Fotoğraflar: Evrim Kepenek/bianet
"Bazen sözler boğazımızda düğümleniyor ama bunları da anlatmak zorundayız. IŞİD'in insanlara yaptıklarının aynısını bizlere yaptılar. O katil binbaşıya, yüzbaşıya ve itirafçıya sesleniyorum; 'Sizler katilsiniz, tescilli katilsiniz. Bir de utanmadan anılarını yazıyor. Aslınsa söylenecek o kadar söz var ki artık konuşmak bile istemiyoruz. Lanetliyoruz onları."
Bu kez İstanbul'da İnsan Hakları Derneği önünden seslenen isim, Vahap Canan'dı. Canan'ın babası Abdullah Canan, 1995'te Yüksekova'da "Yüksekova çetesi" denilen ekipçe öldürüldü.
İçişleri Bakanlığı'nın "yasaklaması" nedeniyle 62 haftadır Galatasaray Lisesi önünde açıklama yapamayan Cumartesi Anneleri/İnsanları, bu haftaki eylemlerini de İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi'nin bulunduğu Çukurluçeşme Sokak'ta yaptı.
Ellerinde karanfiller ve kaybedilen yakınlarının fotoğraflarını taşıyan Cumartesi Anneleri/İnsanları'na, Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Züleyha Gülüm, Musa Piroğlu ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilli Sezgin Tanrıkulu da destek verdi.
Eylemde haftanın basın açıklamasını Cumartesi Anneleri'nden insan hakları savunucusu Maside Ocak okudu. Ocak, şunları söyledi:
"761 haftadır güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındıktan sonra kaybedilen sevdiklerimiz için hakikat ve adalet talebiyle buluşuyoruz. 761 haftadır ısrarla söylüyoruz: Sevdiklerimiz genç, yaşlı, çocuk demeden gözaltında kaybedildiler. Onların kaybedilmelerinden devlet sorumludur. Kayıplarımızın akıbetlerinin açıklanması ve bu suçun faillerinin hakkaniyetle cezalandırılması tüm iktidarların görevidir.
"Bügüne kadar Devleti yönetenler hukuka uygun olarak hareket etmedi. Bütün iktidarlar sesimize kulaklarını tıkayarak inkar siyasetinin devamcısı oldu. Hukuku ve temel insan haklarını tanımayan bir yargı sistemi yaratarak adalete ulaşmamızı engelledi. Devlet yönetiminde hukuk, hesap verilebilirlik ve etik ilkeler esas alınmayınca yurttaş olarak tüm hak ve özgürlüklerimiz ayaklar altına alındı.
"Bugün geldiğimiz noktada ise gözaltına alındıkları inkar edilen insanlar 6 ay, 9 ay sonra Emniyette ortaya çıkıyor. Sürece ilişkin hiçbir açıklama yapılmıyor. Celselerin herkese açık olması ilkesine rağmen bu kişilerin yargılanması ailelerinden ve kamuoyundan kaçırılıyor. Bu yaşananlar Türkiye'de artık hukukun kırıntısının bile kalmadığının ifadesidir. Bu yaşananlar gözaltında kaybetme uygulamasını tekrar hayata geçirme potansiyelinin ifadesidir.
"761. haftamızda hukukun işletilmesinin engellendiği Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş dosyasını kamuoyuyla paylaşmak için buluştuk.
"Onu aramaktan vazgeçmedik"
Ocak'ın ardından kaybedilen Abdülkerim Yurtseven'in torunu konuştu. Çocukluğunun dedesini aramakla geçtiğini söyleyen torunu, onu aramaktan hiçbir zaman vazgeçmediklerini söyledi.
Ardından gözaltında kaybedilen Abdullah Canan'ın oğlu Tayyip Canan söz aldı. Devletin bu baskılarla insanlara "düşünmeyeceksiniz" dediğini ifade eden Canan, şöyle konuştu:
"73 yaşındaki bir köylü amcamız gözaltına alınıyor. Köyden Yüksekova'ya getirilene kadar öyle bir işkence ediliyor ki. 13 yaşında bir çocuk Münür Sarıtaş ve 18 yaşındaki Mikdat Özeken olaya tanıklık ettikleri için kendilerine mezarları kazdırılıyor ve kazdıkları mezara kendileri gömülüyor."
