Fado Bicha, Lizbon’un köklü Fado geleneğine cesur bir müdahalede bulunarak, bu geleneksel müzik türüne queer ve politik bir yorum kazandıran yenilikçi bir müzik grubu. Grup üyeleri Lila ve João, Fado’nun başlangıçta toplumun ezilen ve marjinalleştirilmiş kesimlerinin sesi olduğunu, ancak Salazar diktatörlüğü döneminde (1933-1974) bu köklerinden koparılarak milliyetçi ve muhafazakâr bir propaganda aracı haline getirildiğini vurguluyor.
Geleneksel Fado evlerinin dışlayıcı yapısına meydan okuyan Fado Bicha, kendi sahnelerinde toplumsal cinsiyet normlarını yıkan, göç ve sömürgecilik karşıtı güçlü temaları öne çıkaran performanslar sergiliyor. Biz de Fado Bicha’nın hikâyesini, bu dönüşüm sürecini ve müziklerinin toplumsal etkisini anlamak için grup üyeleri Lila ve João bir araya geldik.
“Fado benim için kişisel bir deneyime dönüştü”
Klasik bir soruyla başlayalım. Fado Bicha’nın kuruluş hikâyesinden söz edebilir misiniz? Geleneksel bir müzik türü olan Fado’ya queer bir perspektifle yaklaşmaya nasıl karar verdiniz?
Lila: Tarihsel olarak muhafazakâr alanlara yeni perspektifler kazandıran birçok proje gibi, Fado Bicha da Fado’ya queer bir müdahale yaratmak amacıyla planlı ya da stratejik bir şekilde başlamadı. Tamamen kendimi ifade etme ihtiyacından ve bu süreçten duyduğum saf neşeden doğdu. Başlangıçta tek başımaydım. Ergenlik yıllarımdan beri Fado’yu seviyordum, oysa ailem Fado ile hiçbir şekilde bağlantılı değildi ve çevremdeki arkadaşlarım da Fado dinlemiyordu. Fado benim için kişisel bir deneyime dönüştü, çoğu zaman odamda yalnız başıma Fado dinliyordum.
Fado’yu ilk kez halka açık olarak Yunanistan’da söyledim. İnsanlar sık sık bana Fado’nun ne olduğunu soruyordu. Bir ya da iki şarkı söyleyerek yanıt veriyordum ve bunun ne kadar keyifli olduğunu, aynı zamanda başkalarının da bundan hoşlandığını fark ettim. Portekiz’e döndüğümde, Fado’yu ciddiyetle sürdürmek istedim. Bu amaçla bir Fado okuluna kaydoldum. Ancak, açık bir şekilde queer bir birey olarak ve kendi cinsiyet kimliğimi sorgularken, geleneksel Fado ortamını fazlasıyla kısıtlayıcı buldum. Bu alan, belirli bir şekilde performans sergilememi, belirli şarkıları söylememi ve cinsiyet normlarına uymamı bekleyen muhafazakâr bir yerdi. Sadece iki dersten sonra okulu bıraktım. Bu deneyim, beni derinden etkiledi. Fado’yu Portekiz gitarıyla ilk kez söylemek öyle yoğun bir duygusal deneyimdi ki fiziksel olarak titredim. Bu tutkuyla bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum, ancak bunu geleneksel Fado evreni içinde gerçekleştiremeyeceğimi de anlamıştım.
Toplumsal cinsiyet rollerini sorgulamak ve Fado aracılığıyla kadınlığımı ifade etmek istiyordum. Bu amaçla Alfama’da Brezilyalı bir queer kişiye ait küçük bir bar buldum ve burada karaoke parçalarıyla ya da akapella olarak performanslar yapmaya başladım. Bu performanslar oldukça ham ve deneyseldi ama aynı zamanda canlı, yıkıcı ve neşe doluydu.
João, yaptıklarımı duyduktan sonra projeye katıldı. Zaten geleneksel Fado sahnesinin bir parçasıydı ve bu sahnenin beklentilerinin onu da kısıtladığını hissediyordu. Başlangıçta sadece müziği geliştirmeme yardımcı olmak ve birlikte denemeler yapmak amacıyla katıldı, ancak kısa sürede bu proje ortak bir işe dönüştü. Birlikte, Fado Bicha’yı oluşturan katmanları eklemeye başladık. Yıllar içinde, hem sanatsal hem politik hem de toplumsal boyutları olan, sürekli gelişen ve derinlemesine düşünülmüş bir öneri ortaya koyduk. Bu, hem kendimizi hem de dünyayı keşfetmemizi sağlayan inanılmaz bir yolculuk oldu.
