1. MHP’nin yeni konumu?
MHP, yüzde 11 civarındaki oyuyla çıkarttığı 49 milletvekiliyle muhtemelen mecliste karar alınmasında, yasama sürecinde, tartışmalarda, politika oluşturmada değil ve fakat ülke örneğinde şahsiyetçi siyasetin şahikası nev’i şahsına münhasır başkanlık düzeneğinde halihazırda oluşturulmuş politikaların onanmasında AKP’nin çoğunluk sağlamasına yarar bir siyasal parti işlevi görecek. 24 Haziran 2018 seçimlerine gelmeden ve hemen akabinde MHP’den ayrılan ve nispeten entelektüel ve AKP’nin son dönem hallerine nispeten mesafeli duran üyelerinden bir kısmının partiye dönmesi muhtemel olsa da Devlet Bahçeli ve ekibinin şu andaki konumlarını, medyanın da pompaladığı bir zafer imajı üzerinden tanımlayıp gittikçe daralan bir siyaset zihniyetiyle devam ettireceklerini düşünüyorum. Dolayısıyla, MHP’nin de Türk-İslam Sentezi’nin de devrinin sonuna doğru evrildiği yönünde seçim öncesi dile getirdiğim fikrim devam ediyor.
Kısaca: 24 Haziran seçimleri Türkiye’de 1923 yılında resmen kurulan Cumhuriyetin resmen ilgasını tanımladığı fikrindeyim. Meclis siyasetinin tedavülden kalktığını, halihazırda ağır aksak işleyen parlamenter demokrasinin son on yıl içinde tedricen ve özellikle son beş yıldır hırpalanan prosedürel dayanaklarının çözüldüğünü düşünüyorum.
MHP’nin bu çözülme sürecinde doğru taktikle Türkiye siyasetinin son 16 yıldır merkezî aktörü olagelen ve bu muhtemelen merkezî konumuyla en az bir 20 yıla damgasını vurmuş olacak olan AKP’nin ve yeni rejimde şahsiyetçi siyaseti bedeninde ve sahipliğini iddia ettiği sembolik ve fiziksel mekânında gösterecek olan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında yer almakla yaşam mücadelesine indirilen siyaset pratiğine en iyi uyum sağlayan siyasal parti olduğu söylenebilir. Pek tabii ki, bu uyum aynı siyaset pratiğini tanımlayagelen faşizm zamanlarına da uygun; MHP’nin faşizmle tarihsel bağına da...
Dolayısıyla, liberal demokrasinin ya da en azından temsilî demokrasinin ya da daha da azından formel demokrasinin işlediği dönemlerde söyleyebileceğimiz, MHP’nin rasyonel bir hamleyle doğru seçim hesaplamasını karar alma süreçlerinde üstünlük payı kaptığını ve/ya da AKP’nin meclis içi siyasette MHP’nin yüzde 11 civarında oyundan destek alacak olmasının ve bunu sağlayan seçmen profilinin MHP’nin ve/ya da tarihsel olarak bu siyasal partiyle birlikte zikredegeldiğimiz Türk-İslam Sentezinin zaferine işaret ettiğini söylemeyi tercih etmiyorum. Zira, ortada, OHAL döneminde aniden öne çekilmiş ve aniden gerçekleştirilmiş bir seçim süreci var. Ortada, 2013’ten bu yana sivil toplum alanının daraltıldığı, hak temelli sivil toplum örgütlerinin baskılandığı; toplumsal ve siyasal muhalefetin farklı formlarını sahiplenen oluşumların ve insanların farklı şiddet biçimleriyle yüzleşmeleri riskinin arttığı bir ülke var. Ortada her şeyden önce tutarlılık arz eden neredeyse tek siyasal pratiğin keyfî kararlar ve uygulamalar olduğu bir karar alma ve uygulama biçimi var.
2. Seçimlerin görünen sonucu bize ne söylüyor?
Seçimlerin görünen sonucu - ve aslında seçim süreci - CHP’nin HDP’yle yaptığı sandık ittifakının umut verici olduğunu söylüyor: CHP’deki politikasızlık halinin, neredeyse, karşıtı tanımlayageldiği siyasal partilere referansla kısıtlı var olma atıllığının liderlik düzeyiyle sınırlı olduğunu, partinin geneline yayılmadığını bir kez daha onaylıyor.
