AB, her şeyden önce bir uygarlık projesidir. Girmek istersin veya istemezsin! Ama hiç kimse Kophenang'ın yerine kendi başkentini, Ankara'yı falan geçiremez! AB tek tip bir yapı değildir ve seni istemeyenler de olabilir. Girmek için dönüşmek gerekir. Yapabiliyorsan girmeden dönüş. Benim için önemli olan hak ve özgürlüklerdir, hukuktur, adalettir, güven veren devlet kurumlarıdır, şeffaflıktır, çevredir, insan gibi yaşamaktır.
AB ile ilişkilerde Türkiye'nin tavrı, genellikle iki çizgi üzerinde yürümekte: Şirretlik ya da mızıkçılık. Türkiye ya masummuş gibi karşı tarafı suçlayan, yaygara koparan, hırçınlaşan bir tavra ya da oyunbozanlık yapan, küsen, "ben yoğum" diyen bir tavra sahip. Sebebi basit: Türkiye'de iktidarlar demokrasi istemiyorlar, insan hakları temelinde bir sistem istemiyorlar vb. Onun için ipe un seriyor, oyalıyor, "mış" gibi yapıyorlar vs.
"Onlar ortak, biz pazar" mızıklanmasından bu yana, AB için neler denmedi ki? Ancak son açıklanan "AB İlerleme Raporu" sonrasında AKP Hükümetinin iki üyesinin tavrı, olaya tüy dikti!
Neler oldu?
İlkin belirteyim ki, "İlerleme Raporu" sonrasında, hükümet çevresinden yapılan açıklamaların Başbakan Erdoğan'dan bağımsız veya onun bilgisi dışında yapıldığı kanısında değilim.
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP'li Burhan Kuzu, İlerleme Raporu için bir televizyon programında, "AB'nin sonu hüsran. Bu birlik dağılır. AB'nin hazırladığı bu rapor rezil bir rapor. Bu rapor çöpe atılacak bir rapor. Burada çöp yok ama aha aşağıya atıyorum" dedi.
Bunu söyleyen şahıs, üstelik bir hukukçu ve yeni anayasa hazırlığı için Meclis'in kurduğu komisyonun da başkanı. Bu komisyondan 'iyi' şeylerin çıkması epeyi zor! Bırakalım diplomatik dili, eleştirel bir bakışı dahi taşımayan ve kahvede televizyon seyreden bir adamın tepkisinden farksız, sıradan ve lümpen bu tavrın altında ne yatıyor olabilir?
Rapor üzerine AB Birliği Bakanı (AKP Hükümeti, böyle bir bakanlık kurmakla övünüyor) ve Başmüzakereci Egemen Bağış ise, "AB'de akıl tutulması yaşanıyor" dedi.
Bunlar birkaç gün önce olanlardı ve yazmayacaktım. Ancak dün, bu koroya Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan da katılınca 'bendimden taştım!'.
Bu yılki Nobel Barış Ödülü'nün AB'ye verilmesi üzerine bakın Çağlayan ne çağlamış: "AB gelmiş geçmiş ikiyüzlülüğü en fazla hissedilmiş olan bir birliktir. Dünyanın en riyakâr kuruluşudur. Gülmekten kendimi alamadım. Yeminle söylüyorum. AB'ye Nobel Ödülü verilmesini kınıyorum."
Yeminle tahkim edilen, gülmeyle alaya alındığı ima edilen bu saldırgan, şirret ve seviyesiz açıklamanın altında ne yatıyor olabilir?
AB'nin "Kopenhang Kriterleri" karşısında, mızıkçılık yaparak ikide bir bizim de "Ankara Kriterlerimiz" var diye söz eden kesimlerin (AKP'den önceki hükümetler de dâhil) şimdiye dek bu konuda yaptıkları en keskin ve düzeysiz açıklamalardır bunlar.
Adama sorarlar: Riyakâr kuruluşun kapısında ne arıyorsun? Bunu dedikten sonra o kapıda hala bekliyorsan asıl riyakâr siz olmaz mısınız? Gelmiş geçmiş ikiyüzlülüğe sahip AB'nin kapısında, yani ikiyüzlülerin kapısında, iktidar olduğunuz 10 yıl boyunca bu ülkeyi ne diye bekletiyorsunuz? Haydi, bitirin ilişkileri! Ne işiniz var riyakârlar kulübünde?
Olanlar bize neyi gösteriyor?
Bütün bu seviyesiz, şirret açıklamaların altında, AB İlerleme Raporu'nun AKP Hükümetinin yüzüne tuttuğu ayna yatıyor. Bu çevrelerin bu denli sinirlenmelerinin nedeni, aynada gördükleri yüzleriyle gerçeklerin örtüşmesidir. Ayna bize bunların gerçek yüzlerini gösteriyor. Gerçek acıdır. Mevcut durumu 'iyi' göstermeye çalışan onca çabaya, yandaş medyanın manipülasyon ve propagandalarına rağmen, oluşturulan balonu AB'nin toplu iğnesi patlatmıştır. Balonlar dün de patlıyordu, ama bu balon daha güçlü patladı. Balon patlayınca da dünün mızıkçıları, bugünün şirretleri haline geldiler!
Rapor yargıdaki sorunlardan ifade özgürlüğüne; Kürt sorunundan KCK operasyonlarına; yüzde 10'luk seçim barajından BDP'lilerin dokunulmazlıklarına; Kıbrıs meselesinden kadın ve çocuk haklarına; Alevilerin taleplerinden din ve vicdan özgürlüğüne; azınlık haklarından Ruhban Okulu'na; adil yargılamadan işkenceye kadar birçok alanda Türkiye'nin bir ilerleme sağlamadığını, hatta bazı başlıklarda geri bile gittiğini belirtiyor.
Peki, yalan mı bunlar? Bu konularda çok ciddi sıkıntılar yaşanmıyor mu? Hani nerede demokratikleşmek?
O çöpe atılan, o akıl tutulması denilen, o riyakârlıkla suçlanan, o gülünüp geçilen 'şeyler' özgürlüktür, adalettir, insan haklarıdır, şeffaflıktır.
Bütün bu olanlar bize otoriterleşmenin arttığını, birey hak ve özgürlüklerinin daralmaya dönüştüğünü, yargının Demokles'in kılıcına çevrildiğini, iktidarın keyfiliğinin artarak tek adamda somutlandığını, hak taleplerinin zor ve tehdit yoluyla bastırıldığını gösteriyor.
Bütün bu çöp lafları, gülmekten kendini alamadığını yeminle belirtme gereğini duymalar, Nobel'i kınamalar vs, iktidarın bir özgüveniymiş, gücüymüş gibi görünse de, aslında bir telaşın, bir kaygının ve bir özgüven yitiminin sonuçlarıdır.
Gerçek acıdır! (HŞ/HK)