15-16 Haziran 1970'de İstanbul'da yaşananlar, Türkiye işçi hareketi tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. DİSK'i etkisiz hale getirmeyi amaçlayan yasa değişikliğine karşı başlatılan eylem kısa sürede bütün kenti kaplamıştır. İşçiler bir destan yazdı dense yeridir.
O iki gün içinde İstanbul'da olup bitenler, üzerinden geçen elli yıl boyunca çok ayrıntılı anlatıldı, yorumlandı. (Örneğin geçtiğimiz Şubat ayında birinci cildi yayınlanan "DİSK Tarihi: Kuruluş, Direniş, Varoluş" adlı kitapta Zafer Aydın'ın kaleme aldığı 15-16 Haziran'a ilişkin bölüm iyi bir kaynak.)
İstanbul'daki eylemler diğer kentleri etkilemedi mi? Aynı günlerde diğer kentlerde, örneğin Ankara'da neler oldu? Deneyimli gazeteci Doğan Özgüden, olaylardan bir ay sonra Ant dergisinde yayınlanan "İşçi Sınıfımızı Yenemeyecekler" başlıklı başyazısında eylemleri İstanbul dışındaki kentlere yayarak ve saydığı kentler arasına Ankara'yı da katarak şöyle diyor:
"Türkiye işçi sınıfı... yüz binler halinde İstanbul'un, İzmit'in, Gebze'nin, İzmir'in, Ankara'nın, Adapazarı'nın sokaklarında kızgın bir lav gibi akmış, 'zincirlerinden başka kaybedeceği bir şeyi olmadığı'nın bilincine vararak ölüm kalım mücadelesine girmiştir."
Özgüden'in söylediklerini o günlerin heyecanlı ortamına bağlamak doğru olacak.
Zira diğer kentler için konuşmayayım ama 1970 Haziran'ında Ankara'nın, öyle sokaklarda "lav gibi akan" bir eyleme tanık olduğunu söyleyemeyiz. Elbette bir şeyler olmuştu, bakın 17 Haziran 1970 tarihli Cumhuriyet'te şöyle anlatılıyor:
"ANKARA, (Cumhuriyet Bürosu) - DİSK'e bağlı kalabalık bir işçi grubu ile bazı öğrenciler, dün Büyük Sanayi Çarşısında çalışmakta olan işçileri yürüyüşe teşvik ederken, esnafla aralarında yer yer çatışmalar çıkmıştır. Saat 12 30 sıralarında Sanayi Çarşısı içinde toplanan işçi ve öğrencilerden kurulu kalabalık, değiştirilmek istenen sendika ve toplu sözleşme kanunlarıyla ilgili tasarıları protesto etmek amacıyla harekete geçerek, bu bölgede taraftar toplamaya çalışmışlardır. Ancak, buradaki esnaf, öğrenci ve işçi topluluğuna karşı koymuş, teşvikçileri Polis'e ihbar etmiş, bazılarını da dövmüştür. Olay bölgesine gelen Toplum Polisi, yakaladığı öğrenci ve işçileri arabalara koyarken esnaf bir polis arabasını tahrip etmiştir. Ulus'a doğru yürümek isteyen ve aralarında kadın işçilerin bulunduğu göstericilerden 51 öğrenci ve 19 işçi, polis tarafından gözaltına alınmıştır."
Ankara cephesinde durum
Cumhuriyet'in haberinden de anlaşılıyor ki Ankara'da, Sanayi Çarşısında olanlarla İstanbul'daki eylemler arasında benzerlik kurulması olanaksız.
Adında "sanayi" geçmesine bakmayın, daha çok "çarşı" sözcüğüne dikkat edin. Yani işçilerin değil, küçük esnaf ve zanaatkârların, daha çok da oto tamircilerinin bulunduğu bir yer.
Bu bakımdan "çarşı"nın protestocu işçi ve öğrencileri desteklemesini herhalde bekleyemezsiniz.
