Haberin Kürtçesi için tıklayın
Elbistan artık neredeyse hayalet kent. Merkezi tamamen çökmüş durumda. Elektrikler yok. İnsanlar enkazlar arasında şehri terk etmeye çalışıyor. 110 bin kişilik nüfusun yüzde 80'i artık ilçede değil. Kalanlarsa ihtiyaçlarını karşılamak için yardım noktalarına başvuruyor.
Yardım noktalarından bir tanesi Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Cemevi. İçerisi ve dışarısı kalabalık. Hemen yan tarafında AFAD çadır kurmuş ancak çadırlarda ısıtma olmadığı için çok az kişi kalıyor. Önünde çorba ve çay dağıtılıyor. Hava gündüz -5 gece, gece -20 seviyelerinde. Yardım için sokaklara yığılan sular bile donmuş vaziyette.
Cemevinde ise odalarda yakınlan sobalarla ve dağıtılan çayla insanlar ısınmaya çalışıyor. İlaç, yiyecek ve tahliye için insanlar buraya başvuruyor. Otobüsler peşi sıra kalkıyor. Burada sivillerin oluşturduğu Afet Koordinasyon İnisiyatifi otobüsleri kendisi ayarlamaya çalışıyor. Otobüslerin gidecekleri şehirleri ve gitmek isteyenleri koordine eden ekibin üyelerinden biri elindeki kağıda sürekli isimleri yazıyor. İnsanları otobüslere bindirmekle uğraşıyor.
Cemevi'nin yanındaki boş alanda kurulan AFAD çadırlarının hemen önünde konuştuğumuz depremzedelerden biri durumu şu cümlelerle özetliyor: “İç açıcı değil. Her taraf yıkıldı, hiçbir şey kalmadı. Çarşı kalmadı, Saraykent tarafı kalmadı. İnsanlar şu an göç halinde. Beş gündür Elbistan boşaldı.”
"Müteahhitler hep hırsız"
AFAD çadırlarının o tarafa döndüğümüzde emekli ambulans şoförü Kamber Köçer çeviriyor bizi. Yıkılan evinin enkazından sağ çıkmış:
"Müteahhitler hep hırsız. Belediyelerle işbirliği yaptılar. Sekizlik tuğlayla duvarları örmüşler, harç değil kireç koymuşlar. Sekizlik tuğlayla örmüş ya, sekizlik tuğla. Çocuklarım ve iki torunumla duvar üstümüze yıkıldı. Çok şükür bir şey olmadı.
"Varımı yoğumu bir daireye verdim. Müteahhit benden 34 bin Sterlin aldı kaçtı gitti. Şimdi İngiltere'de. İnşaatın işçiliğinden çalmış. Ağlamaktan gözlerim kör oldu.
"Devir konuşanı içeri atma devri değil. Konuşucam. İnsanları enkaz altından çıkarttım, yardımcı oldum, sırtımda taşıdım. Şimdi muhtaç durumuna düştüm. Ben bir kilo bulgur alamıyorum. Bir kilo bulgur için geldim buraya. Mazot bulamıyorum, paramla alamıyorum. Devlet bitmiş. Devlet nerede, Süleyman Soylu nerede?"
"Bir bezin içinde nasıl ısınacaz"
Aynı yerde bir başkası kendi durumunu anlatıyor. İlk iki gün dışarıda kaldığından bahsediyor. “Gecekondular var. İki gün sınra onlara gittik. Aileler de Cemevinde kaldı” diyor. Çadırların ve sobaların yeni yeni gelmeye başladığını anlatarak 'Çadırda soba olsa ne yazar. Her taraf su, buz. Bir bezin içinde nasıl ısınacaz' diyerek konteyner talebinde bulunuyor.
Bu kez bir başkasıylayız. Depremin ilk günlerinde herkesin gıda yardımı gönderdiğinden bahsediyor: “Her yerde yemek var. Kimse aç değil şu an. Bir tek barınma ve ısınma sıkıntısı var. Herkes dışarıda. Odun bittikçe ısınma sıkıntısı artmaya başladı” diyor.
