“Seçimden sonra Almanya'da göçmenler açısından ciddi riskler gündemde"

Almanya’da 23 Şubat’ta düzenlenen erken genel seçimlerde resmî sonuçlara göre, Hıristiyan Birlik (CDU/CSU) partileri yüzde 29 oy alarak seçimi önde tamamladı.
Aşırı sağcı popülist Almanya için Alternatif (AfD), 9,1 puan artırarak yüzde 19,5 ile ikinci sıraya yükseldi. Sosyal Demokrat Parti (SPD) yüzde 16 ile üçüncü, Yeşiller ise yüzde 13,5 ile dördüncü oldu. Die Linke (Sol Parti) ise oyunu 3,9 puan artırarak yüzde 8,5’e çıkardı.
Almanya'da Humboldt Üniversitesi'ne bağlı Berlin Ampirik Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Enstitüsü'nde (BIM) doktora sonrası araştırmacı Hacı Çevik ile seçimlerin Almanya’daki göçmenleri ve genel olarak dünya siyasetini nasıl etkileyeceğini konuştuk.

Almanya'da muhafazakar CDU/CSU seçimi kazandı
“Aşırı sağ ana akımlaşıyor”
Almanya'daki erken genel seçim sonuçları ülkenin siyasi dengesi açısından ne anlama geliyor?
Almanya’da 23 Şubat 2025’te yapılan erken genel seçimde CDU/CSU birinci, göçmen karşıtı görüşleri ile tanınan AfD partisi oylarını ciddi şekilde arttırarak ikinci oldu. Bir önceki hükümetin ortakları SPD ve Yeşiller Partisi önemli oranda oy kaybettiler. Bu sonuç en genel anlamıyla Almanya tarihinde uzun bir süredir devam eden merkez siyasetin krizde olduğu anlamına geliyor. CSU/CDU, SPD ve Yeşiller onlarca yıldır Almanya’daki siyasetin lokomotifi olarak işlev gördüler. Erken genel seçimde AfD’nin yüzde 20 oy alması merkez siyasetin krizinde aşırı sağın ana akımlaşmaya başladığı sonucunu önümüze çıkarıyor.
Merkez siyasetin gerilemesinin bir sonucu olarak AfD’nin yükselişi aynı zamanda, göçmen karşıtı ve aşırı sağ politikaların Alman toplumunda önemli bir taban bulduğunu da gösteriyor. Bu taban şimdilik CDU’nun lideri Merz’in AfD ile koalisyon yapılmayacağını açıklamasıyla iktidar mekanizmalarında yer almayacak gibi görünse de hegemonik söylemin itici bir gücü olarak varlığını sürdürmeye devam edecek.
“Sol blok zayıfladı”
Son olarak seçim sonuçlarının anlamı üzerine düşünürken, küresel olarak güç kaybeden merkez solun Almanya’da da önemli bir güç kaybına uğradığını eklemek gerekiyor. Bir önceki hükümet ortağı olarak sosyal demokrat SPD yüzde 16 oy oranı ile tarihinin en kötü seçim sonuçlarından birisini aldı. Yeşiller ve Sol Parti (Die Linke) gibi siyasal spektrumunun sol tarafından yer alan partiler kimi bölgelerde güçlenmiş gibi görünseler de genel olarak Sol bloğun zayıfladığının tespitini yapmak gerekiyor.
Ekonomik krizlerin derinleştiği, işçi sınıfının özellikle gündelik yaşamında dahi hissettiği sınıfsal pozisyonlarının farkındalığının daha fazla vurgulanması gereken bir siyasal atmosferde Sol blok yerine aşırı sağ söylemlerin yaygınlaşması hem küresel olarak hem de Almanya’da önemli bir sorun alanı olarak karşımızda duruyor. Tam da bununla bağlantılı olarak, bu seçim sonuçlarını yalnızca Almanya özelinde değil, küresel bağlamda, özellikle de ABD'deki siyasi gelişmelerle birlikte okumak gerekiyor. Donald Trump'ın yeniden başkan seçilmesi ve Avrupa'da giderek güçlenen sağ popülist hareketler, Batı demokrasilerinde giderek derinleşen kutuplaşmayı gözler önüne seriyor. Almanya’daki seçimler, bu küresel dönüşümün Avrupa’daki en önemli yansımalarından biri olarak okunabilir.
Sağın yükselişi
AfD'nin oylarını ciddi şekilde artırarak ikinci parti konumuna yükselmesini nasıl yorumluyorsunuz?
AfD bir söylemler bütününün temsilcisi olarak uzun yıllardır duyulmayan bir sesi ortaya çıkardı. Alman toplumunun en önemli toplumsal travmalarından birisi olarak soykırım suçunun yarattığı politik atmosfer, Alman milliyetçiliğinin büyük oranda merkez siyasetten dışlanmasına yol açmıştı. AfD’nin yüzde 20’lik oy oranı, artık Alman milliyetçiliğinin önü alınamaz bir şekilde daha yüksek sesle merkezden dile getirildiğini ve “tarihsel suçluluk” hissi altında olduğu düşünülen Alman toplumunun, öteki olana dair ilk defa yüksek sesle konuşmaya başladığını görüyoruz.
Bu sesin en yüksek hali, ABD’de yeniden başkan seçilen Trump’ın ekibinde yer alan, büyük sermaye sahibi Elon Musk’ın AfD’nin seçim kampanyasını desteklemeye başlamasıyla ortaya çıktı. Musk, Almanya’da erken genel seçimleri için AfD lideri Alice Weidel ile kendisine ait olan X platformunda milyonlarca kişi tarafından görüntülenen bir canlı yayın yaptıktan kısa bir süre sonra Weidel’in Almanya’nın Halle kentinde yaptığı miting sırasında canlı bağlantı ile mitinge katılanlara seslendi. Musk bu kısa; ama bence Almanya tarihi için önemli bir ana işaret eden konuşmasında özellikle Alman toplumunun belki de en önemli toplumsal travmalarından birisine seslenerek “Alman olmaktan gurur duymakta herhangi bir sorun yok; Çocuklar, ebeveynlerinin, büyükannelerinin, büyükbabalarının ve onların atalarının günahlarından sorumlu değildir” dedi.