Zaten haberde de tam tersine, göstericileri dövdükleri anlatılıyor. Yani, göstericiler yanlış bir semte gelmişler veya bugünkü deyimle söyleyelim; birileri yanlış "konum atmış."
Elbette Ankara'da o tarihlerde, özellikle öğrenci gençliğe dayanan ciddi bir sol hareket vardı.
Hareket, işçilerden çok üniversite öğrencileri ve aydınlar arasında gelişmişti. Bu kesim önce TİP'de varlık göstermiş, daha sonra fikir ayrılıkları dolayısıyla "fraksiyonlar", farklı örgütlenmeler ve farklı yayın organları ortaya çıkmıştı.
TİP çevresinde kalanların aksine bu kesimlerde genellikle işçi sınıfının objektif varlığının bir "devrim" için yeterli olmadığı düşünülüyor, daha kestirme yollar aranıyordu. Döneme ilişkin çok sayıda çalışma var, ayrıntılara girmeyeyim.
İletişim olanakları bugünkü gibi hızlı değildi, ama yine de 15 Haziran günü İstanbul'dan gelen haberler Ankara'nın "ezberini bozacak" nitelikteydi. Olayların öğrenilmesinden sonra durumu yerinde görmek üzere Ankara'dan hemen İstanbul'a gidenler olmuştu.
Sait de gitmiş ve dönmüş, gördüklerini ODTÜ Mimarlık Amfisinde bize anlatıyordu. Genel hava, ne zamandır özlenen ama gerçekleşmesi beklenmeyen bir olay karşısında duyulan şaşkınlığı yansıtıyordu.
Ortama sessiz bir heyecan hâkimdi, sanırım herkes "İşte başladı, şimdi biz ne yapsak" diye düşünüyordu.
Ankara'da durum, "devrimci" gençlerde böyleydi ama diğer sol çevrelerde de sanırım farklı değildi. Örneğin, 1965'de parlamentoya girdikten sonra yasal zorunluluk gereği genel merkezini İstanbul'dan Ankara'ya taşımış olan TİP de İstanbul'dan kopmuştu.
TİP yöneticilerinden Prof. Sadun Aren anılarında, partinin başında sendikacı Şaban Yıldız'ın olmasına ve İstanbul'daki eylemlerin içinde partili sendikacıların bulunmasına karşın, 15-16 Haziran olaylarını radyo ve gazetelerden öğrendiklerini söyler. Daha sonra İstanbul'a giden Yalçın Cerit aracılığıyla olayların ayrıntıları hakkında bilgi sahibi olmuşlardır.
(Puslu Camın Arkasından, İmge Kitabevi, 2006, s.189)
"Vaka mahaline intikal"
Herhalde Mimarlık Amfisindeki toplantıdan sonra olacak, ODTÜ'nün ünlü kırmızı-beyaz, "et arabası" denilen Amerikan hibesi otobüsleriyle topluca kente inildi.
Topluca dediysem, sanırım üç-dört otobüstük ve otobüsler her zamanki durağa değil doğrudan İskitler'deki Sanayi Çarşısı yakınına götürdü bizi. Doğrusu nereye gidileceğini, ne yapılacağını pek bilmiyorduk. Bir yerlerde toplanarak, olsa olsa meclise yürünüleceğini sanıyorduk.
Bizi bekleyen diğer arkadaşlarla birlikte kısa sürede dar ve uzun bir sokağa yönlendirildik. Kent haritasından bulabilirsiniz, sokağın adı Seçim Sokak'tır ve şu anda Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü olan polis merkezine çok yakındır.
O tarihlerde yapımı tamamlanmak üzere olan ve kısmen kullanılmaya başlanan Emniyet Sarayı da uzakta değildir. Yani "stratejik" bir noktaya konuşlanmıştık.
Kaç kişiydik, kesine yakın bir rakam vermek mümkün değil, 400-500 kişiydik denilebilir. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu toplulukta, işçiler, kadın işçiler, sendikacılar da vardı. Kimler yoktu ki aramızda, bazı durumlarda birbirleriyle çatışma içinde olan her türlü sol örgütten gençler, eylemde birleşmişler, DİSK ve DİSK'li işçiler ile dayanışma içinde olduklarını gösteriyorlardı.
