8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde doğan erkeklere ataerkil bir toplumda neler hissettirildiğini hiç düşündünüz mü? Damdan düşen Nasreddin Hoca’nın "damdan düşenin halini damdan düşen anlar, doktoru falan boş verin bana damdan düşen birini getirin" demesi gibi, bu kategoride yer alan bir erkek olarak size bu konuda birkaç ipucu vermek istiyorum.
Balık burcu ve 8 Mart erkeği olmak
Herkes gibi bir vesileyle doğum gününüzü söylediğinizde ilk aldığınız tepki şu olur:
"8 Mart mı? O gün neydi ya? Haa, dünya kadınlar günü!"
Ondan sonra gelsin imalı espriler, gitsin imalı hediyeler… Mart ayında doğmuş olmanız nedeniyle balık burcu erkeği olma durumuna düşmeniz yetmiyormuş gibi bir de "gün"den kaybetmişsinizdir:
"Balık burcunda, üstelik de 8 Mart’ta doğmuş; cinsiyetler mi karışmış ne? hah ha!"
20 dakika içinde kana karışan ve etkisini göstermeye başlayan bu tepkiler önce kişinin beyin fonksiyonlarını etkileyerek "Acaba kadın doğsaydım nasıl olurdu?" sorusunu akla getirir. İlk başta olumlu görülebilecek yanlardan başlarsınız:
Sünnet olmaktan korkmama gerek kalmazdı (ataerkil bir toplumda erkeklik ve kadınlık genelde beden üzerinden tanımlandığı için akla genelde önce bu konu gelir), erkeklik söylemi ve dolayısıyla erk sahibi olma ve uygulama baskısı üzerime yıkılmazdı, evin maişetini sağlama "görev"inin bende olduğu varsayılmazdı, "zengin bir koca bul, mutlu ol" felsefesiyle yaşamam teşvik edilebilirdi, bütün kadınlar bir yerde toplanabilirdik ve tek taşımı kendim almış olmakla övünebilirdim (böyle bir toplumda bunları yapabilir miydim ki övünebileyim?!) vs…
Ancak hastalık ilerlemeye başlar; ya olumsuz yanlar?
Ataerkil düzende kadın olsaydım nelere maruz kalmazdım ki...
Dokuz ay karnımda çocuk taşımak ve doğum sancısı çekmeyi deneyimlemek zorunda kalabilirdim (ki benim gibi klostrofobik, yer darlığı sıkıntısına gelemeyen, hapse düşse bile kaçmayacağına yemin billah ederek hücrenin kapısının aralık bırakıldığını görmek için gardiyanlara yalvaracak birisi için yeter de artar bile!), önce anne (cins cinsin kurdudur!) ondan sonra illa ki abi-kardeş ve babamın muhtemel baskısına (sözlü taciz, olmadı şiddet -"tekdirle uslanmayanın hakkı kötek (!)" ne de olsa-) maruz kalabilirdim, namus bekçiliğine/cinayetine ya da "en iyisi"nden intihara kurban gidebilirdim, çalışırken bir de evi çekip çevirme durumunda kalabilirdim, birçok yerde ve durumda ikinci sınıf muamelesi görebilirdim, vs…
Öff! Daha düşünürken şiştim ve kadın olarak doğmadığıma şükreder duruma düştüm!
Hastalığın semptomları karşısında verilen tepki ise herkesçe bilinen bir süreç izler. Önce inkar aşaması:
"Aman kardeşim bunlar kapitalizmin oyunları; neymiş efendim kadınlar günüymüş! Yok öyle bi şey, kandırmaca! Para tuzakları! Hem ben doğduğum zaman böyle bir şey yokmuş ki, öyle olsa annemin karnından bir gün erken çıkmayı düşünmez miydim?" vs…
Neden 8 Mart Kadınlar Günü ki!..
Daha sonra suçlama aşaması:
"Kardeşim neden 8 Mart? Başka gün mü bulamamışlar? Kim bulmuş, kim karar vermiş, hangi merci bu günleri belirliyor? Tescil aşaması kim? Bunları öğreneyim ki idare hukukundaki ‘tersine işlem’ yöntemine başvurarak aynı işlemlerden geçireyim ve bu günü iptal ettireyim! ‘Mümkün değil’ mi? Ah anne-babamı bir bulur ve dokuz ay gerisini hesaplayıp neden o gün halvet oldunuz da şu gün olmadınız bre ebeveynler, diye sormazsam bana da…neyse"
En sonunda kabullenme aşaması gelir:
"Eh, n’apalım. Bu da bizim kaderimiz! Hem böylesi daha güzel, kimse doğum günümü unutmuyor, değil mi ya azizim?.."
Tedavi aşaması
Nihayet, bütün bu sorgulamalardan sonra hastalığınızın tedavi olma yollarını aramaya başlarsınız.
"En iyi tedavi korunma" mantığı burada işlemez; olan olmuştur ve siz balık burcunuzla ve 8 Mart gerçeğiyle yüzleşmek zorundasınızdır. Bunu kabullenmek tedavinin ilk aşaması. İkinci aşama, "tedavi edemiyorsan ağırlaştırmamalısın" ilkesinin uygulandığı aşama:
Mümkün olduğu kadar başkasının burçlarıyla ve doğduğu günle (örn. 29 Şubat’ta doğanlarla) dalga geçme ki seninkiyle de dalga geçilmesin, 14 Şubat’ı abartma ki 8 Mart da sana karşı abartılmasın, vs.
En iyisi eşitliği savunmak...
Sonunda üçüncü ve en önemli aşama gelir:
Kadın-erkek eşitliğini savun, toplumun ataerkil yanlarının ortadan kaldırılabilmesi için elinden geleni yap ve eşitlikçi bir toplumun eşitlikçi bir bireyi olmaya çalış ki farklılığın bir hastalık olarak değil zenginlik olarak anlaşılsın.
Unutma ki herkesin kör olduğu bir ortamda gözleri gören kişiye hasta muamelesi yapılmasının kaçınılmaz olması gibi, toplumun ataerkillik batağından bir türlü kurtulamadığı bir ortamda senin bu durumun da bir hastalık olarak görülebilecek ve başına yukarıdaki şeyler gelebilecek.
Evet, bu sonuncusunu hiç unutma:
Balık burcu ve 8 Mart’ta doğmuş bir erkek olmanın aslında bir hastalık ya da utanılacak bir şey olmadığı, dolayısıyla aslında hasta olmadığın gerçeğini…
(Yoksa bir anneme sorsam mı: 8 Mart, o tamam da, geceyarısı olmasın?! Saat 02:00 olabilir mi mesela? Peki 9 Mart ne günüydü yahu?!) (ECG/GG)