DÜNYA BASININDA ALMANYA SEÇİMLERİ
Almanya'da yeni hükümetten beklentiler büyük
“Almanya Almanlarındır”
Bununla bağlantılı olarak, AfD kampanya döneminde Almanlık ile ilgili söylemi yeniden inşa etti: Yabancılar tarafından istila edilen Almanya; Almanya Almanlarındır; önce Alman vatandaşları; çifte vatandaşlık Alman kimliğini yok ediyor gibi söylemleri yaygınlaştıran AfD sonuç olarak yüzde 20 oy alarak Almanya’nın en önemli ikinci partisi konumuna yükseldi. Buradan hareketle milliyetçi, homojenleştirici ve öteki olan ile önemli oranda bir hiyerarşi kuran bu tür söylemlerin yaygınlaşmasının, normalleşmesinin son seçimlerin en önemli siyasi etkilerinden birisi olduğunu düşünüyorum.
AfD’nin yükselişinin en önemli itici gücü ekonomik krizler oldu. Parti, ekonomik krizlerin gündelik hayatta sıradan vatandaşlar için yarattığı sorunları kendi ideolojik perspektifine göre yorumlayarak, bu sorunların nedenlerini belirli kesimlere yükledi ve çözüm önerilerini milliyetçi ve dışlayıcı bir söylemle sundu.
AfD, “Göçmenler var, kriz bu yüzden var” diyerek ekonomik sıkıntıları göçmen karşıtı bir çerçevede ele aldı. Enerji krizi ve Ukrayna-Rusya savaşında alınan pozisyonlardan kaynaklı ekonomik zorlukları, Almanya’nın mevcut hükümet politikalarının bir sonucu olarak gösterdi ve “Almanya’nın kaynaklarını Almanya için harcayalım” söylemiyle milliyetçi bir ekonomik söylem inşa etti. Bu kampanya stratejisi, ekonomik sorunların nedenlerini dışlayıcı bir sağ popülist çerçevede kurgulayarak, toplumsal hoşnutsuzluğu aşırı sağ ideolojinin temel dayanaklarından biri haline getirdi.
“AfD’nin oy oranı siyasi söylemi domine edebilecek”
AfD’nin yükselişi, Almanya’da sadece aşırı sağın güçlenmesi değil, aynı zamanda merkez sağın da daha muhafazakâr ve göçmen karşıtı politikalara kayması anlamına geliyor. Almanya için AfD’nin oy oranının bana göre en önemli sonuçlarından birisi siyasi söylemi domine edebilecek olmasıdır. Merkez siyasi partiler AfD seçmeni olan yüzde 20’ye ulaşmak için özellikle göç ve göçmenler konusunda giderek daha sert söylemleri yaygınlaştırmak zorunda hissedecekler. Nitekim seçimlerden kısa bir süre önce Başbakan Olaf Scholz, Almanya’nın kara sınırlarının Avrupa Birliği tarihinde bir ilk olarak kontrol altına alınmasının Almanya’ya doğru gerçekleşen göçü büyük oranda azalttığını söyleyerek, sınır kontrolleri bağlamında göç konusundaki sert politikalara atıfta bulunmaya başlamıştı. Diğer taraftan yeni başbakan olacak olan CDU lideri Friedrich Merz’in kampanya sürecinde giderek sağ söylemlere yönelmesi, AfD’nin baskısını hissettiğini ve kendi seçmen tabanını korumak için sertleştiğini gösteriyor.
Sonuç olarak göçmen karşıtı politikalar bağlamında Alman kimliğini yeniden çerçevelendirip Almanya’nın etnik ve kültürel homojenliğini savunan, ekonomik milliyetçiliği ön plana çıkaran ve “Berlin değil, Brüksel yönetiyor” diyerek AB’ye karşı sert eleştiriler getiren, geleneksel aile vurgusu bağlamında LGBTİ+ karşıtlığını nefret söylemi olarak kullanan AfD’nin önümüzdeki yıllarda Alman siyasetinin söylemini şekillendiren önemli bir güç haline gelebileceğini ve toplumsal tabanını giderek daha fazla güçlendirme potansiyeli taşıdığını gösteriyor. Eğer merkez partiler bu ideolojik dönüşüme karşı etkili bir strateji geliştirmezse, AfD’nin siyasetteki etkisi yalnızca artmakla kalmayıp, Alman toplumunda daha derin bir kutuplaşmaya da yol açabilir.
Göçmen toplumu Almanya
Aşırı sağın yükselişi dediğiniz gibi merkez siyasetin söylemini de belirliyor. Nitekim Hıristiyan Demokrat lider Friedrich Merz’in de göç politikaları daha önce eleştirilmişti. Tüm bunları düşünerek Almanya’da erken genel seçimlerin sonuçlarını göçmen ve mülteciler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeniden ifade etmem gerekirse, AfD’nin aldığı oy oranının çok daha üzerinde bir etki yaratma potansiyeline sahip olduğu en önemli alan, merkez siyasetin söylemini belirleme gücü. Mevcut siyasi yapıların kendi ideolojik pozisyonlarından bağımsız olarak aşırı sağ söylemlere hapsolma tehlikesi, en çok da Almanya’da yaşayan göçmen ve mültecileri olumsuz yönde etkileyecektir.
Almanya, sanayi üretimi ve sağlık sektörü başta olmak üzere birçok alanda göçmen emeğine bağımlı. II. Dünya Savaşı sonrası yeniden inşa sürecinde misafir işçi politikalarıyla özellikle Türkiye’den, İtalya’dan ve Yugoslavya’dan gelen göçmenler, 1980’lerden itibaren bu misafir işçilerin aile birleşimleri sonrası gelenler, 2015 yılında ise Angela Merkel’in siyasi kariyerinin sonlanmasına neden olduğu iddia edilen, 1 milyondan fazla Suriyeli mültecinin kabulü, Almanya’yı bugün bir göçmen toplumu haline getirdi. Bununla birlikte, Almanya, göçmen emeğine ve nüfusuna dayalı bir ekonomi ve toplum yapısına sahip bir ülke olarak, uzun yıllardır göç alan ve göçmenleri toplumsal yapıya entegre etmeye çalışan bir model benimsedi. Buna rağmen (veya aşırı sağın iddiasına göre bu yüzden) AfD’nin doğrudan ifade ettiği, diğer merkez partilerin ise daha kısık sesle peşine takıldığı göçmen karşıtlığı söylemi, önümüzdeki yıllarda Almanya’daki çokkültürlü yapıyı ciddi şekilde etkileyebilecek bir dönüşüm potansiyeli taşıyor.

