Seçim tahminime göre HDP’nin barajı aşacağı ve mecliste Millet İttifakı ile birlikte muhalefetin çoğunluğu sağlayacağı; cumhurbaşkanlığı seçiminin ise ikinci tura kalacağı ve bıçak sırtı olduğu şeklindeydi.
HDP’nin barajı aşması tahminimin dışında yanıldım!
İstenilir olan, her daim kişiyi objektif olmaktan uzaklaştırma yönünde baskılar; demek ki ben de bu konuda görmek istediğim sonucun baskılamasına maruz kalmışım.
Fakat bunları bir koşulla söylüyorum; seçimde her şey doğru-dürüst gitmişse!
Gitmediği doğrultusunda bir düşünceye sahibim (ki, AGİT’in açıklamaları da seçim sürecinin sorunlu olduğu yönünde). Erdoğan iktidarının şahsında devlet, bu seçimin bir tarafıydı. Siyasal ve hukuki alanda devletin taraf olduğu her şey kesinlikle sorunlu ve adaletsizdir! Seçimde nelerin yaşandığı hususunda en fazla bilgiyi muhalefet partilerinin yetkilileri verecek. Burada önemli olan, seçimde yaşanması olası hilelerin seçim sonucunu belirleyecek bir etkiye sahip olup olmadığıdır.
Erdoğan yüzde 52,5 oy aldı. Yüzde 2,5 fazlalık, yuvarlak rakamla 50 milyon geçerli oyun 1 milyon 250 binlik kısmına tekabül eder. Bu miktarda bir seçim hilesi yaşanmış mıdır, bilemem. Bu konuda fikir yürütebilmenin önemli bir yolu, Millet İttifakı’nın 180 bin sandıkta müşahit bulunduramasa bile, en azından İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Antalya, İzmit gibi sandıkların hemen tümünde müşahit bulundurması mümkün olan yerlerde kendilerine ıslak imza ile gelen sonuçları açıklayarak, YSK’nın resmi olmayan sonuçlarıyla karşılaştırmasıdır.
Millet İttifakı partileri de biliyor ki, seçmenler elinden geleni yaptılar. Fakat Millet İttifakı yapması gerekeni yapmadı. Seçmenlerini sosyal medyanın boğucu manipülasyonlarıyla baş başa bıraktı. Eğer yukarıda örnek verdiğim illerde de yetersiz bir sandık takibine sahipse, söylenecek fazla bir şey yoktur.
Sonuçlar Erdoğan iktidarının karartmalarının devamının önünü açtı. Fakat hayat her halükârda devam ediyor. Ezileceğiz, üzüleceğiz, kim bilir nelere maruz kalacağız ama yaşamak zorundayız. Yorulduk, biliyorum; seçimlerde yenildik, biliyorum, ama bir gün o muktedirler de yenilecekler. Bardağın yarısı dolu hala!
Sonucun başat nedeni?
Seçim sonuçları hakkında bir bilinç dışavurumu/tavrından önce durumu anlamaya çalışmanın daha doğru bir yol olduğunu düşünüyorum. Falanın oyu şuraya, filanın oyu buraya kaydı gibi istatistiki veriler üzerinden bir yığın söz söylenebilir ama bunlar toplumdaki siyasal ilişkileri yeterince açıklamaktan uzaktır. Kayma verileri seçmenin siyasal olmaktan çok, dönemsel pozisyonlarıyla ilgilidir. Siyasette pozisyon ise, esasa değil, biçime ilişkin olup her zaman değişkenlik içerir. Örneğin bu seçimde Cumhur İttifakı’nın mecliste daha az milletvekili çıkarması için HDP’nin barajı aşması gerekliliği nedeniyle az da olsa (tahminim yüzde 1-1,5 arası) bir kısım seçmenin HDP’ye oy vermesi gibi.
Seçim sonucuna dair bir yığın görüş var ve böylesi de doğal. Bu sonuca yol açan onlarca neden var. Her bir seçmen, bu onlarca nedenden bir veya birkaçı üzerinden tercihini belirliyor. Erdoğan’ın 16 yıllık iktidarına karşılık bir 5 yıl daha verilmesinin nedenleri neler olabilir? Üstelik ekonomik, sosyal, siyasal, adalet, dış politika sorunlarının alabildiğine arttığı bir ortamda neden seçmenlerin yarısı hala Erdoğan diyor?
Bunlar üzerinde uzun uzun sosyolojik, siyasal incelemeler yapılması gereken konular. Yazı mecram nedeniyle toplumda Erdoğan desteğinin önde gelen nedenini izaha çalışacağım.
Türkiye muhafazakâr bir toplum. Türkiye’nin muhafazakarlığının iki ana damarı var; Türklük ve İslamcılık. Cumhuriyet tarihi koşullar ve konjonktür nedeniyle kendine bir ulus yaratmak için İttihatçılardan devraldığı Türkçülüğü daha bir öne çıkardı. Zaten toplumda güçlü bir İslam damarı vardı. Cumhuriyet Diyanet’i kurarak dini de elinin altında tuttu. İkinci savaş sonrası konjonktür gereği çok partili yaşama geçildi. Tam bu noktada dini söylemler, siyasi yarışın bir malzemesi haline geldi. Çünkü din, devletin ve dolayısıyla doğrudan siyasetin içindeydi. Hal böyle olunca din, siyasetin bir enstrümanı gibi kullanılmaya devam ediyor.