*Lila’nın queer Fadist deneyimini anlatan 'Lila Fadista' şarkısı
“Fado bir gecede tamamen değişmedi”
Fado için çizilen pek çok sınıra rağmen bu müzik türünün de değiştiğini görüyoruz. Söz konusu Portekiz olunca, uzun yıllar süren faşist Salazar diktatörlüğü, birçok konuda olduğu gibi Fado’nun tarihinde de bir dönüm noktası yaratmış olabilir. Sizce, “Salazar öncesi Fado”, “Salazar dönemi Fado” ve “Salazar sonrası Fado” gibi ayrımlar yapabilir miyiz?
João: Fado, Portekiz kültürünün birçok unsuru gibi, Salazar diktatörlüğü döneminde yoğun bir şekilde kontrol altına alındı ve şekillendirildi. Diktatörlük öncesinde Fado, özgür ve dinamik bir müzik türüydü. Sokaklarda, Lizbon’un yoksul toplulukları arasında doğmuş, Brezilya ve Afrika’dan -Portekiz İmparatorluğu’nun köleleştirdiği insanların kültürlerinden- etkilenmişti. 19. yüzyıl Lizbon’unun çok kültürlü yapısını yansıtan Fado, katı kurallardan ya da yöneten kurumlardan bağımsızdı; her sokakta kendine özgü bir Fado tarzı bulunabilirdi.
Diktatörlük döneminde Salazar, Fado’nun hem güçlü bir kültürel sembol hem de potansiyel bir tehdit olduğunu fark etti. Bu nedenle devlet, şarkı sözlerini sıkı bir şekilde denetleyerek “tehlikeli” görülen tüm içerikleri sansürledi. Fado evlerinde sahne almak isteyen sanatçılar, devletin onayladığı bir lisans almak zorundaydı ve her şarkı sözünün önceden sansürcüler tarafından onaylanması gerekiyordu. Bu baskı, Fado’nun siyasi ve toplumsal boyutlarını sınırlandırarak anlatılarını tamamen değiştirdi.
Diktatörlük sona erdiğinde Portekiz devrim yaşamış olsa da, 48 yıllık baskının etkileri hemen silinmedi. Fado bir gecede tamamen değişmedi; aksine, diktatörlük döneminde güçlenen gelenekler -sanatçıların sahnedeki davranışları, kıyafetleri ve toplumsal cinsiyet normlarına dayalı rolleri gibi- bugüne kadar etkisini sürdürdü. Hatta bugün geleneksel Fado evlerinde çalınan çoğu eski şarkı, diktatörlük sansüründen geçmiş olanlar, çünkü sadece onlar bugüne kadar gelebildiler.
Queer bireylerin Fado ile ilişkisi, yalnızca Portekiz’e özgü bir dinamik değil. Dünyanın her yerinde geleneksel müzik türleri, bir kültürün belirli bir anını “donduran” bir temsil niteliği taşır, ancak bu temsil genellikle ana akım ideallere uymayan anlatıları dışlar. Queer bireyler tarih boyunca bu kültürel temsillerin dışında bırakılmıştır. Fado ile bağ kurmamıza rağmen, hikâyelerimiz ve deneyimlerimiz onun geleneksel anlatılarında yer almamıştır.
Bizim için Fado ile ilişki kurmak, güçlü ve dönüştürücü bir eylem. Bu müziği yeniden sahiplenerek, Brezilya, Afrika ve 200 yıldan fazla bir süre önce Lizbon sokaklarında oluşmuş zengin mirasını, modern queer perspektifimizle birleştiriyoruz. Böylece yalnızca kendi hikâyelerimize alan açmakla kalmıyor, aynı zamanda geçmişi yeniden yorumlayarak bugüne bağlamayı başarıyoruz. Bu, Fado’nun derin köklü geleneğine kendi hikâyelerimizi işlediğimiz hem güzel hem de güçlü bir deneyim.