Enkazda yaşam
Yine çadırların olduğu bölgede ateş başında ısınmaya çalışan birisine denk geliyoruz. Çadırlara yerleşip yerleşmediğini sorduğumuzda “Çadırda nasıl kalayım? Soba yok. İçinde yatak yok. İçinde hiçbir şey yok” diye yakınıyor.
Nerede kaldığını soruyoruz. Cevabı “Şurada, aşağıda yıkılmış bir evde kalıyorum. 10 kişi. Yarılmış ev. Dün gece yattığımda hava -13’tü. Eve gidip geliyoruz, burada ısınıyoruz. Gıda bakımından hiçbir sorun yok. Her bir şey var ama barınma, ısınma ve lavabo sıfır” oluyor.
Kapatırken de "Hala el atılmayan enkazlar var” diye eleştirisini dile getiriyor. “Burada devlet yok” diyor, yutkunuyor. Çekingen. Ama sonra bunu yayınlama diye de ekliyor.
Bu kez yanındaki kişi bu kez söze giriyor: “Burada yardımda sıkıntı yok. Burada organizasyon eksikliği var, barınma sorunu var, ısınma sorunu var. Burada başka herhangi bir sıkıntı yok. Buraya dünya kadar yemek ve su geliyor ama gel gelelim bunları dağıtacak insanlar yok.”
Gitmek mi kalmak mı
Bu kez cemevi tarafındayız. Anne ve kızı. Otobüs bekliyorlar. Genç olan “Kardeşim var İstanbul’da. Onun yanına gideceğiz” diyor.
Yaşlı kadın ise “Ben diyorum ki kimi hasta, kimi yasta, kimi enkazda. Ne olacak? Gecekonduda oturuyoruz. Güvenmedik. İstanbul’a gidiyoruz ama ne bileyim, oraya gidersek biz ne edek, kalsak ne edek?” diye anlatıyor sıkıntısını.
Şükrü Senem’in yanındayız. Almanya’dan gelmiş. Gideceği gün depreme yakalanmış:
“Evim yıkıldı. İçinden zor kurtuldum, kendim çıktım. İkinci depremde zaten komple gitti. Sadece ayakları kaldı evin. Hastam vardı. Almanya’dan gelmiştim. Deprem günü Kayseri’ye gidip oradan Almanya’ya gidecektim. Ev yıkılınca pasaport, kimlik herşey içeride kaldı. Enkaza da sokmuyorlar. Pasaportumu alsam Almanya’ya dönücem. Birkaç gün arkadaşımın evinde kaldım sonra Cemevine geldim. Soba yakıp, dışarıda ateş yakıp idare ediyorum.”
"Devlete bir şey demiyorum"
Sırt çantasıyla bir köşede duran genç bir üniversite öğrencisiyle rastlaşıyoruz. Ailesiyle birlikte Elbistan’da yaşadığını söylüyor. "Ankara’ya gitmek için çabalıyoruz. Evimiz zarar gördü. Mecbur gitmek zorundayız. Burada pek yaşanacak hal kalmadı ve riskli" diyor.
Bu kez cemevinin bahçesinde konuştuğumuz bir başka depremzededen dinliyoruz:
“Kızlarımla yaşıyordum. İlk depremden sonra kızlarım İstanbul’a gitti, ben burada kaldım, köye gittim. Biz buranın kalanlarıyız. Evlerimiz, yerlerimiz, yurtlarımız gitti. Buradaki evim gitti. Köye gittim. İkinci depremde köydeki evim de gitti. Ortada, sokaklarda kaldık. Resmen köylerimizde bombalar atıldı. Yılların emekleri gitti, gene de canlarımız kurtuldu. Ona şükrediyoruz. Allah yardım gönderenlerden razı olsun ama devlete bir şey demiyorum. Yarı ölü yarı diri birisi olduk."