"Annemin kuşağından bu yana hem her şey değişti, hem hiçbir şey."
Pazartesi dergisinin yazarlarından Haziran Düzkan bir kuşak öncesiyle şimdilerin feminist mücadesini böyle karşılaştırdı. Metis yayınevi editörlerinden Başak Ertür'se annesinin kuşağının hala kendisini dönüştürmeyi sürdürdüğünü ve böylelikle kızlarıyla birlikte yeni bir sentez oluşturduklarını belirtti.
"Bu nedenle kuşaklara göre belirlenen kesin bir farktan bahsetmek zor benim için."
Türkiye'de ne değişti?
The Guardian'da yayımlanan makalelerinde Louise France ve Eva Wiseman yıllar içinde feminizmde ne değiştiğini yazıyor.
"Aktivist kadınların önündeki engeller bir açıdan 30 yıl önce olduğundan daha büyük. O günlerde adaletsizlikler daha belirgindi ancak bugün kadınlara daha fazla seçenek sunulduğu ve kazanılmış savaşlar olduğu yanılsaması mevcut."
Peki Türkiyeli feministler bu konuya nasıl bakıyor?
Feminist gazeteci Ayşe Düzkan ve "Kadınsız İnkilap" kitabının yazarı Yaprak Zihinoğlu'nun kızlarıyla konuştuk.
Yeni kuşak feministler...
Siz kendinizi feminist olarak tanımlar mısınız?
Haziran Düzkan (H.D) - Evet, kendimi feminist olarak tanımlıyorum.
Başak Ertür (B.E) - Evet. Feminizm adına yeterince iş yaptığımı iddia edemem ama duruş ve tavır itibariyle kendimi feminist olarak tanımlıyorum.
Nasıl feminist oldunuz?
H.D - Üçüncü dalgaya denk gelen kuşaktan bir kadın olarak pek çok "kuşakdaşım" gibi ben de siyasetle ilgilenmeye ilk başladığımda feminizmi elde var bir olarak görüyordum. Yani kadınsanız, kadın sorununu görmemek pek mümkün değil.
Ancak bu meselenin başka yollarla çözüleceğini düşünüyordum. Bu aşamada hikayem çok da heyecan verici değil. Bütünüyle politik bir karar verdim, teorik olarak feminizme ikna oldum ve hareket içinde yer aldım.
"Bir anda olmadı"
B.E - Beni feminist yapıveren bir an veya olaydan bahsetmem mümkün değil. Zaten galiba insan bir günde feminist olmuyor, feminist olunca da olmuş bitmiş olmuyor, yani makam gibi bir şey değil feminizm, ya da olmamalı. Süreç gibi daha çok. Belki süregiden bir ayma, farkına varma ve mücadele zinciri.
Ama bir anlamda da, tabiri caizse, kendimi "doğma büyüme" feminist gibi hissediyorum, neticede beni esas olarak annem yetiştirdi ve ben büyürken bizim eve bazı cinsiyet normları hiç uğramamıştı. Bunun yarattığı farkı da çok küçük yaşta, "evdeki hesap çarşıya uymayınca" anlamaya başladım, mahallede oynarken ve okulda rastladığım bazı durumlara müthiş şaşırdığımı hatırlıyorum.
Annenizin kuşağından bu yana feminizmde ne değişti?
H.D - Hem her şey, hem hiçbir şey. Bir yanıyla dünya değişti, bir sürü kazanım oldu. Belki bunun, belki de insanlardan gelen genel isteğin bir sonucu olarak artık feministlerin temel derdi dünyayı değiştirmek değil kendilerini ifade etmek ve bu da bir uyumluluk getiriyor beraberinde.
Ancak destek de aynı köstek de, erkek de aynı kadın da, bu hem mücadelenin aciliyetinin hem de taleplerin üç aşağı beş yukarı aynı olmasına sebep oluyor.
B.E - Annemin kuşağı hala kendilerinden sonra gelen feminist kuşaklarla ortak iş yapıyorlar ve ben bunun çok değerli bir deneyim ve yaklaşım paylaşımı olduğunu düşünüyorum.
Bu nedenle kuşaklara göre belirlenen kesin bir farktan bahsetmek zor benim için, annemin kuşağından kadınların feminizminde de 80'lerden bugüne kadar, doğal olarak pek çok şey değişti. Mesela annem hala kendini kimi konularda dönüştürmek için çabalıyor, ‘ben oldum’ deyip durmuyor. Örnek vermek gerekirse eskisinden daha özgürlükçü buluyorum kendisini.
"İnsanların işlevi olması gerekmez"
Erkekler gerekli mi?
H.D - Ben insanların işlevli olması gerektiğini düşünmüyorum. Erkeklere ihtiyaç duyma meselesi de feministlere sık sık soruluyor, bunun kibarca "heteroseksüel misiniz?" demenin bir başka yolu olduğunu düşünüyorum.
Erkeklerin gerekliliği beni ilgilendirmiyor, bir cins olarak. Ama bu "bırakınız yaşasınlar bırakınız ezsinler" gibi bir rahatlık olarak algınlanmasın. Bir toplumsal rol olarak erkeklik gereksiz, hatta zararlı. Kadınlık da öyle. Bunlar yapay, sonradan öğrenilen zehirli şeyler.
B.E - Yakınlarda öğrendiğimize göre, çocuk doğurmak için gerekli değillermiş mesela. Feminizm içinse bence gerekliler ama öncelikli değiller. Önce kadınlar!
Zira erkek egemen toplumun yeniden ve yeniden üretilmesinde başrolde maalesef kadınlar var. Bana gelince, gündelik hayatımda erkeklere duyduğum şeyler arasında "ihtiyaç" yok galiba.
"Klişeler çocukça, üzerine düşünmek lazım"
Feminizmle ilgili klişeler ne?
H.D - "Erkek düşkünü cinsel özgürlükçü", "frijit", "erkek düşmanı ve lezbiyen" güzellemesinin gülünçlüğünü tekrar etme ihtiyacı duymuyorum. "Yeni toplumsal haraketler" genellemesi içinde "eşcinseller, anarşistler, çevreciler, feministler" gibi şahane bir ittifak sunuluyor ki, bu dörtlünün çok az ortak noktası var bilindiği gibi.
B.E - Erkek düşmanlığı, çirkinlik, saldırganlık, vb. Feminizmin klişe algılanışının hala bu denli çocukça ve neredeyse komik olmasını enteresan buluyorum, üzerine düşünmek lazım.
Sizi ne öfkelendirir?
H.D - Kişisel olarak feminizmi tartışmaktan korkanların, feminizm tartışmaya tenezzül etmiyormuş gibi davranması. Veya "ama işte devrimle çözeceğiz biz bunları çünkü..." diye başlattıkları her cümlenin feministler tarafından yeni, ilk kez duyulmuş ve ufuk açıcı olacağına inanmak.
En fenası "tabii yaşadığın bazı olaylar seni bu düşüncelere itmiş olabilir" gibi değişik imalar içeren bir empati çabası.
B.E - Binbir çehresiyle adaletsizlik. Bir de, sokakta sözle, bakışla veya doğrudan fiziksel olarak bedensel alanıma müdahale, o zaman tepem fena atıyor – ama bunun feminizmle değil de daha ilkel bir omurilik tepkisiyle alakası olabilir. (GG/NZ)