İlk kitabı "Mevsim Yas"la kitapseverlerin kalbinde iz bırakan Mehtap Ceyran’ın ikinci kitabı, “Bekleyişin Şarkısı” okurla buluştu.
Everest Yayınları’ndan çıkan kitap, gözaltında kaybedilen kişilere ve onları arayan yakınlarına odaklanıyor.
Ceyran, “Bu zamanın bize getirdiği en temel sorun köksüzlük” diyor ve devam ediyor: “Yaşadığımız çağın, bize ait olan zamanın ve hayatlarımızın içine yerleşemiyoruz. Bir kabuğun içinde ama kendi kabının dışında hayatlar yaşıyoruz.”
Bugün (30 Kasım Cumartesi) İstiklal Caddesi'ndeki Mephisto'da okurlarıyla buluşacak olan Ceyran, "Mevsim Yas"tan "Bekleyişin Şarkısı"na bianet'in sorularını yanıtladı.
Mevsim Yas’ın ardından yine toplumsal gerçekçi bir romanla, Bekleyişin Şarkısı’yla karşımıza çıktınız. Sizi bu konuları yazmaya iten nedenler neler? Neden bu konuları seçiyorsunuz?
Aslında özel olarak arayıp da buluyor değilim bu konuları. Yazdıklarım, hayatımın uzağında şeyler değil. Her an sağıma soluma düşen, etrafımda dönen ve içinde yaşadığım hikâyeler bunlar. Ayrıca çocukluğumdan beri bu konulara dair edindiğim sağlam bir hafıza var. Anlayacağınız, ben hikâyeyi aramıyorum, hikâye gelip beni buluyor.
“Romanın kurgusu da görünmez, yani kayıp"
Bekleyişin Şarkısı romanınızda anlatıcı karakter isimsiz. Şehrin, mahallelerin, mekanların vs. ismi yok. Neden?
"İnsan dışındayken bile içindedir hakikatin" Sevmeye başladığımız kişileri hayatın manası gibi görmekteki aceleciliğimiz, hiçbir şeye uzun zaman bakabilme sabrı ve tahammülü yoksunluğumuzdan, ondaki güzelliğin ve içindeki gerçek benliğinin izini sürememekteki, başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Bu nedenle bir zamanlar sevdiğimiz çoğu insan, sonradan bizim için huzursuzluk veren bir yabancıya dönüşüyordu. Yabancıların en yakınlarımız ve en yakınımızdakilerin giderek yabancıya dönüştüğü ilişkiler ağında, her halükârda içerideki o en derin yerdeki yalnızlık duygumuz büyüyordu. "Ne istiyorsun?" İnsan dışındayken bile içindedir hakikatin. (Bekleyişin Şarkısı) |
"Bekleyişin Şarkısı", bir zincirleme kayıp hikâyesi. Anlatıcı karakterin, şehrin, mahallenin, mekânların ismi yok, onlar da kayıp çünkü. Hem de birçok bakımdan kayıp. İsmi olanlar da bulanık, yarı görünmez zaten. Romanın asıl kurgusu bu. Görünmez olanı, görünmez oluşuyla görünür kılmak. Bir bakıma kurgu da görünmez, kayıp yani. Ama anlattığım hikâye ve bu hikâyenin geçtiği şehir uzakta bir yerde, bilmediğimiz, erişemeyeceğimiz bir mesafede değil. Bu ülkede insanlar kaybedildi. Cumartesi Anneleri, kayıp yakınları diye bir hakikat var. On yıllardır her cumartesi meydanlarda oturuyorlar, kaybedilen çocuklarını, yakınlarını bekliyorlar. Uzaktan izliyoruz. Yine de onların bekleyişine dair, bunun nasıl bir bekleyiş olduğuna dair apaçık bir fikre sahip değiliz. Gerçekle göz göze gelmeye hiçbirimiz cesaret edemiyoruz çünkü. Gerçeğin gözüne bakıp, bununla yaşamaya devam edebilmek herkes için çok ağır bir yük.