Seçim Sokak'ta bir araya gelenler arasında kimler vardı? Hatırladıklarım ve konuştuğum arkadaşların hatırladığı isimler geniş bir profil veriyor:
DİSK Bölge Temsilcisi Uğur Cankoçak, "Beyaz Aydınlık"tan Gün Zileli, yıllar sonra bir partinin genel başkanı olacak Doğan Tarkan, ODTÜ'den; Akın, Orhan, Bülend, Menteş, Aydınel, Ertuğrul, Ali, Yusuf, Tuncay, Nuran, Gülay, Şule, Türkan, Aysel...
Hatta İlber Ortaylı'nın da orada olduğu söylenmektedir. 12 Mart sonrası görülen Dev-Genç davasının gerekçeli kararında bu olayla ilgili olarak Tuncay Çelen, Enis Sakızlı, Münir Aktolga, Hüseyin Onur ve Cengiz Çandar'ın adları geçmektedir.
Artık 65+ yaş grubunu çoktan aşmış olsalar da olayı hatırlayıp "Ben de oradaydım" diyenler herhalde olacaktır. Adlarını anmadığımız için kusura bakmasınlar, listenin ucunu açık bırakıyoruz.
Yürüyüş başlamıştı, sloganlar atılıyor, dükkânlardaki zanaatkârlar, kalfalar ve çıraklar "İşçiler yanımıza" denilerek yürüyüşe katılmaya çağrılıyordu.
Çarşı sakinleri sanki bilimsel açıdan daha tutarlıydı, kendilerini işçi olarak görmediklerinden olacak, bu çağrıya kulak asmıyor, topluluğa garip garip bakıyorlardı. Dükkânların üzerindeki evlerde oturan aileler de ne olacak bakalım diye sokaktaki şenliği izler durumdaydı.
Toplum polisi faaliyette
Çok uzun sürmedi, topluluğun tamamı sokağı doldurduğunda, alttan ve üstten sokağın çıkışlarını tutan Toplum Polisi, kalabalığı sıkıştırmaya, önüne geleni coplayarak, yaka paça arabalara doldurmaya başladı.
Mahalle halkı da polise yardımcı oluyor, kaçarak sağa sola dağılanları ihbar ediyordu.
Menteş ufak tefekti, kendini bir varilin içine atmıştı, görülmesine olanak yoktu. Ama mahallelinin "Bak polis bey, orada da biri var" demesi üzerine yakalandı. Varilin içinde sıkışmıştı, coplar tepesinde patlıyordu. Sanırım bir miktar hasar gördü.
Yürüyüş başlamadan bitmiş gibiydi. Toplum Polisi daha yeni kurulmuştu, cevvaliyeti üzerindeydi.
Yakalananların sayısı Cumhuriyet'teki haberde toplam 70 kişi olarak veriliyor.
Tanıkların söyledikleri de bu doğrultudadır. Topluluğun önemli bir kısmı kaçma olanağı bulmuştu. İki arkadaşımız anlatmıştı; Ulus'a doğru koşarak polisten kaçıyorlar, arkalarında mahallenin çocukları ve köpekleri...
Çarşıdaki çıkma oto parçası satan hurdacı dükkânları, kaçışın ilk aşamasında yararlı olmuş, polis saldırısından bu dükkânlara sığınarak kurtulanlar, ortalık biraz yatıştıktan sonra usulca Seçim Sokak'tan uzaklaşmışlardı. Hurdacı esnafının daha hoşgörülü olduğunu söylemeliyim.
Toplum Polisinin gözaltına aldığı göstericiler Emniyet Sarayının bodrumundaki yemekhaneye konulmuşlardı. Burada iki taraf arasındaki ilişkiler bir ölçüde normalleşmişti.
Polis şeflerinden Altan Ünal yakalanan öğrencilerle diyalog kurmaya çalışıyordu. Bir ay önce SBF’de Mustafa Kuseyri’nin ölümü dolayısıyla çıkan olaylarda tabancasını kaptırmıştı.