“Fado camiası, bizi Fado’ya bir hakaret olarak görüyor”
Geleneksel Fado evleri Fado Bicha’ya kapılarını açıyor mu? Müziklerinizi nerede sergiliyorsunuz?
Lila: Hayır, geleneksel Fado evlerinde hiç sahne almadık ve bugüne kadar hiçbir Fado evi bizi ağırlamakla ilgilendiğini göstermedi. Ayrıca, orada hoş karşılanmayacağımızı da hissettik; çünkü geleneksel Fado camiası genellikle bizi ve projemizi Fado’ya bir hakaret olarak görüyor. Projeye ilk başladığımızda, João zaten Fado evlerinde çalıp söylüyordu ve Fado Bicha’yı öğrendiklerinde tanıdığı birçok kişi olumsuz tepkiler verdi. Bazıları onunla konuşmayı kesti, bazıları ise doğrudan kaba davrandı. Fado’yu “saygısızca” ele aldığımız fikri yüzünden bir hoşnutsuzluk, hatta küçümseme vardı.
Bicha kelimesi de bu durumun önemli bir faktörü. Tarihsel olarak, bu kelime feminen eşcinsel bireyler için kullanılan ve benim de gençken maruz kaldığım bir hakaretti. Şiddetli bir toplumsal damgayı içinde barındıran bir ifade yani. Ancak, son yıllarda Brezilya’dan başlayarak queer topluluklar bu kelimeyi güçlenme ve kimlik oluşturma aracı olarak geri kazandı. Toplumsal cinsiyet ikiliklerini aşan ve benim gibi insanların varlığını hissetmesini, toplumda bir yer edinmesini sağlayan bir alan yarattı. Benim için Bicha devrimci bir kelime, ancak geleneksel Fado dünyasında birçok kişi için hâlâ “kirli” bir sözcük; sanatsal mükemmeliyet ya da gelenekle bağdaşmayan bir şey.
Fado evleri oldukça katı bir çerçeve içinde faaliyet gösteriyor ve bu çerçevenin büyük bir kısmı diktatörlük döneminde şekillendi. Günümüzde bu mekânlar, Fado Bicha performanslarının temel unsurları olan gürültü, topluluk toplantıları veya politik ifadeler için uygun yerler değil. Bizim gösterilerimiz; rahatsızlık yaratmayı, politik düşünceyi, duygusallığı ve bedenlerin ve kimliklerin tam anlamıyla ifade edilmesini hedefliyor. Bu unsurlar, geleneksel Fado evlerinin yapısıyla uyuşmuyor. Ancak, benim hayallerimden biri queer, sömürgecilik karşıtı ve cinsellik-pozitif bir Fado evi, bu değerlerin yeşerebileceği kapsayıcı bir alan yaratmak.
“Sınırları zorlamaya devam ediyoruz”
Performanslarımıza Lizbon’daki küçük barlarda başladık ve zamanla müzik festivallerine ve daha büyük sahnelere doğru genişledik. Şehir tiyatrolarında ve kamuya açık kültürel kurumlarda daha fazla sahne almayı isterdik, ancak Portekiz’de bu tür alanlar queer müzisyenlere genellikle kapalı. Uluslararası düzeyde ise Brezilya’da iki turne yaptık ve ABD, İzlanda, Finlandiya gibi birçok ülkede sahne aldık. Çoğu zaman, bu fırsatlar, bir kültür kurumunda queer hassasiyetine sahip bir kişinin bizi oraya getirmek için çaba göstermesiyle mümkün oldu.
Portekiz’de ise genellikle bireylerin çabaları sayesinde küçük kasabalarda veya queer kültürün nadiren ulaştığı bölgelerde sahne alabiliyoruz. Bununla birlikte, genellikle projemizin “gerçek müzisyenler” olarak tanımlanan kalıba uymadığı ya da projemize uygun bir izleyici kitlesi olmadığı düşüncesiyle festivallerden ve kurumlardan gelen ciddi bir direnmeyle karşılaştık. Portekiz’de bağımsız ve yeraltı müzisyenleri zaten büyük zorluklarla karşılaşıyor ve müziğe açık ve net bir queer perspektif eklemek bu engelleri daha da artırıyor.
