İsviçre Emine’yi geri göndermek istiyor: Hayatım risk altında

Kimi hayatlar sessiz yaşanır. Seçim olsa güzeldir elbette bu sessizlik fakat zorunluluksa hepimiz için tuhaf olduğu kadar korkutucu...Sözcükleri yutarsınız, kimliğini saklarsanınız gibi...
Emine'nin hayatı, böyle bir sessizliğin içinden geliyor. O, doğduğu coğrafyada "uyumlu" bir vatandaş olarak büyüdü—başörtülü, inançlı, eğitimli, hatta devletin din görevlisi olarak görev yaptı. Ama içine doğduğu dünya, ona hiçbir zaman tam olarak “ait” olabileceği bir yer olmadı. Maalesef.
Emine, 1990 yılında Batman’ın Sason ilçesinde Müslümanlaştırılmış bir Ermeni ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. 1915'i yaşamış bir halkın evladıydı.
Ancak onun hikâyesini sıra dışı yapan, sadece taşıdığı bu miras değil, aynı zamanda modern Türkiye'nin “makbul vatandaşı” görünümünün ardında biriktirdiği başka sessizlikler.
İmam Hatip Lisesi’nde okudu. Ardından bir ilahiyat fakültesinden mezun oldu. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Kur’an kursu öğreticisi olarak göreve başladı.
Devletin onayladığı dini, dili ve değerleri temsil ediyordu. Ancak içinde taşıdığı kimlik, bu vitrinin gerisinde her gün daha da ağırlaşıyordu. Emine, bunu “sessiz kimliğimin yükü” diye tarif ediyor.
Bu sessizlik 2015 yılında, herhangi bir gerekçe gösterilmeden işinden atılmasıyla kırıldı. O günden sonra Emine için Türkiye artık bir “yurt” değil, sürekli kaçmak zorunda kaldığı bir iç sürgün coğrafyasına dönüştü. Kardeşiyle birlikte şehir şehir dolaştılar: Tokat, Tahran, Diyarbakır, İstanbul…
Hiçbir yer uzun süreli kalabilecekleri bir liman olmadı. Tehditler, sosyal medya üzerinden gelen hedef göstermeler, tarikatların takipleri onların peşini bırakmadı.
Kardeşi yurtdışına çıktıktan sonra Emine de 2022’nin Eylül ayında bir evlilik sayesinde aldığı yeşil pasaportla İsviçre’ye ulaştı. Onun için bu, yalnızca coğrafi bir geçiş değildi.
Aynı zamanda yüz yıldır bastırılmış bir tarihten, kendi gerçeğine doğru atılan ilk somut adımdı. Fakat İsviçre’de onu bekleyen şey huzur değil, bir başka duvar oldu: Bürokrasi.
Mart 2025’te iltica başvurusu reddedildi. Red gerekçesi oldukça çarpıcıydı: Yaşadığı tehditler “yeterince sistematik” değildi.
Onu hedef alan bir “devlet politikası” kanıtlanamamıştı. Kimliğini bastırmak zorunda bırakılması, tarikatların takibi, açılmış davalar ve sosyal baskılar yeterli görülmedi. Modern Avrupa hukukunun teknik dili, Emine’nin yaşadığı örtük şiddeti tarif edemedi.
Hukuk ne kadar "tarafsız"?
Avukatı Agit Önel’in belirttiğine göre, Emine hakkında Türkiye'de açılmış iki ayrı ceza soruşturması bulunuyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, devlet kurumlarına hakaret iddiasıyla dosya açtı. Derik Cumhuriyet Başsavcılığı ise Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması yöneltti. Emine’nin yaptığı bir sosyal medya paylaşımında, Hrant Dink cinayetini anması, bugün ona 1 ila 4 yıl arası hapis cezası getirebilecek bir suçlama olarak dönmüş durumda.
Bu da yetmiyor. İsviçre’de geçirdiği süre boyunca Emine, katıldığı online felsefe ve sosyoloji kurslarında kamerasını açmamış, adını paylaşmamış. “Fotoğraflarım ne zaman bana karşı silah olarak kullanılacak bilmiyorum” diyor.
Türkiye'deki çevresinde kendisini açabileceği bir arkadaş çevresi kuramamış, ailesiyle ise özellikle babası ve onun tarafıyla tüm bağlarını koparmış. Çünkü o taraf, Ermeni kimliğini reddediyor. Emine için ailesi, bir başka inkâr kurumuna dönüşmüş.
“Sadece hayatta kalmak istiyorum”
Bugün Emine,vhakkında verilmiş iltica reddi kararına karşı İsviçre’de hukuki mücadele veriyor. Bu sadece kendi özgürlüğü için değil, aynı zamanda yüz yıldır bu topraklardan sağ çıkamayanların ve bugün de hâlâ kimliğini gizleyerek yaşayanların sesi olabilmek için.
"Güvenli bir hayat istiyorum"
“Belki atalarımız o zaman kaçabilseydi, biz bugün kaçmak zorunda kalmazdık. Ama onları da suçlamıyorum” diyor Emine. “Biz onların yarım bıraktığı yolu yürümek zorunda kaldık.”
"Güvenli bir hayat istiyorum" diyor, sade ve en yalın hali ile şöyle devam ediyor:
"Türkiye’ye dönmem halinde, hakkımda açılmış olan iki ayrı ceza soruşturması (devlet kurumlarına ve Cumhurbaşkanına hakaret) nedeniyle ciddi hukuki risklerle, özellikle hapis cezası tehdidiyle karşı karşıyayım.
Bunun yanı sıra, maruz kaldığım sosyal medya tehditleri, tarikat baskıları ve ailemle yaşadığım çatışmalar; kimliğimi açıkça ifade ettiğim bir ortamda yeniden tekrarlanma riski taşımaktadır. Ermeni kimliğim ve düşünsel duruşum nedeniyle sosyal dışlanma, takibe uğrama ve psikolojik baskılar da göz önüne alındığında, Türkiye’ye dönüşüm hem fiziksel güvenliğim hem de ruhsal sağlığım açısından ciddi tehlikeler barındırmaktadır. Bu nedenle, uluslararası insan hakları çerçevesinde korunmam hayati önem taşımaktadır.
Şehir değiştirerek, kaçarak, saklanarak yaşamak; yaşamak değildir. Yoruldum ve Türkiye’ye tekrar dönmek zorunda olmayacağım güvenli bir hayat talep ediyorum."
Hafıza bir hakikattir
Emine’nin hikâyesi, bugünün Avrupa’sına bir ayna tutuyor: Modern hukukun dili ne kadar evrensel, ne kadar kapsayıcı? Bir kimliğin bastırılması, sadece fiziksel şiddetle mi tarif edilebilir? Ve hafızasını taşıyan bir kadını, yine o hafızanın suç sayıldığı bir ülkeye göndermek ne kadar meşrudur?
Emine, bugün yurdundan ayrı bir ülkede bu soruların yanıtlarını bekliyor. O ülkeye, İsviçre'ye kabul etmeyi dileyerek…
(EMK)
23 Nisan: Çocuk haklarıyla bayram

BİANET GÜNDEM
Tutuklama cezaya eşitlendi: Gençlerin geleceği cezaevinde eriyor

Savcılık, Saraçhane’deki polis şiddetine ön inceleme başlattı

Tahliye edilen Astrolog Saraç: Daha gür bir sesle kendimi ifade etmeye devam edeceğim

SARAÇHANE DAVASI- 2
Gazeteciler ve avukatların dosyaları ayrıldı: Sonraki duruşma 3 Ekim'de