Konuştuğu öğrencilerden tabancanın bulunması konusunda yardımcı olmalarını istediği söylenir. (Müdürün tabancası bulundu mu bilmiyorum, ama boynunda taşıdığı ve o karışıklıkta yitirdiği altın muhafaza içindeki minyatür Kuran-ı Kerim olaydan birkaç gün sonra bir şekilde kendisine iade edilmişti.)
Duruşma başlıyor, Gülay ve arkadaşları
Geceyi gözaltında geçiren göstericiler, ertesi günü adliyeye gönderileceklerdir. Bu arada bir grup kadın öğrenciye ayrıcalıklı davranılır, Avukat Türkay Çelen'in araya girmesiyle geceyi evlerinde geçirmelerine izin verilir, ertesi sabah erkenden adliyeye gelmeleri istenir.
Sorun çıkmaz, öğrenciler ertesi sabah diğer gözaltındakilerle birlikte Anafartalar'daki tarihi Adliye binasındadır.
"Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası"na muhalefetten açılan dava hoşgörülü bir yargıca düşer.
Usuldendir, böyle olaylarda genellikle, "Bizim öyle bir gösteriden haberimiz yoktu, tesadüfen oradan geçiyorduk" gibi ifadeler verilir.
O duruşmada da öyle olmuştur. Ancak sıra ODTÜ'lü kadın öğrencilere geldiğinde başta Gülay ve Türkan olmak üzere doğruyu söylemişler, 15-16 Haziran olaylarını protesto etmek için olay yerine gittiklerini anlatmışlardır. (Bu "siyasi" çıkışı Gülay'ın örgütlediği söylenir.)
Yargıç bu kez erkeklere dönerek "Erkekliğinizden utanın, bakın kızlar ne diyor!" diye tepkisini gösterir. Duruşma sonunda yargıç tutuklamaya gerek görmez, birkaç yıl sonra dava sonuçlandığında herkes beraat etmiştir.
İstanbul'daki kenti sarsan eylemlerin yanında, 15-16 Haziran'ın Ankara cephesinde yaşananların belki de "esamisi okunmaz", olan bitenler söz edilmeyecek kadar önemsiz görülebilir.
Gerçekten de Ankara'da başka tarihlerde gerçekleştirilen kitlesel gösterilerin yanında oldukça başarısız bir girişimdir.
Belki de bu yüzden pek hatırlanmaz, anılarda yer almaz. O döneme ilişkin anılarını çok ayrıntılı olarak yazan Gün Zileli bile bu konuya değinmemiş. Bir yerlerde yazmış da gözümden kaçmış olabilir mi?
Yalçın Yusufoğlu'nun hatırladıkları
Anılarda fazla sözü edilmez dedim ama geçenlerde bir arkadaşımın ilettiği Yalçın Yusufoğlu'nun yayınlanmamış anılarında Sanayi Çarşısı olayına değindiğini gördüm.
Önemli bir tanıklık. Daha sonra TSİP'in genel sekreterliğini yapacak olan Yusufoğlu sol çevrelerde dikkate alınan bir isimdir.
Anlattıkları, gösteri için yer seçiminin sendikalar tarafından yapıldığını ve sonuçta eylemin sendikalar tarafından başarılı bulunduğunu gösteriyor. Şöyle diyor:
"İstanbul'da 15-16 Haziran 1970 günü işçiler kente yürüyünce, o gece sabaha kadar Maden-İş ve Basın-İş ile yürüyüş hazırladık. Ertesi gün Ankara Büyük Sanayi Çarşısı içindeki bir fabrikanın işçileriyle başlayıp, atölyeler ve tamirhaneler arasında gezip slogan atarak, işçilere İstanbul'daki kardeşlerini anımsatarak bir-iki bin kişilik işçi-öğrenci korteji halinde çarşı içinde tur attık. Ama iş uzayınca Toplum Polisi bizi dağıttı, fakat eylem amacına ulaştı. Sendika bize teşekkür etti." (s.45)
Anlaşılan, Sanayi Çarşısında "işçi" arayan sadece gençler değilmiş.