MERKEZ SİYASETTE ÇATLAK
Almanya'da "yangın duvarı" yıkıldı: Muhafazakarların AfD ile ittifakına karşı halk sokakta
“Göçmenler açısından ciddi riskler gündemde”
AfD seçim kampanyasında “Almanya Almanlarındır”, “Göçmenler krizin sebebidir” ve “Sosyal yardımları keselim” gibi sloganlarla göç karşıtı bir söylem inşa etti. AfD’nin söylemleri CDU gibi merkez sağ partiler üzerinde de baskı yarattığı için, göçmen politikalarında genel bir sertleşme eğilimi ortaya çıkıyor. CDU’nun AfD ile arasına mesafe koymasına rağmen göçmen politikalarını sertleştirme sinyalleri vermesi, merkez sağın aşırı sağdan giderek daha fazla etkilendiğini gösteriyor.
Nitekim, CDU’nun yeni milletvekillerinden göçmen kökenli Serap Güler bile seçimlerden önce göç politikalarının sertleşeceğinin sinyallerini vermişti. Güler’in şu sözleri, CDU’nun yeni politikalarının yönünü açıkça gösteriyor: "Şu anki yasada üç yılda bile vatandaşlığa geçme imkânınız var. Biz bir ülkeyle üç yılda böyle bir bağ kurulabileceğine inanmadığımız için bunu değiştirmek istiyoruz." Bu açıklama, Friedrich Merz başbakanlığındaki CDU liderliğinde, göç politikalarının daha da sertleşeceğini gösteren önemli bir örnek olarak değerlendirilebilir.
Yeni kontroller
Almanya’daki seçim sonuçları doğrultusunda, göçmenler ve mülteciler açısından ciddi riskler ve belirsizlikler gündemde. Yeni kurulacak hükümetin politikaları çerçevesinde, sınır kontrolleri ve vize prosedürlerinin sertleşme ihtimali artıyor. Almanya'ya yeni gelecek göçmenler ve mülteciler için daha sıkı vize ve kabul süreçlerinin uygulanması söz konusu olabilir. Bunun yanı sıra, vatandaşlık yasalarının değiştirilmesi gündeme gelebilir. AfD ve CDU'nun seçim sürecinde sıkça dile getirdiği vaatlerden biri, çifte vatandaşlık hakkının kaldırılması veya kısıtlanmasıydı. Bu durum, özellikle Türk ve Kürt diasporasının Alman vatandaşlığına geçişini zorlaştırabilir ve entegrasyon süreçlerini yavaşlatabilir.
Bir diğer kritik nokta ise sosyal yardımların kısıtlanması. Mülteciler ve düşük gelirli göçmenler için sosyal yardımların azaltılması ya da tamamen kesilmesi, bu grupların hayat standartlarını ciddi şekilde düşürebilir ve toplumsal entegrasyonlarını zorlaştırabilir. Ayrıca, sınır dışı politikalarının sertleşmesi gündemdeki önemli başlıklardan biri. Başvurusu reddedilen mültecilerin hızla sınır dışı edilmesi için yeni yasal düzenlemeler yapılabilir. Bununla birlikte, sınır dışı edilen göçmenlerin köken ülkelerinde siyasi baskı ve insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kalma ihtimali de artabilir. Tüm bu gelişmelerin bir sonucu olarak, toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi kaçınılmaz hale gelebilir. Göçmen karşıtı söylemlerin siyasette ve medyada giderek daha fazla yer bulması, göçmenler ile Alman toplumu arasındaki mesafenin artmasına neden olabilir. İş yerlerinde, sokakta ve sosyal yaşamda ayrışma derinleşerek, entegrasyon politikalarının zayıflamasına ve göçmen karşıtı eğilimlerin daha da güçlenmesine yol açabilir.
Potansiyel olumsuz çıktılara rağmen, önümüzdeki süreçte göçmenlerin siyasi mobilizasyonu ve merkez partilerin göçmen karşıtı söylemlere karşı nasıl bir pozisyon alacağı, Almanya’nın göç politikalarının yönünü belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacak.

