Lice davasının 14. duruşması bugün İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Sanık, dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu duruşmaya katılmadı, onu avukatı Mehmet Eren Turan temsil etti.
Bugünkü duruşmada söz alan müdahil avukatlarından Gül Kireçkaya, “tanık olarak dinlenen [asker] kişilerin aslında olayın failleri olduğunu” söyledi:
“Zaten kendileri hakkında suç duyurusu da yapmıştık ama mahkemeniz sadece iki kişiye dava açtı. Onların doğru söylediğini düşünmüyoruz.”
Katliamın tanığı evlerin nasıl yakıldığını anlattı
Bugünkü duruşmada Liceli Etem Özer, olayın tanığı olarak, katliam günü yaşadıklarını anlattı:
“Olay tarihinde ben askerden geleli iki ay olmuştu. Sabah 08:40 civarında çarşıya doğru yürümeye başladım. Evim jandarma karakoluna yaklaşık 400 metre uzaklıktaydı ve evden jandarmaya doğru bir patika vardı.
“Patika yoldan aşağı doğru inerken, bizim orada genelde bir taziye veya düğün olduğu zaman insanların topluca yürümesi adet olduğundan, karşıdan insanların topluca geldiğini gördük.
“Merak ettim, ne olduğunu sorduğumda, askerlerin, ‘Evlere gidin, çarşıyı boşaltın’ dediğini söylediler ama ben dinlemedim ve çarşıya doğru yürümeye başladım.”
“Asker, evine dön çatışma çıkacak, dedi”
“Bu sırada bir tanesinin bana dön, diye seslendiğini duydum ancak sesleneni görmedim. Bir, iki adım daha atınca Kürtçe ‘dön’ diye tekrar seslendi. Baktığımda karakolun kuzeybatısındaki kulübeden bir askerin bana seslendiğini gördüm.
“Neden dönmem gerektiğini sorduğumda, ‘Çatışma olacak evet git’ dedi. Eve dönerken, bulunduğum yerden 200 metre ilerlemiştim ki silah sesleri geldi. Çatışma akşam saatlerine kadar sürdü. Daha sonra helikopterler geldi.”
“Altı asker, üstü sivil kıyafetli kişilerdi”
“Ben eve geldikten yaklaşık bir saat sonra evler yanmaya başladı. İki eve helikopterden ateş edilerek yakıldığını bizzat gördüm.
“Ertesi gün uyandığımızda askerler evleri yakmaya devam ediyorlardı. Hatta komşumuz Mehmet Sait Eminoğlu’nun evinden çıkmasını isteyenler vardı. Bu kişiler, alt tarafları asker kıyafetli, üst tarafları sivil ancak silahlı kişilerdi.”
“Bir daha konuşursan kafana sıkarım, dedi”
“Eminoğlu da askerlere yalvarıyordu, ben devlet memuruyum yapmayın, diyordu. Asker nerede çalıştığını sordu, o da okulda hizmetli olduğunu söyleyince ‘Bu da onlardan’ diyerek eşyaları ve evin camlarını kırmaya başladılar.
“Ben askerlere Türk ordusunda askerlik yaptığımı, yeni askerden döndüğümü söyledim, ‘Neden böyle yapıyorsunuz’ dedim. İçlerinde yetkili olduğunu düşündüğüm kişi, bana, ‘Bir daha konuşursan kafana sıkarım’ dedi. Ben de o psikolojiyle sıkarsan sık, diye söylendim.
“Amcam da geldi, o da Atatürk’ün askeri olduğunu söyleyince, yine aynı kişi Atatürk’e de küfretti, ‘Zaten o sizleri öldürseydi bunlar başımıza gelmezdi’ dedi.”
“Vali halkla konuşuyor, asker evi yakıyordu”
“Daha sonra bizi alarak Emniyet Müdürlüğü önündeki futbol sahasında topladılar. Oraya giderken yolda dört ceset gördüm. Bu kişileri tanıyordum, ikisi mezradan yaşlı kişilerdi, ikisi Kervan Mahallesinde yaşayan çocuklardı.
“Daha sonra Vali geldi, yetkililer geldi halkla konuşmaya başladılar ama askerler evleri yakmaya devam ediyordu.