Yusufoğlu'nun anılarında yer alan şu bölüm, yukarıda aktardıklarımızı tamamlayıcı bilgiler veriyor. Ulus gazetesindeki direnişle ilgili anlattıkları, Rüzgârlı Sokak'la ilgilenen iletişim tarihçileri için önemli olmalı:
"16 Haziran'da Ankara Sanayi Çarşısında DİSK'li sendikalar da yürüyüş düzenlediler. Birçok kişi gözaltına alındı. 15 Haziran akşamı CHP organı Ulus gazetesi çalışanları Rüzgârlı Sokak'taki gazete binasını ve matbaayı işgal ederek, ertesi günkü sayıyı kendilerinin çıkaracaklarını söylediler. CHP Genel Sekreteri Ecevit'le yapılan pazarlık sonucu, yazdıkları bir bildirinin ön sayfadan yayınlaması kaydıyla uzlaşmaya vardılar." (s.47)
Şiirsel bir Ankara tarihi
Üzerinden elli yıl geçti. Eski arkadaşlarla konuşurken konu Ankara Sanayi Çarşısında 16 Haziran günü yaşananlara geldiğinde genellikle olay tebessümle hatırlanır, fazla da üzerinde durulmaz.
Sanırım, o dönem Ankara'da yoğunlaşan sol birikimin kuramsal düzeyini yansıtan bir olaydır. Öte yandan kent bilimciler ve sosyal bilimciler için yararlı olabilecek bir İstanbul - Ankara karşılaştırmasının ipuçlarını içerir.
Bence 1960-1970'lerin Ankara'sını en iyi anlatan, 1983 Ocak ayında Esenboğa'daki uçak kazasında yitirdiğimiz Ergin Günçe'dir.
Zeki, cin gibi ve dil ustası bir ekonomistti. ODTÜ'de verdiği Mikro Ekonomiye Giriş dersinde pek başarılı olmayan bir öğrencisiydim, yine de geçer not alabilmiştim.
Ekonomi filan bir yana o, militan ve şair bir gelenekten geliyordu. İkinci yeni akımının en anlaşılır şairidir belki de.
Oğlu Dadal'ın çabalarıyla yeniden gün ışığına çıkarılan şiirlerini ve onun için derlenen "Ergin Günçe Bir Kalkışma Yüreğinde Çiçek" kitabını, bulun, okuyun derim.
Ergin Günçe'nin öğrencileriyle Ankara Ulucanlar Cezaevinde koğuş arkadaşlığı yapmışlığı vardır. "Tutuklu Gençler Arasındayım" şiirinde; Yusuf'la koğuşun havuzundan gül kopardıklarını, Muammer, Metin ve Ergin'le aynı yatağa sığdıklarını anlatır. Fizikçi Metin'den, Ulaş Bardakçı'dan, Münir Aktolga'dan, Erhan'dan, İbrahim'den, Müfit'ten söz eder. Şiirin sonunda Ergin Hoca şöyle der:
"Çocuklar sabırlı olun / Tutsaklık özgürlük arasındayız / Bağımlılık bağımsızlık arasındayız / Bugün ile yarının arasındayız / Düzen ile devrim arasındayız."
İstanbul 15-16 Haziran eylemlerinin Ankara'daki sol çevrelerin "ezberini bozacak" nitelikte olduğunu söylemiştik. Kimsenin ezberi bozulmadı, herkes kendi gündemine kaldığı yerden devam etti.
Sözlerimizi yine Ergin Günçe'nin Avusturya İşçi Marşına benzeştirerek söylediği şu üç satırla bitirelim:
"Hayat denilen kavgada / Çocuk adımlarla yürüyoruz / Biz bu karanlık yolun sonunda..." Şiirin ve marşın gerisini siz getirin. İsterseniz Grup Yorum'a buradan bir selam gönderelim ve onlardan dinleyelim marşı...
(AŞ/PT)