MERZ AFD İLE İŞBİRLİĞİ'NİN BEDELİNİ ÖDEDİ
Almanya: Bundestag, CDU'nun AfD işbirliğiyle sunduğu göç yasa tasarısını reddetti
“Göçmenlerden yana tavrı, Sol Parti’nin oyunu artırdı”
Sol Parti'nin özellikle Berlin’de güçlü bir çıkış yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Göçmenler için sol partilerin yükselişi bir umut olabilir mi?
Berlin, göçmenlerin önemli merkezlerinden birisi olarak Almanya haritasının sağ tarafında AfD’nin rengi olan mavi rengin içerisinde kırmızı kalabilen tek yer. Sosyal medyadaki lakabı “Kraliçe Heide” olan Die Linke’nin liste başı adayı Heide Reichinnek, Sol Parti’nin çok kısa bir süre önce anketlerde yüzde 4 ile 5 aralığında görülen oy oranını son aylarda yükselterek seçimlerde yüzde 9’a yakın bir oy almayı başardı. Bu başarının kuşkusuz en önemli nedeni, göçmen karşıtı söylemlere en sert muhalefeti yapıyor olmaları ve halkın önemli gündemlerinden olan yüksek kira, gıda enflasyonu ve yüksek enerji fiyatlarını diğer partilere oranla daha fazla öne çıkarmaları oldu. Sol Parti’nin göç ve göçmenlerden yana tavır alması özellikle göçmenlerde ve büyük kentlerde yaşayan üniversite öğrencileri arasında önemli bir sempati toplamasını sağladı. Her iki kesimin de merkezi olan Berlin’deki bu sonuçlar da bana göre şaşırtıcı değil.
Fakat umut verici olup olmadığı konusunda aklım karışık. Berlin, Almanya’nın ortalama seçmen kitlesinin profilini yansıtan bir yapıda değil. Nitekim, Berlin’in etrafındaki eski doğu eyaletlerinin neredeyse tamamında AfD ve CDU gibi sağ siyasetin temsilcileri önemli oranda oy aldılar. Sol Parti’nin Berlin gibi hem bir büyük kent olarak hem de içinde yaşayan göçmen nüfusun oranın yüksek olduğu böylesi bir kentte gösterdiği başarı, Almanya geneline yayılmış durumda değil.
“Sol Parti’nin güçlenmesi AfD’nin yükselişine karşı bir direnç”
Diğer taraftan Almanya’daki Sol bloğun parçalanmış görüntüsü de bu umutsuzluğumu besliyor. Örneğin partiden ayrılan Sahra Wagenknecht’in yeni sol-milliyetçi partisi, Sol Parti’den önemli bir seçmen kitlesi kopardı. Sol bloğun parçalanmış görüntüsü, göçmen haklarını savunan politikaların daha zayıf bir biçimde temsil edilmesine ya da marjinalleştirilmesine neden oluyor. Ayrıca Sol Parti federal düzeyde hükümete girebilecek güçte olmadığı için merkez siyasetin parçası olarak koalisyon hükümetlerinde yer alamıyor. Bu durumda inşa ettikleri sözün etkisinin yeteri kadar genişleyemiyor.
Her şeye rağmen, Sol Parti’nin Berlin’de güçlenmesi ve solun bazı bölgelerde oy oranlarını artırması, AfD’nin yükselişine karşı bir direnç noktası oluşturuyor. AfD’nin söylemi ile merkez siyaseti hegemonyası altına almasının karşısında oluşabilecek en önemli direnç noktası Sol Parti’nin başını çektiği güçlü bir Sol blokun kurulması ile mümkün olduğunu düşünüyorum.
“AfD, sokakta da etki alanını genişletiyor”
Almanya’da aşırı sağa karşı nasıl mücadele yürütülebilir?
Jenerik bir söylem olduğunun farkında olarak, Almanya’da aşırı sağa karşı mücadele yalnızca seçim sonuçlarına tepki vermekle sınırlı kalmamalı; siyasi, toplumsal ve ekonomik boyutları olan kapsamlı bir strateji gerektiriyor. Çünkü AfD gibi partiler sadece sandıkta değil, gündelik hayatın içinde, medyada, sokakta ve işyerlerinde de etki alanlarını genişletiyor. Söylemleri neredeyse her yerde duyulur hale gelmiş durumda. Dolayısıyla, mücadele de bu çok boyutlu tehdide uygun şekilde yürütülmeli.
İlk olarak, sıklıkla vurguladığım merkez siyasetin söylemine dikkat etmek gerekiyor. AfD’nin söylemleri sadece kendi seçmen tabanını şekillendirmiyor, CDU gibi merkez sağ partileri de aşırı sağın diskuruna yaklaştırıyor. Bu yüzden, merkez partilerle pazarlık ederek değil, onlara net bir sınır çizerek mücadele etmek gerekiyor. CDU gibi partilerin AfD söylemlerine teslim olmaması için sivil toplum baskısını artırmak, seçmen hareketliliğini sağlamak ve göçmenlerin politik katılımını güçlendirmek kritik önemde. Bunun ne kadar etkili olabileceğini seçimlerden kısa bir süre önce çok net gördük. Alman parlamentosunda göçmen karşıtı yasa tasarısını sunan CDU’nun, bu tasarıyı geçirebilmek için daha önce "işbirliği yapmayacağız" dediği AfD’nin desteğini kabul edeceği açıklaması üzerine, Almanya’nın büyük kentlerinde kitleler halinde protestolar gerçekleşti ve yasa tasarısı meclisten geçmedi. Bu, halk baskısının nasıl etkili bir mekanizma olabileceğini gösteren somut bir örnek.
İkinci olarak, göçmenler Almanya’daki AfD karşıtı en büyük mobilizasyon gücü olma potansiyeline sahip. Ancak bunun önündeki en büyük engel örgütsüzlük. Göçmen ve mültecilerin özellikle çifte vatandaşlık haklarının korunması, politik katılımın artırılması ve sivil toplum faaliyetlerinin güçlendirilmesi, aşırı sağa karşı önemli bir mücadele hattı yaratabilir. Örgütlü yapıların güçlendirilmesi, bu kesimleri sadece seçimlerde değil, günlük yaşamın içinde de siyasi aktör haline getirebilir.

