KADINLARIN GÜNDEMİ
Bırakınız beyler, kadınlar istedikleri gibi doğursunlar, size ne?

Bu hafta da gündemler yoğun, baş döndürücü. Ancak başlamadan önce, izninizle, çok kısa bir kişisel not paylaşmak isterim.
Birkaç gün önce avukatım Deniz Yazgan Şenay’la birlikte Beyoğlu Emniyeti’nde ifade verdik. Bilkent Üniversitesi’nden erkek bir akademisyen, kadın örgütleriyle birlikte bir iftira kampanyası düzenlediğimizi iddia etmiş.
Hakikaten hayatta en çok korktuğum şeylerden biri yalandır, manipülasyondur, çünkü bilirim ki eninde sonunda gerçek mutlaka ortaya çıkar. Ve ayrıca insan işini gücünü bırakıp İstanbul’dan kalkıp Ankara’daki biriyle uğraşır mı? Hele kampanyalar düzenlemek…
Benim işimin doğası gerçek olmak zorundadır, çünkü haber gücünü gerçeğe dayanmasından alır.. Akademisyen haberinde konu yargıda. Sadece Türkiye’de değil dünyanın herhangi bir ülkesinde akademisyenin şiddetten yargılanması haberdir.
Üstelik malum bizim memlekette "ondan duymuştum", "söylenti vardı" gibi dedikodularla siyasetçiler tutuklansa da biz haberimizi böyle söylentilere değil, belgeli tutanaklara dayanarak yaparız.
Soruşturma hakkında daha fazla detay vermek istemiyorum, sonuçta yargıya intikal etmiş bir mesele. Umarım süreç yalnızca bir soruşturma aşamasında kalır. Zira ne kendi gündemimi ne de yargının zamanını böyle meselelerle meşgul etmek gibi bir niyetim var.
Gelelim asıl gündemlere…
25 Nisan’da Ankara Konur Sokak’ta “Gençlik Ayakta” yürüyüşüne polis saldırdı. 30 kişi işkenceyle gözaltına alındı. Bir trans kadına yapılan işkence görüntüleri sosyal medyada yayıldı. O görüntülere Ankara Valiliği nasıl yanıt verdi dersiniz?
“Şahıs kadın değil erkekmiş."
E yani?
Erkek olunca işkence serbest mi? Kadın olunca biraz daha mı kibar olacaklar? LGBTİ+ olunca işkence "makul" mü sayılacak?
Bir kez daha söyleyelim:
Kadın, erkek, trans, non-binary, heteroseksüel, eşcinsel fark etmez. İşkence suçtur!
İşkenceyi "cinsiyet kimliği" üzerinden meşrulaştırmaya çalışmak, bu ülkenin utanç hanesine bir çizik daha atar sadece.
Bir trans kadının bedenine uygulanan şiddeti, "Ama o aslında erkekti" diyerek aklamaya çalışmak hem transfobidir hem de insan hakları ihlalidir.
Gelelim bir diğer önemli gündeme:
Sezaryen doğum meselesi.
Yine birileri çıkmış, kadınların bedenlerine nasıl doğuracaklarını dikte etmeye çalışıyor. “Doğal doğum fıtrata uygundur”, “Normal doğum teşvik edilmeli”, “Sezaryen doğumlar nüfusu azaltıyor” gibi cümleler dolaşıyor ortalıkta.
Size ne?
Kadınlar bedenleriyle ilgili kararı kendileri verir. İster normal doğum yapar, ister sezaryen olur, ister doğurur, ister doğurmaz. Kadınların rahimlerine, doğum planlarına, doğurganlıklarına karışmak kimin haddine?
Evet, Türkiye’de sezaryen oranı yüksek: %61. Evet, bu oran Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği %15'in çok üzerinde.
Ama bu gerçeğin çözümü "kadınlara baskı kurmak" değil. Çözüm belli: kadın merkezli sağlık politikaları üretmek.