Anlatıcı karakterin, şehrin, mahallenin isimsiz oluşuyla, metin birçok bakımdan kayıp olanı, görünür kılmaya niyetleniyor. Yine de bazı bölümlere konulan küçük küçük izler, işaretler bu hikâyenin hangi şehirde geçtiğini sezdiriyor. Onu bulmak okura kalıyor.
“Karakterlere yakın mesafeden çalışıyorum”
Hem Mevsim Yas’ta hem Bekleyişin Şarkısı’ndaki karakterler hemen yanı başımızdaki insanlar gibi. Bu güçlü karakterleri nasıl yaratıyorsunuz?
Yazdığım romanlardaki insanları yakın mesafeden çalışıyorum. Bu nedenle romanlarımın otobiyografik olduğu fikrine varıyor okur. Romanlarım otobiyografiktir diyemem ama otobiyografik değildir de diyemem.
Yazdığım roman kişilerini yakından tanıyorum. Gündelik hayattan tanıdığım, her gün yanımdan geçen, bir masa ötemde oturan, alışveriş yaptığım, arkadaşlık ettiğim veya uzaktan izlediğim insanlar. Romanlarım için yarattığım özel bazı tipler de oluyor. Bunlar daha çok toplama karakterler. Farklı insanların, başka türlü özelliklerini bir karakterde buluşturuyorum.
Fakat tüm bunların ötesinde, benim için asıl önemli olan hikâyeyi nasıl sunduğum, roman kişilerinin bunun içinde nasıl duracağı, neyi ne kadar üstleneceği, hangi dili konuşacağı ve biçiminin ne olacağıdır.
Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın eyleminden...
İki romanınız için de soruyorum, karakterlerinizi kendinize yakın buluyor musunuz?
Karakterlerin tümünü değil, bazılarını kendime yakın buluyorum. Bu karakterler yaralı bir bilincin gelgitleriyle, sayıklamalarıyla yaşıyor.
Onların hikâyesinin diline, biçimine, tıkanma ve çözülme noktalarına da bunun hâkim olduğunu görüyorum. Bunların bir kısmını bilerek yapsam bile, bilmeden yaptıklarım da çok. Ben de sonradan fark ettiğimde şaşırıyorum. Zamanlar, anlar, geçmiş, bugün ve gelecek arasında dolaşan bu dağılmış bilinci, kendi bilincime benzetiyorum.
"Sinema ve edebiyat neden büyük acılara odaklanmıyor?"
Edebiyatın çok uzağında gibi görünen bir meseleyi edebiyatla anlatabilmek gibi bir başarınız var, bunu nasıl yapıyorsunuz?
Hayatın içinde olan hiçbir şey, edebiyatın uzağında değildir. Kaldı ki sanat kırılma noktalarından çıkar. Beni ilgilendiren şey, tam da o çatlağın içindekidir. Gözden ırak tutulan, görünmez kılınandır.
Eviniz başınıza yıkılmışsa, denizin dalgalarıyla gelen müziğin melodilerinden söz edemezsiniz. Nitekim sokağa atılmış bir köpek gibi yaralı, yalnızsınızdır. Üstelik ne deniz vardır orada, ne de dalgayla gelen müzik. Nicedir harabeler içindeyiz. Hep beraber oradayız hem de, ama bunun ya bilincinde değiliz ya da aldırmıyoruz. Hiçbirimiz gerçekle tam manasıyla yüzleşebilmeyi başaramıyoruz ne yazık ki. Hakikatin sesi kesik, sözcüğü kayıp. Kim olduğumuzun, ne yaptığımızın cevabı yok. Kuru yapraklar gibi boşlukta savruluyoruz. Bu zamanın bize getirdiği en temel sorun köksüzlük. Yaşadığımız çağın, bize ait olan zamanın ve hayatlarımızın içine yerleşemiyoruz. Bir kabuğun içinde ama kendi kabının dışında hayatlar yaşıyoruz.
Diyeceğim, yazdığım konular, edebiyatın uzağında olmadığı gibi, edebiyatın ve sinemanın merkezinde olması gerektiğini düşündüğüm konular. Bu soruyla sık karşılaşıyorum. Doğrusu soru da, bunun bir başarı olarak nitelendirilmesi de şaşırtıyor beni. Sanat nereye bakar? Nereye dokunur? Neyi çalışır? Neyi üstlenir? Eğer bu konular sanatın konusu değilse, sanatın konusu nedir?