İnce hakkında
Muharrem İnce figürünün tuhaf temsilinin ve bu tuhaflıkla bağlantılı muğlâk açılımlarının söylediği birçok şey var.
En kısa vadelisinden başlayacak olursam: İnce’nin bunca kısa bir sürede bunca oy almış olmasının Erdoğan’ın şahsen o kadar popüler olmadığı gerçeğini gösterdiğini, bunun da Türkiye’deki siyaset pratiğini sarmalamış olan tüm irrasyonelliğe, hissiyatseverliğe, keyfîliğe rağmen olumlu olduğuna dikkat çekmekte fayda var.
Öte yandan, İnce’nin seçim kampanyalarının iki ay civarındaki seyri kronolojik olarak incelendiğinde Erdoğan’ın kampanyalarda ve/ya da mitinglerde kullanageldiği retoriğe, Erdoğan’a giydirilegelen imgeye yakınsamış olması ve bununla, bunca kısa zamanda yüzde 30’u aşan oy alabilmiş olması arasındaki ilişki ihtimali rahatsız edici. Bununla bağlantılı olarak, İnce’nin seçim sürecinin son haftalarında artan popülerliğinde şahsiyetçi dili manipülasyonunun değil, bu dile teslimiyetinin payının büyük olması genel siyasal görünüm açısından vahim.
HDP’nin barajı geçmesi
Seçimlerin görünen bir diğer sonucu HDP’nin mecliste koltuk sahibi olması. Bunun salt HDP seçmeniyle ilgili çizilen profile uyan seçmenlerin oylarıyla değil normal şartlar altında HDP’ye oy vermeyen, HDP’ye Türk milliyetçisi ve devletçi cenahın yüklediği siyasal kimliğe mesafeli duran seçmenin oyuyla mümkün olması. Bunun Türkiye siyaseti açısından en umut verici seçim hallerinden biri olduğunu düşünüyorum.
KHK ihraçları mecliste
Bir umut verici seçim sonucu, KHK’yle ihraç edilmiş akademisyenlerden İbrahim Kabaoğlu’nun, Sezai Temelli’nin, Erol Katırcıoğlu’nun, Ömer Faruk Gergeroğlu’nun, Cihangir İslam’ın milletvekili olarak meclise girmeleri.[1] Burada hemen, KHK’yle ihraç edilen kadın adayların seçilmemelerini bu resmi zayıflatan bir unsur olarak not düşmek gerekir.
Kadınlar
Kadın adaylardan bahsetmişken, bu seçimler sonucunda meclisteki kadın milletvekillerinin oranının yüzde 17’ye çıkmış olmasının da altını çizmeliyim.[2] Ezberden bunun olumlu bir artış olduğunu söyleyesi geliyor, insanın. Ancak, halihazırda meclisin arka plana itildiği bir rejimin inşasından bahsettiğimizi, bu inşa sürecinde feminist politikanın, bağımsız kadın hakları savunuculuğunun baskılandığını göz önüne aldığımızda bu artışın olumlu yanının, feminist hattın etkililiği aşikâr olan HDP kanadıyla ve HDP’nin kadın milletvekillerinin feminizmle tanışıklığıyla sınırlı olduğunu söylemek mümkün.
İYİ Parti’nin genel başkanının kadın olmasını, yepyeni bir siyasal partinin 40 milletvekilinin üçünün kadın olmasını da kaydetmekte fayda var. Özellikle CHP gibi yerleşik olan ve sosyal demokrat kimliği talep eden bir siyasal partide kadın hakları savunuculuğuyla bilinen isimlerin çoğunlukla liste dışı bırakılmalarının ve/ya da seçilemeyecekleri yerlere itilmelerinin tarihsel bir gerçek olduğu göz önüne alındığında katıldığı ilk ve belki de son seçimde yüzde 7’lik bir kadın milletvekili oranı İYİ Parti açısından mülayim bir ilk ve son adım addedilebilir. Bunu söylerken, İyi Parti’nin seçim sürecinde ağırlık verdiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik işlettiği imgeler ve retorik düzeneğinin baştan aşağı eril olduğuna özellikle dikkat çekmem gerekiyor.
3. 25 Haziran Türkiyesi nasıl bir Türkiye olacak?
