiliyor, şiirler ezberletiliyor, savaşı öven uzun metinler yüksek sesle okutuluyor.
Bir zamanlar oyun oynayan çocukların şen çığlıklarıyla çınlayan okul koridorlarında artık uygun adım yürümeye alıştırılan üniformalı veletlerin olabildiği kadar sert topuk vuruşları yankılanıyor.
Çocukların eli her türlü silaha alıştırılıyor, talim yaptırılıyor; el bombası atma egzersizi gibi faaliyetler bir yana, okullarda Rus paramiliter örgütü Wagner Grubu’nun üniformalı temsilcileri konferans verdikten sonra hep birlikte poz verdiriliyor.
Münferit mücadele
2025 Sundance film festivalinin dünya belgesel sinema klasmanında özel jüri ödülüne layık görülen Bay hiç kimse Putin’e karşı (Mr.Nobody against Putin) adlı film bizi Ural dağlarının kıyısına, kasvetli Karabaş kasabasına sürüklüyor.
Geçenlerde Göteborg Film Festivalinde seyirciye ulaşmış olan Çekya-Danimarka ortak yapımı 90 dakikalık filmin yakında Selanik Belgesel Festivalinde de gösterilmesi öngörülüyor.
Yönetmen hanesinde David Borenstein’ın yanında gördüğümüz Pavel (Paşa) İlyiç Talankin okulumuzun hem pedagog, hem kameraman, hem de eğlence organizatörü olarak filmin lokomotifliğini layıkıyla üstlenmiş vaziyette.
Vatan haini yaftasının kolaylıkla yapıştırıldığı olağanüstü hal sırasında, iktidarın yalanlarına kanmayan Paşa, öğrenciler tarafından çok sevilmenin verdiği özgüvenle militarizasyona muhakkak ki direniyor, çektiği video görüntüleriyle eğitimin düştüğü pespayeliğe bizim de teferruatıyla şahit olmamıza imkân tanıyor.
Ne de olsa askerî propagandaya ayrılan fazlasıyla geniş vakitler, çocukların klasik müfredat derslerinde gerilemesine ve neredeyse eğitimsiz kalmalarına yol açıyor; tahmin edilebileceği gibi de manipülasyona karşı çok daha açık olmaları rejimin istikbaldeki planları çerçevesinde kolaylık sağlıyor.
Karabaş kasveti
Bakır izabesinin yapıldığı heyulayı andıran sanayi tesisinden ötürü Karabaş’ta halkın kronikleşmiş sağlık problemleri yetmezmiş gibi askere gencecik yaşta alınmış erkeklerin cepheden ölüm haberleri geldikçe kasvet iyice artıyor. Rusyanın sektördeki en büyük fabrikasının yıkıcı varlığına rağmen sempatik kahramanımız memleketini ve mesleğini çok seviyor, adeta bir şair edasıyla neleri sevdiğini tane tane sıralıyor.
Ayağa düşmüş “Beğenmiyorsan terk et!” lafının Rusçasına biz de talim ederken aklıselim Paşa’nın memleketini kusurlarıyla kabul etmesi ve “Bir problem var!” cümlesinin herkesçe sarf edilmesini beklemesi epeyce romantik sayılabilir. Ne de olsa gezegen çapında sistem inkârlardan, yalanlardan ve iftiralardan besleniyor ve “toz pembe” olabilen propagandayla güdülen halkın koyun sürüsü gibi davranması bekleniyor.
Diğer yandan “Ülkeni sevmek bayrak asmakla, millî marşı söylemekle olmuyor” diyor sağduyulu kahramanımız.
Paşa’nın okuldaki odası mütemadiyen öğrencilerle dolup taşıyor, her yaştan öğrenci mevzubahis odada fikirlerini rahatça paylaşıyor, özgürce iletişime geçiyor, gerektiğinde layıkıyla eğleniyor. Paşa zihinlerinin açılması için çaba gösteriyor, çocukları kendilerini ifade etmeye alıştırıyor, çocukluklarını yaşamalarına uygun zemini daima hazır ediyor.
Devletin maşası olmayacağım
Ahlaki duruşundan hiç taviz vermediği gibi muhalif tavrını açık açık gösteren Paşa’nın istikbalinden yalnız kendisi değil, biz de endişe duymaya başlıyoruz bir süre sonra. Yaşadığı apartmanın karşı kaldırımına park etmiş polis otomobilinin varlığı bilhassa Karabaş gibi bir kasabada kolaylıkla kötüye yorulabiliyor ne de olsa. Böyle zamanlarda muhbirlerin ve şakşakçıların icraatları da yoğunlaşabiliyor.
Lakin Paşa’nın okuldaki meslektaşlarından biri olan Pavel Abdulmanov militarizasyon projesine gönülden sarılıp çocuklara yönelik beyin yıkama faaliyetine hızla intibak ediyor.
Tarih öğretmeni olmasına rağmen, Stalin için istihbarat şefliği, Gulag sisteminin kurucusu, siyasi mahkûmların işkencecisi, ajan avcısı veya Stalin’in tetikçisi gibi faaliyetlerle tanınan kişilere hayranlık beslediğini ve her birinin adeta idolü olduğunu söylemekten de utanmıyor.
Kahramanımız Paşa okulun video çekimlerinden resmen mesul olduğu için normalde hiç bilemeyeceğimiz bu ve bunun gibi dinamikleri içeriden biri olarak belgelendiriyor; çekilen filmleri (ve kendisini) Rusya dışına çıkarma misyonunu benimsemiş olduğundan ilmeğin günbegün daraldığını biz de tenimizde hissediyoruz.
Bu arada iktidar yalakalığını layıkıyla sürdüren zebani gibi Abdulmanov kısa zamanda sivriliyor, verdiği derslerdeki başarısı düşmeye meyilli olmasına rağmen yılın öğretmeni ödülüne layık görülüyor ve ona mükâfat olarak tahsis edilen yeni daireye yerleşmeye hazırlanıyor.
Cepheden ise devamlı ölüm haberleri gelmeye devam ediyor; günde ortalama 1000 askerin savaşta kaybedildiği bilinse de iktidarın sayıyı mümkün olduğunca düşük göstermeye çalıştığı kulağımıza çalınıyor.
Devletin piyonu olmaya hiç niyetli görünmeyen Paşa’nın “Hür bir memleket olsaydı terk etmek zorunda kalmazdım” cümlesi filmin sonunda birçok kişinin hislerine tercüman olmakla kalmıyor, belgesele de damgasını vuruyor.
(MT/EMK)