Sağlık Bakanlığı kadının kendi bedenine dair söz söyleme, karar verme hakkına saygı gösterip kendi işlerine baksa…
Mesela, HPV aşısını ücretsiz yapıp ulusal aşı programına dahil etse…
Mesela, her kadına ücretsiz kanser taraması hakkı tanısa…
Mesela, kadına yönelik şiddeti önlemek için hastanelerde destek birimleri kursa…
Mesela, lohusa depresyonuna karşı ücretsiz psikolojik danışmanlık hizmeti sunsa…
Mesela, regl ürünlerini ücretsiz sağlasa…
En basitinden, rahim ağzı (serviks) kanserini tespit etmek için yapılan Smear testi için bile randevu bulunamıyor.
Bunca temel sorun çözülmemişken, çıkıp “doğurun”, “Çocuksuz aile olmaz, aile olun” demek... Ne büyük ayıp.
Hatırlarsanız Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Aileyi anne, baba, çocuklar oluşturur. Eğer çocuğunuz yoksa, aile olamıyorsunuz, sadece karı-koca oluyorsunuz" demişti.
Etik, bilimsel ve hak temelli bir yaklaşımı bir kenara bırakıyorum, bir ülkenin sağlık alanındaki en yetkili ismi böyle bir cümle kurar mı? İki insan arasındaki en özel meseleye devlet eliyle müdahale etmek yetkililerin işi mi? Ayıp.
Kadınların sağlığa dair gerçek sorunlarını çözün. Onlarca sağlığa erişim sorunu var. Fakat yok...Sezaryen mi olsun, normal doğum mu olsun diye kadınlara parmak sallamak...
Bedenimiz üzerinden siyaset yapmak...
Hakkımızda karar vermeye kalkmak...
Kusura bakmayın, bu devran artık böyle dönmüyor.
Hak odaklı, bilimsel ve feminist bir sağlık politikası istiyoruz.
Kadınların kendi bedenleri üzerinde söz hakkı olduğu bir sistem istiyoruz.
"Fıtrata uygunluk" falan değil, insana uygunluk istiyoruz. Çok mu zor? Bırakınız beyler, kadınlar istedikleri gibi doğursunlar. Size ne?
Yazının başında da belirttiğim gibi, bu hafta gerçekten yoğundu. Yerin üstündeki sıcaklık ve hareketlilik yetmedi, yerin altı da “buradayım” dedi ve sallandı, sallattı durdu. Kadınların, siyasetin ve hayatın yoğunluğu arasında yorulduk tabii. Belki de bu hafta, gerçekten yeni bir hafta olur, kim bilir?
Hayat, bize gösteriyor ki, biyolojik kadınlık, erkeklik, annelik, babalık ve hatta mücadele, hiçbir şey alıştığımız, öğrendiğimiz gibi değil. Değişimi dert edinenler, değişime inananlar ve buna ayak direyenler için, bu hafta benden bir şarkı gelsin…
Bir de okuma önerisi. Rita Ender, 26 kadınla “hamilelik” süreçlerine yaptığı söyleşileri “Bir Avazda” kitabıyla okurla paylaştı. Kitap, hamileliğin “acı-tatlı” yanlarını gösteriyor.
Fotoğrafa gelince...
Erkeklerin, kadınların doğurma tercihleri üzerindeki söz hakkı ne kadar olmalıysa, bu fotoğraf da o kadar ilgili — yani hiç. Özellikle alakasız bir kare seçtim. İçimden geldiği gibi.
Eşitlik mücadelesinin hiç bitmediği özgür yeni bir hafta gelsin.
(EMK)
Arkadaşları Bakırköy’den seslendi: Çiğdem’i, Mine’yi serbest bırakın

Geziye Özgürlük Koordinasyonu Silivri'de: Arkadaşlarımız serbest bırakılsın

İsviçre Emine’yi geri göndermek istiyor: Hayatım risk altında

23 Nisan: Çocuk haklarıyla bayram

BİANET GÜNDEM
Tutuklama cezaya eşitlendi: Gençlerin geleceği cezaevinde eriyor