Die Linke Milletvekili Koçak: Faşizme karşı direnişi güçlendirmemiz gerekiyor
“Aşırı sağın yükselişi kaçınılmaz bir kader değil”
Ayrıca, AfD sosyal medyayı ve alternatif medya kanallarını "ana akım medyanın sansürüne uğruyoruz" diyerek etkili bir şekilde kullanıyor. Sosyal medya alanında daha aktif olunmalı, AfD'nin dezenformasyonları doğrudan ifşa edilmeli ve alternatif medya araçları desteklenmeli. Özellikle TikTok, YouTube ve Telegram gibi platformlar, aşırı sağın propaganda merkezlerine dönüşmüş durumda. Bu alanlarda güçlü ve etkili karşı kampanyalar oluşturulmazsa, AfD’nin özellikle genç seçmenler üzerindeki etkisi daha da artacak gibi görünüyor.
AfD'nin en büyük silahlarından biri de toplumu kutuplaştırarak milliyetçi bir "biz ve onlar" ayrımı yaratmak. Bu nedenle, sadece göçmenlerin değil, işçilerin, öğrencilerin, düşük gelirli kesimlerin ortak bir mücadele hattı kurması gerekiyor. Aşırı sağın tek hedefi göçmenler değil; sosyal devlet anlayışına, işçi haklarına ve toplumun ortak kazanımlarına da doğrudan saldırıyorlar. Göçmen karşıtı politikalar, aslında emek karşıtı politikaların meşrulaştırılması için bir araç olarak kullanılıyor. Bu yüzden, sendikalar, göçmen örgütleri, öğrenci birlikleri ve sol hareketlerin bir araya gelmesi gerekiyor.
Son olarak, AfD’yi zayıflatmanın yolu, onun söylemlerine uyum sağlamak değil, karşısına güçlü bir politik ve toplumsal hat koymaktır. Aşırı sağın yükselişi kaçınılmaz bir kader değil, ancak bu mücadele sadece tepki veren bir tutumla değil, aktif olarak sahada ve siyasette alan açan bir stratejiyle yürütülmelidir. Önemli olan, aşırı sağın belirlediği söylem çerçevesine sıkışmadan, toplumun temel sorunlarına gerçekçi ve kapsayıcı çözümler sunan alternatif bir politika üretmek ve bu politikaları geniş kitlelere yaymak.
Hacı Çevik hakkında