“Valini ve diğer yetkililerin gözü önünde askerler vatandaşların evinden bazı eşyalarını çıkararak sırtlarında götürüyorlardı. Ben söz alarak buna engel olmalarını istedim. Hiçbir cevap vermediler. Kendi aralarında toplandılar, telsizden emirler verdiler.
“Bizi bıraktıklarında eve döndüm, evde asılı duran askerlik fotoğrafımın üstüne ‘Bu askerin hatırına evi yakmadık’ yazılı not düşmüşler. Notun altında da TİT* yazıyordu. Benim eşyalarım kırılmıştı, dedemin, amcamın ve dayımın evi yanmıştı. Ben olaylarda yaralanmadım.”
“Çatışma olmadı, tek taraflı ateş açıldı”
Tanıklardan Gülden Erdal da söz aldı, şöyle konuştu:
“Biraz önce dinlenen tanığın [Etem Özer] bahsettiği cenazelerden biri babamdı. Sivil giyimliydi, olaylarla hiçbir alakası yoktu. O gün de çatışma olmadı, tek taraflı ateş açıldı. Daha fazla ölü olmamasının sebebi, evler prefabrikti, insanların evlerinden çıkıp ahırlara sığınmasıydı. Sorumluların cezalandırılmasını istiyorum.”
“Çatışma olsaydı çok asker ölürdü”
Müdahil avukatlarından Sidar Avşar da şunları söyledi:
“Mahkeme başkanı tanığı, olay yerinde çatışma olsaydı, helikopterden ateş açılsaydı daha fazla kişini ölmesi gerekmez miydi, diye sordu. Ben de soruyorum, çatışma olsaydı daha fazla asker ölmesi gerekmez miydi?
“Bahtiyar Aydın ve yakın koruması Yüksel Bayar jandarmanın bahçesinde öldürüldü. Sadece bu iki kişinin hayatını kaybetmesi, olayın iç infaz olduğunu gösteriyor.”
Avukat Murat Canbolat da dönemin kaymakamının “Peşmerge kıyafetli cesetler gördüğüne” dair beyanını kabul etmediklerini belirtti.
“Lice’de yaşananlar açığa çıksın”
Tanıklardan Şiyar Kaymaz da şu beyanda bulundu:
“Amacımız bütün güvenlik görevlilerini karalamak değil. Benim hayatta olmamın sebebi, o tarihte Lice’de çalışan güvenlik görevlisidir. Askerler evimizi yakacaktı bir asteğmen engel oldu. Biz sadece Lice’de yaşananların açığa çıkmasını istiyoruz.”
“Kardeşimin banka hesabı sahte imzayla boşaltılmış”
Öldürülen askerlerden Yüksel Bayar’ın kardeşi İlhami Bayar şunları söyledi:
“Kardeşimin nasıl şehit edildiğini merak ediyoruz. Ayrıca olaydan sonra kardeşimin Lice Ziraat Bankası’nda bulunan maaş hesabının sahte imzalarla boşaltıldığını tespit ettik. Otopsi ve olay yeri tutanağında kimin ismi geçiyorsa bu kişilerin tespit edilip dinlenmesini istiyoruz.”
Diyarbakır’dan soruşturma evrakı istendi
Avukat Kireçkaya, mahkemeye iletilen bilirkişi raporunu da inceleyip sonrasında görüş belirtmek istediklerini ekledi.
Mahkeme Başkanı Alparslan Demir tanık ve avukatların beyanlarının ardından ara kararı açıkladı.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak Lice’de yaşananlara dair tüm soruşturma evraklarının örneklerinin tespit edilerek gönderilmesinin istenmesine karar verildi.
Ayrıca müdahil ve sanık avukatlarının talebini kabul ederek bilirkişi raporunu incelemeleri için süre verdi. Bir sonraki duruşma 16 Şubat 2017, saat 10:00’da.