Son iki yılda özellikle hayal kırıklığı yaşadık. Portekiz müziğinde özgün ve öncü bir perspektif sunduğumuz bir ilk albüm çıkardık ve bunun kapılar açacağını, daha geniş kitlelere ulaşmamızı sağlayacağını umduk. Ancak, maalesef daha fazla reddedilme ile karşılaştık. Bu nedenle, birkaç aylık bir ara vererek projeyi yeniden değerlendirme ve yeni stratejiler geliştirme kararı aldık. Bu mola, sınırları zorlamaya devam etmek için perspektifimizi ve enerjimizi yeniden kazanmamıza yardımcı oluyor.
“Queer bireyler her zaman Fado’nun bir parçasıydı”
Fado müziğinin toplumsal cinsiyet normlarıyla nasıl bir ilişkisi var? Bu normatif yapıya nasıl müdahale ediyorsunuz?
João: Fado, hem performanslarında hem de topluluğunda geleneksel toplumsal cinsiyet normlarını derinden yansıtır ve güçlendirir. Son 100 yıldır Fado, sadece bu normları ifade etmekle kalmamış, aynı zamanda onları pekiştiren bir araç olmuştur. Örneğin, bazı Fado şarkıları yalnızca erkekler ya da kadınlar için uygun kabul edilir; bu ayrım genellikle şarkı sözlerinin perspektifine dayanır. Fado okullarında öğretmenler bir performansı durdurup, “Bu şarkıyı söyleyemezsin, bu bir kadın Fado’su,” diyebilir. Bununla birlikte, Fado’daki yas, kalp kırıklığı ve üzüntü gibi duyguların ifadesi de erkekler ve kadınlar arasında farklılık gösterir; şiirsel ve üslupsal ayrımlar belirgindir.
Toplumsal cinsiyet ifadeleri de benzer şekilde katıdır. Günümüzde bazı sanatçılar bu normları sorgulamaya başlasa da, birçok Fado evi hâlâ 1960’ların kalıplarını sürdürüyor. Gitaristlerin büyük çoğunluğu erkek, kadın sanatçılar ise daha görünür olmalarına rağmen genellikle erkeklerden oluşan ekipler tarafından yönetiliyor ve kontrol ediliyor. Bu durum sahnenin ötesine geçerek, sektörün yöneticiler, teknik ekip ve prodüktörler gibi kilit pozisyonlarında erkeklerin baskın olmasına neden oluyor.
Lila: LGBTQ+ sanatçılar için bu toplumsal cinsiyet normları özellikle kısıtlayıcı. Queer bireyler her zaman Fado’nun bir parçası olmuş olsa da, genellikle geleneksel beklentilere uyum sağlamak için ödün verip, şarkı sözlerini, duruşlarını ya da davranışlarını değiştirmek durumunda kalmışlardır. Birçok queer Fado sanatçısı, sektöre uyum sağlamak için muhafazakâr tavırlar benimser ve bazen karşılaştıkları homofobiyi yeniden üretir.
João: Bizim müdahalemiz bu normlara doğrudan meydan okuyor. Fado Bicha, Fado’nun marjinal toplulukların mücadelesine dayanan köklerini yeniden sahipleniyor. Tarihsel olarak, Fado’nun erken dönem şarkıları yoksulluk, kilise ve monarşi gibi toplumsal adaletsizliklere meydan okuyordu. Ancak bu anlatılar diktatörlük döneminde bastırıldı ve yerine devlet tarafından onaylanmış, sterilize edilmiş temalar getirildi. Bu steril versiyon, bugün kutsal kabul edilen “geleneksel” bir Fado kimliği mitini yarattı.
Lila: Amacımız Fado’nun sınırlarını genişletmek, onu yok etmek değil. Queer anlatıları dahil ederek ve katı toplumsal cinsiyet normlarını sorgulayarak, sanatsal geleneklerin evrilebileceğini gösteriyoruz. Bu evrim, Fado’yu bozmaz; aksine, onu zenginleştirir ve güçlendirir. Fado’nun yeni kitlelere ulaşmasını ve günümüz yaşamının çeşitliliğini yansıtmasını sağlar.