Almanya'da Humboldt Üniversitesi'ne bağlı Berlin Ampirik Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Enstitüsü'nde (BIM) doktora sonrası araştırmacı.
Lisans eğitimini Kocaeli Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Kamu Yönetimi Bölümü'nde tamamladıktan sonra yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Doktora derecesini ise Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü'nden, Göç Çalışmaları alanında uzmanlaşarak aldı. 2019-2022 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi'nde araştırma görevlisi olarak çalıştı.
Araştırma alanları etnik siyaset, Kürt çalışmaları, kolektif kimlik, diaspora ve göç üzerine odaklanmaktadır. İletişim Yayınları’ndan yayımlanan “Konya’da Kürt mü var?” kitabının yazarı. (TY)
Tutuklamaya sevk edilen LGBTİ+ aktivisti İris Mozalar, serbest bırakıldı

Prof. Dr. Şahika Yüksel: Utandırma ve suçlama bir tedavi yöntemi olamaz

HAYATTA KALAN GENÇLER ANLATIYOR
"Ahmet Akın'ın çocuklara yaklaşımı, doğrudan cinsel ifadeler içermese bile iğrenç"

Ülker Sokak'ın 99 yıldızını birer birer sayarak

Özgül Saki: "LGBTİ+’lar 'tehdit' söylemiyle kriminalize ediliyor"