Ne olmuştu? |
Diyarbakır'ın Lice ilçesinde 22 Ekim 1993'te 16 kişi öldürüldü, çok sayıda ev ve işyeri yakıldı. Yüzlerce kişi göçe zorlandı. Öldürülenler arasında Tuğgeneral Bahtiyar Aydın da vardı. Katliamla ilgili iddianame zamanaşımına bir gün kala kabul edildi, yargılama 21 yıl sonra, 16 Ocak'ta başladı. İddianameye göre saldırıyı, o dönem yetkililerin açıkladığının tersine, PKK yapmadı. Olayın failleri olarak belirlenen, dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tünay Yanardağ hakkında "Taammüden öldürme", "Halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik", "Cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturma" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 24 yıla kadar hapis cezası istendi. Sanıklar tutuksuz yargılanıyor. Dava Diyarbakır'dan Eskişehir'e, oradan tekrar Diyarbakır'a gönderildi, burada Terörle Mücadele Kanunu 10. maddeyle yetkili ağır ceza mahkemesi olmadığından dava İzmir'e taşındı. 13 Haziran 2014'te dava durduruldu. İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesi, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının ardından, sanıkların yargılanmasının izne tabi olduğunu öne sürerek yargılamayı durdurmuş ve izin gerektiğine hükmetmişti. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kanunu uyarınca bir ildeki en yüksek kolluk amiri hakim-savcıların hükümlerine tabi. Mahkeme, davanın sanıklarından, dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Eşref Hatipoğlu için de bu genelge uyarınca izin alınması gerektiğine karar verdi ve HSYK'nın 17 numaralı genelgesiyle davayı durdurdu. HSYK 3. Dairesi ise 29 Ocak 2015'te verdiği kararla avukatları haklı buldu ve davanın durdurulma kararını bozdu, davanın İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmesine karar verdi. Sanıklardan Tünay Yanardağ Ağustos 2015'te hayatını kaybetti. Davanın tek sanığı Hatipoğlu kaldı. Ancak mağdur avukatları Yanardağ'ın ölümüne inanmadıklarını söylüyor ve mahkemeden araştırma talep ediyor. |
Türk İntikam Tugayı (TİT) hakkında |
Üstlendikleri eylemler haricinde, bünyesindeki isimler ve lider kadrosu ile devletle olan bağlantıları hiçbir zaman açıklanmadı. Antikomünist aşırı milliyetçi bir örgüt yapılanması olduğu iddia edilse de devlet görevlilerinden oluşup oluşmadığı bilinmiyor. Adları, 1970'li yıllarda Kıbrıs'ta sol görüşlülere ve 12 Eylül darbesine kadar geçen süreçte Türkiye'de solculara suikast ve saldırılarla duyuldu. 12 Eylül darbesinden sonra 90’lı yıllarda tekrar adları duyulmaya başladı. 90’lı yıllardaki saldırılarını, kendileri TİT adı veren diğer aşırı milliyetçilerin düzenlediği de iddia edildi. Ergenekon davası sırasında mahkeme tarafından örgüt hakkında bilgi talebi üzerine Milli İstihbarat Teşkilatı, mahkemeye şu yazıyı yolladı: “TİT adının 1978 yılından beri solcu kesimin korkutulması amacıyla aşırı milliyetçi unsurlarca kullanıldığı, TİT adının hedef alınan şahıs veya kuruluşları psikolojik yönden etkilemek ve korkutmak amacıyla zaman zaman kullanıldığı, örgütün merkez komitesi ve organik yapısının oluşmadığı, paravan bir isim olarak kullanıldığı belirlenmiştir.” 12 Mayıs 1998'de, dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'a suikast girişiminde bulunan Demir Demirok ve Selçuk Gürz'ün azmettiricisi olan Semih Tufan Gülaltay hakkındaki mahkeme kayıtlarında TİT üyesi olduğu iddiası yer aldı. 2005’te de İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı, avukat Eren Keskin, Marmara bölge temsilcisi Doğan Genç, İstanbul şubesi yönetim kurulu üyesi Şaban Dayanan ve derneğin genel başkan yardımcısı Kiraz Biçiçi'nin ev ve işyeri adreslerine TİT imzalı tehdit mektupları gönderildi. Sanatçı Ferhat Tunç da İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün TİT tarafından bir cinayet ihtimaline karşı uyarıldığını açıklamıştı. |
(AS)
* Önceki duruşmalarda neler yaşandığına dair bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.