"Utanmadan anılarını yazıyor"
17 Ocak 1996'da babası Abdullah Canan'ın da aynı işkencelerden geçirilerek öldürüldüğünü söyleyen Canan, şöyle devam etti:
"Bazen sözler boğazımızda düğümleniyor ama bunları da anlatmak zorundayız. IŞİD'in insanlara yaptıklarının aynısını bizlere yaptılar. O katil binbaşıya, yüzbaşıya ve itirafçıya sesleniyorum; 'Sizler katilsiniz, tescilli katilsiniz. Bir de utanmadan anılarını yazıyor. Aslınsa söylenecek o kadar söz var ki artık konuşmak bile istemiyoruz. Lanetliyoruz onları."
"Son 4-5 yıldır olan kayıplardan AKP sorumludur"
Avukat ve CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu da şöyle konuştu.
"Zorla kaybetmelerin yeni sahibi AKP'dir. 90'lardaki pratik için 'benim sorumluluğum' yok diyordu, son 4-5 yıldır olan kayıplardan AKP sorumludur.
"Kaçırılan Özgür Kaya'nın davasını takip etmek için Ankara Adliyesi'ne gittim. Duruşmanın nerede yapılacağını hakim de yazı işleri müdürü de bilmiyor. Eşi burada, annesi burada, babası burada. Ankara Adliyesi'ndeyim; avukatım, milletvekiliyim, Meclis İnsan Hakları Komisyonu başkan vekiliyim duruşmanın nerede yapılacağını öğrenemedim. Yargı reformu yapılan bir ülkede bir adliyede duruşmanın nerede yapılacağını annesinden babasından saklıyorsanız hangi yargıdan söz deceksiniz. Yargı da kaybetmelerde devletin bir paydaşıdır."
Ardından şubat ayından bu yana kendisinden haber alınmayan ve geçen hafta Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde ortaya çıkan Mustafa Yılmaz'ın eşi Sümeyye Yılmaz'ın gönderdiği mektup okundu.
Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş nasıl kaybedildi?
73 yaşındaki Abdülkerim (Şemsettin) Yurtseven, 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş Hakkari Yüksekova'ya bağlı Ağaçlı Köyü'nde yaşıyordu.
27 Ekim 1995 günü Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki Yüksekova Komando Taburuna bağlı askerler Yüksekova'ya bağlı Ağaçlı Köyü'ne baskın düzenledi.
Askerler köylüleri dipçikleyip yerlerde sürükleyerek köy meydanında topladı. Onları sormak için tabura giden aileleri, Mikdat Özeken'i kanlar içinde gördü. Binbaşı Yurdakul, "24 saat gözaltında tutulacaklar"ını söyledi. Aileler daha sonra tabura gittiğinde ise "kimseyi gözaltına almadık, bir daha buraya gelmeyin" diyerek itiraz eden aileleri tehdit etti.
Ailelerin yaptığı tüm başvurular sonuçsuz kaldı. 3 köylü için tüm resmi kurumlar "gözaltına alınmamışlardır" cevabını verdi.
Gözaltı işlemini gerçekleştirenler arasında bulunan itirafçı Kahraman Bilgiç, anılarını yazdığı kitapta ve savcıya verdiği ifadede olayı şöyle anlatmıştı:
"Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul talimatıyla, askerler üç köylüyü döverek arabalardan birine bindirdi. Dayak o kadar şiddetliydi ki, Yüksekova'daki tabura ulaşmadan yolda köylülerden yaşlı olanı ölmüştü. Tabura gelince Uzman Çavuş'un biri telaşla koşarak yanımıza geldi. Binbaşıya 'Komutanım köylülerden biri öldü' dedi. Binbaşı Uzman Çavuş'a, 'Peki diğer iki köylü onun geberdiğini gördü mü?' dedi. Uzman Çavuş gördüğünü söyleyince, Binbaşı tereddütsüz bir yüz ifadesiyle, 'Diğer ikisini de gebertin' dedi. Askerler Binbaşının talimatıyla diğer iki köylüyü Yüksekova Tabur Komutanlığı atış poligonunun olduğu bir yere götürüp, ellerine kazma kürek vererek kendileri için mezar kazdırdı. Binbaşının talimatıyla kurşuna dizilen köylüler kendi kazdıkları mezara gömüldü." (EMK/AÖ)