Bu, sadece temsil meselesi değil; aynı zamanda katı toplumsal cinsiyet normlarının yarattığı zararları sorgulamak anlamına geliyor. Bu normlar yalnızca queer bireyleri değil, cisgender ve heteroseksüel bireyleri de etkiliyor. Hayatlarını ve ilişkilerini sınırlayan bu kalıplar, herkes için zararlı. Sonuç olarak, Fado’da ve genel olarak toplumsal cinsiyet normlarında bir dönüşüm yaratmak, sadece LGBTQ+ topluluğu için değil, tüm toplum ve gezegen için gereklidir.
“Fado, milliyetçi mirasın izlerini taşımaya devam ediyor”
Sanatınızda queer temsili dışında, göç ve sömürgecilik karşıtlığı gibi temaları da işliyorsunuz. Bu temaların Fado müziğiyle ilişkisini nasıl tanımlıyorsunuz?
Lila: Fado, Portekiz’in bir sömürge imparatorluğu olarak tarihine derinden bağlı bir müzik türü. 48 yıl süren ve 1974’te sona eren diktatörlük dönemi, modern Fado’nun şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. Bu dönemde Fado, geleneksel aile değerlerini, kadınların itaatkâr rolünü ve Portekiz’i bir denizcilik ve sömürgecilik gücü olarak yücelten milliyetçi idealleri pekiştirmek için bir araç haline getirildi. Günümüzde Fado hâlâ “Portekiz ruhunun ifadesi” olarak tanımlanıyor ve bu çerçeve, Fado’yu sömürgecilik ve imparatorluk nostaljisine dayalı bir ulusal kimlik anlayışına bağlıyor.
Tarihsel olarak, Fado’nun kökenleri de Portekiz’in sömürge geçmişini yansıtıyor. Fado’nun bir müzik türü olarak ilk kaydedilen anısı, Brezilya’da yayımlanan bir tarihî kayıtta geçer ve bu metin, köleleştirilmiş siyah insanlar tarafından yapılan duyusal bir dansı anlatır. Bu dans, ahlaki gerekçelerle beyaz sömürgeciler için yasaklanmış olsa da, izleyicileri olan beyazları büyülemiştir. Zamanla, bu müzik ve ismi Lizbon’a taşınmış; burada Roman müziği, Portekiz halk gelenekleri ve 19. yüzyıl Lizbon’unun çok kültürlü ortamındaki diğer etkilerle harmanlanmıştır. Marjinal ve köleleştirilmiş topluluklara bağlı bir tür olarak başlayan Fado, zamanla aristokrasi tarafından sahiplenilmiş, yeniden şekillendirilmiş ve sonunda diktatörlüğün bir aracı haline gelmiştir.
Bugün Fado, bu sömürgeci ve milliyetçi mirasın izlerini taşımaya devam ediyor. Şarkı sözleri açıkça beyaz üstünlüğünü savunmasa da, Fado’yu çevreleyen sembolizm, milliyetçilik ve “saf” bir Portekiz kimliği fikrini güçlendiriyor. Bu durum, Fado dünyasında siyah, Roman ve diğer beyaz olmayan toplulukların temsil edilmemesinde de kendini gösteriyor. Fado topluluğunda aktif olan beyaz olmayan sanatçılar çok azdır ve bu alana katılmaya çalışanlar genellikle dışlanmış ya da uyumsuz hissetmektedir.
Beyaz Portekizli sanatçılar olarak, sahip olduğumuz ayrıcalıkları kabul ediyor ve bu mirası sorgulamanın önemini fark ediyoruz. Müziklerimiz aracılığıyla, Fado’ya yerleşmiş olan geleneksel, milliyetçi ve sömürgeci anlatıları sorgulamayı amaçlıyoruz. Portekiz’in ırkçılık ve sömürgecilik tarihine ışık tutmayı, Fado’ya eleştirel ve ırkçılık karşıtı bir perspektif kazandırmayı hedefliyoruz. Bizim için Fado’yu, bu derin köklü yapıları sorgulamak ve daha kapsayıcı, daha eleştirel diyaloglara alan açmak için bir platform olarak kullanmak hayati önem taşıyor.