Devlet, 1970’lerde sol muhalefete (CHP değil) karşı üretilen Türk-İslam sentezi ideolojisini içselleştirdi. O dönemlerde Milliyetçi Cephe Hükümetleri, bu yapının taşıyıcılarıydı. 12 Eylül faşist darbesi, eğitim başta olmak üzere toplumsal ilişkilerin birçok alanına Türk-İslam sentezi ideolojisini ikame etti.
Türk-İslam sentezi aslında birbirini dışlayan kavramlardır. Biri milliyetçi ve bir adım ötesi ırkçı, diğeri ise ümmetçidir. Ancak bu kavramlara Türkçülük ve İslamcılık ideolojisi giydirilerek ötekileştirme üzerinden bir ortak nokta oluşturuldu: “Türk’üz, Müslümanız, doğruyuz, haklıyız, ötekiler düşmanımızdır vs.”
Bu genellemenin siyasal yaşamdaki somut karşılığı ve seçmen tercihindeki temel etkisinin şöyle işlediğini sanıyorum: toplumun tümünün Türk-İslam sentezi diye bir ideolojiyi, siyaseti bilmesi gerekmiyor. Türk ve Müslüman kelimelerinin zihin dünyasının merkezinde yer alması yeterli. Bu anlamda seçmenlerin büyük bir kesimi Erdoğan için şöyle düşünüyor olmalı; ilk defa içimizden tam Müslüman birisi çıktı, onu yedirmeyiz!
Fakat Erdoğan iktidarı için bir süre sonra işler sarpa sarınca Erdoğan bütün olumsuzlukların kaynağı olarak dış düşmanları gösterdi. Ellerindeki medya yoluyla bunu öyle işlediler ki, her şeyi düzenlemek isteyen bir ‘üst akıl’ var ve Erdoğan bu üst akılla mücadele ediyor! 15 Temmuz darbe girişimi bu propagandaya sağlam bir zemin sundu. Erdoğan sayesinde kalkınan, büyüyen, güçlenen Türkiye’yi istemeyen dış güçler, Türkiye ve dünya lideri Erdoğan’ı yıkmak istiyorlar. Araba, tank, uçak, füze, yapıyoruz ama bizim bu gelişmememizi istemeyen ve sabote eden dış düşmanlar var. Dış düşmanlar ekonomide kriz çıkarmak için dövizle, faizle oynuyorlar. Erdoğan’ı yıkmak isteyen muhalefet bile dış düşmanların maşası haline geldi vs. Bütün bu çarpık dış düşman retoriği bu seçmen kitlesinin zihnine algı yoluyla yerleştirildi. Kaldı ki bu yeni bir durum değil, bu algıya uygun zemin öteden beri devam edegelen bir toplumsal gerçeklik. Erdoğan bu zemini hazır buldu ama, onu geliştirdi. Türkçülüğün ve İslam’ın bayraktarlığını yapan Erdoğan ne derse doğru der ne eylerse doğru eyler ön yargısı, kolay ve yaygın bir alıcı kitlesi buldu.
Türk-İslam sentezi siyaseti, yapısı gereği bir dış düşman üretimine alabildiğine uygun olduğu için, Erdoğan ve yeni müttefiki Bahçeli iktidarı için bulunmaz bir ‘nimet’.
Türk-İslam sentezi ideolojisinin toplumdaki algısının siyasete yansıması, tam da devletin ve onunla aynılaşan Erdoğan iktidarının istediği kıvamda. Bu gerçeklik aynı zamanda 12 Eylül 1980 darbesinin toplumda maya tuttuğunun da göstergesidir. Böyle bir nesnel durum karşısında toplumdaki Türk-İslam sentezi algısının zayıflaması, bazı şeylerin yaşanarak tüketilmesine bağlıdır. Toplumsal değişimler ha deyince olmuyor. Bunun böyle olması muhalif mücadeleyi gereksiz kılmaz, çünkü toplumsal hayatta genel olarak yöneten-yönetilen çelişkisi devam ediyor, edecek. Bu da bir başka nesnel gerçeklik!
Elbette siyasette önemli belirleyicilikleri olan daha başka nedenler de var. Kürt sorunu, ekonomik gidişat, adalet, hukuk, dış politika vb. Ancak bütün bunları önsel olarak etkileyen ve bu olgular üzerinde tavır belirleyen başat etken, Türk-İslam sentezi düşüncesinin toplumdaki karşılığıdır. Erdoğan ve Bahçeli ittifakına oy verenlerin çok büyük bir kesimi bu algıyı ön yargı haline getirenlerden oluşuyor. Az sayıda ama fonksiyonel diğer kesimi ise, iktidarın siyasi ve iktisadi gücünden yararlanan, yani ‘işini bilenlerden’ oluşuyor. (HK)