Kanımca, 25 Haziran Türkiye’si son beş yıldır yaşadığımızdan radikal olarak farklı bir siyaset panoramasının olmadığı bir Türkiye olacak. Radikal farkın, fiilen ilga edilegelen Cumhuriyet rejiminin ve parlamenter demokrasinin artık hukuken de sonunun yazıldığını söyleyebilirim.
Yanı sıra, 25 Haziran sonrası Türkiye’nin yeni rejime geçiş sürecini tanımlayan faşist hattın kurumsal siyaset ve gündelik ilişkilenmelerde daha belirginleştiği bir ülke olacağını söyleyebilirim. Muhalif addedileni (ulusal) tehdit öznesi kılmanın, ardından hıyanetini tespit etmenin ve bu zeminde baskılamanın kurumsal temeli tam anlamıyla kurulmuş olacak. Öte yandan, burada Türkiye siyaseti için yeni olanın bu tür dışlama ve baskı pratikleri değil, bu pratiklerin toplumdaki geniş bir kesimi, adını koymak gerekirse Cumhuriyet rejiminin orta sınıfını da kapsayacak şekilde genişletilmesi olduğunun altını çizmem gerekir.
Müşahitlik tecrübem
24 Haziran seçimlerinde, yurt dışı oy sayım sürecine gönüllü HDP müşahidi olarak katıldığımda, bir CHP’li sandık görevlisi kadının HDP müşahidi olmamı olası Kürtlüğüme bağladığı, ardından kendisinin şu aşamada ve HDP nedeniyle İYİ Parti’ye yaklaştığını söyleyebildiği; AKP’li bir sandık başkanı erkekten seçim sonuç tutanaklarını teslim alışımın hemen ardından aynı erkek tarafından fütursuzca tacize edildiğim; oy sayımı devam ederken bir CHP’li sandık görevlisi kadın tarafından yiyecek bir şeyler almak üzere görevlendirilmeye çalışıldığım; oy sayımı başlamadan önce bir AKP’li sandık başkanı erkek tarafından salondaki YSK sorumlusunu bir koşup çağırıvermek için yine göreve koşulmaya çalışıldığım; bir sandıktaki oyların dörtte üçü sayılana kadar hangi siyasal partili olduğunu resmen açık etmeyen ve fakat CHP ve HDP dışında her siyasal partiyle organik bağı aşikâr bir sandık başkanı kadının masanın civarından beni uzaklaştırma yönündeki tacizkâr hamlelerine rağmen gözlemcilik yapmaya devam ettiğim bir Türkiye’de yaşıyordum. 25 Haziran’la birlikte, insanların bu örneklerde olduğundan daha da asabileştikleri[3] ve dolayısıyla birbirleriyle farklılıklarıyla birlikte ilişkilenmekte gittikçe daha da zorlandıkları bir Türkiye’de yaşayacağımız söylenebilir.
Kanımca, siyasal parti olarak AKP’nin ve MHP’nin temsil ettikleri, yönetsel olarak (devletin) başkan(ın)da simgelenen kurumsal yönetimle organik bağları olan sermaye gruplarının Türkiye’deki sermaye yoğunluğunda hâkim olmalarına kadar böyle bir sosyopolitik uzamda yaşayacağız. Bu sosyopolitik uzam aynı zamanda erken seçime apar topar gidilmesinin nedenleri arasında olan savaş eksenli siyaset ve savaş ekonomisi için de uygun zemini sunuyor.
Ama umut, umutsuz zamanlarda gerekliyse, eşitsizliğin, baskının yeniden üremesi açısından gereğinden fazla alan açan böylesine dönemlerde hak temelli muhalefet de hiç olmadığı kadar umut vericidir. 25 Haziran’daki Türkiye’nin, aynı zamanda umut edilecek birçok nedenin de olduğu, böyle bir Türkiye olduğu fikrindeyim. (SC/HK)
[1] Görkem Kınalı, ‘KHK ile İhraç Edilen Akademisyenlerden 5’I Milletvekili Seçildi’, Evrensel (25 Haziran 2018).
[2] Çiçek Tahaoğlu ve Hikmet Adal, ‘497 Erkek, 103 Kadın Milletvekili Meclis’te’, bianet (25 Haziran 2018).
[3] Simten Coşar, ‘Rejim Çözülürken Sosyal Haklar’, Çatlak Zemin (11 Haziran 2018)