Bu ülkede büyük acılar, yıkımlar yaşandı, insanlar öldü, ölmeye devam ediyor. Sinema ve edebiyat neden buraya bakmıyor, neden bu meseleleri hakkıyla çalışmıyor? Asıl soru bu olmalıdır bence. Sanatın bu meseleleri gündemine alması, toplumun algı körelmesine, hafıza kaybına fren etkisi yapacaktır. Sanatın böyle bir gücü var.
"Hakikati parçada ararım"
Gerçekle olan ilişkiniz nasıl? Buradan kitaba geleceğim, yazdığınız konular kolaylıkla ajitasyona kayabilecek konular. Bu
Mehtap Ceyran hakkında Batman'da 1979'da doğdu. Politik nedenlerle 1994 yılında tutuklandı. On yıl hapis yattı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Adalet Bölümü'nde okudu. Halen Batman'da yaşıyor. Mevsim Yas, ilk romanıdır. |
tuzağa düşmekten nasıl korunuyorsunuz?
Çocukluğumdan beri gerçekle bağım hep çok güçlü olmuştur. Yaşarken ve yazarken yolumu bulmamı sağlayan temel şey, zekadan önce sezgilerimdir. Sezgilerim beni parçaya bakmaya yöneltir. Hakikati parçada ararım, bütünde değil. Gerçek dediğimiz şey tek bir görünüme sahip değildir. Gerçeğin de birçok görünümü vardır. Hangisi özdür, hangisi kabuktur bunu anlamak çoğu kez zaman alır. Ama yine de gerçeğin en azından bizim görebileceğimiz en yalın hali parçadadır. Hakikat ayrıntıya saklanır. Bir artezyen kuyusu kazar gibi, ayrıntıda kazı yaparım. Bütünün dışına, parçanın içine doğru yapılan bir kazıdır bu. Çünkü ancak parçanın en dip noktası, kırılma yeri yani, bütünün ne olduğu ile ilgili bize bir fikir verebilir.
Yazımın merkezine insanı koyarım yani. Yaşadığımız bunca şeyin anlamı ne? Başımıza ne geliyor? Ve tüm bu olup bitenden bizden geriye ne kalıyor? Burada ajitasyona açık bir malzeme yok. Benim malzemem insan. Malzememi, yani insanı politik olana ve yine politik olanı, politik olana kurban etmeyerek yapıyorum bunu.
“Bekleyişler sonsuzdur”
Fotoğraf Hayri Tunç'un Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın 700'üncü hafta eyleminden.
Romanınızda sonsuz bir bekleyiş var gerçekten de. Bekleyiş sizin hayatınızın neresinde?
Herkesin bir bekleyişi vardır. Her birimiz için hayat beklemekle geçer. Bir şeyin bekleyişinin bittiği yerde, bir başka şeyin bekleyişi başlar. Yaşamımız boyunca beklemenin anlamı, yaşadığımız için bekliyor oluşumuzdur herhalde. Bilemiyorum…
Çocukluğumdan beri benim de çok uzun bekleyişlerim oldu. İlk bekleyişim, annemin döneceği fikriyle kurduğum bir hayale dayanır. Annemi bebekken kaybettim. Çocukken ölümü algılayamazdım. Annemin günün birinde bir şekilde döneceğini düşünür, beklerdim. İmkansızı beklemeye daha o günlerde başlamışım. Sonradan başka başka bekleyişler... Bekleyiş sonsuzdur.
Kitabı yazmak için ne kadar süre çalıştınız?
Üç yıldan biraz daha fazla bir zaman.
Kitabın ismi nereden geliyor?
Bir Cumartesi Annesi olan Rahşan Teyze'nin bekleyişinden. Ama aynı zamanda bekleyen bir şehir, bekleyen başka insanlar, bekleyen köpekler, kediler ve yaralı ağaçlar da var. Her birinin bekleyişi bu şarkının nakaratlarını oluşturuyor. (EMK/AÖ)