*Portekiz’in sömürgecilik geçmişini eleştiren 'Povo Pequenino' (Küçük Halk) şarkısı:
“Alfama’daki dönüşüm, Fado’yu ciddi şekilde etkiledi”
Portekiz’de Lizbon ve Porto gibi şehirler, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi soylulaştırma, turistikleştirme ve Airbnb gibi platformlar etkisiyle dönüşüyor. Fado’nun doğduğu Alfama Mahallesi de bu dönüşümden olumsuz bir şekilde etkileniyor. Şehirlerdeki bu dönüşüm müziğinize nasıl yansıyor?
João: Soylulaştırma ve Airbnb’nin yükselişi, Lizbon, Porto ve diğer Portekiz şehirlerini derinden etkiledi. Fado’nun tarihî merkezi olan Alfama da bu dönüşümden nasibini aldı. Alfama’da artık birçok sokak tamamen Airbnb tarafından domine ediliyor; yerel sakinler neredeyse tamamen bölgeden çekilmiş durumda. Bu dönüşüm, hem kültürel mekânları hem de Fado’yu ciddi şekilde etkiledi.
Bir zamanlar toplulukların bir araya geldiği, sanat ve ifade özgürlüğünün yaşandığı Fado evleri, büyük ölçüde birer turistik cazibe merkezi haline geldi. Eskiden yerel halkın şiirlerini paylaştığı, şarkılar üzerinde denemeler yaptığı, birlikte şarap içip vakit geçirdiği bu mekânlar, bugün ticarileşmiş ve tüketim odaklı bir gösteriye dönüştü. Turistler, kısa bir performansı izlemek, yemek yemek ve ayrılmak için bir saat boyunca kuyruk bekliyor, bu deneyim için yüksek ücretler ödüyorlar. Bunun sonucu olarak, Fado köklerinden kopmuş, bir müze sergisi gibi sterilize edilmiş bir tiyatro performansına indirgenmiş durumda.
Lila: Tarihsel olarak, Fado evleri kültürel ve toplumsal anlamda güçlü mekânlardı. Her sınıftan insan burada bir araya gelir, şarkı söyler ve kendilerini özgürce ifade ederdi. Bu özgürlük, diktatörlük döneminde bu yerleri bir tehdit haline getirdi; çünkü bu mekânlar, katı toplumsal normların dışında bir araya gelme fırsatı sunuyordu. Bugün, neoliberal politikalar altında, bu mekânlar benzer bir tehlike ile karşı karşıya. Topluluğa öncelik veren, sanatsal deneyselliği destekleyen ve ticarileşmemiş deneyimlere yer açan kültürel mekânlar, yabancı sermayenin ve turizm odaklı kâr arayışının hâkim olduğu bir şehirde ayakta kalmakta zorlanıyor.
Son on yılda birçok kültürel mekânın kapandığına tanık olduk. Bir zamanlar yaratıcılık ve bağlantı noktaları olan bu yerler, otellere veya Airbnb mülklerine dönüştü. Eskiden yerel halkı ağırlayan ve gerçek bir kültürel alışveriş ortamı sunan Fado evleri bile artık neredeyse tamamen turistlere hitap ediyor ve bu durum özgünlüklerini kaybetmelerine yol açıyor.
Bu dönüşüm yalnızca Fado’yu değil, şehrin kültürel yaşamını da derinden etkiliyor. İnsanların bir araya gelip kültür ürettiği ve paylaştığı mekânlar yok oluyor, sanatsal gelişim ve toplumsal neşe için fırsatlar giderek azalıyor. Bu, hem hayal kırıklığı yaratan hem de yürek burkan bir değişim. Çünkü bu mekânlar, Fado’nun gerçek ruhunu -kapsayıcılığı, deneyselliği ve özgür ifadeyi- temsil ediyordu; ancak kâr odaklı kentsel politikalar bu ruhu hızla yok ediyor.
“Lisboa Não Sejas Francesa” (Lizbon, Fransız olma) gibi şarkı sözlerini, Sitüasyonistlerin détournement (saptırma) anlayışına uygun şekilde yeniden yorumlayarak, “Lisboa, não sejas racista” (Lizbon, ırkçı olma) gibi yeni anlamlar kazandırıyorsunuz. Hem bu şarkıdan hem de bu yaklaşımınızın Fado müziğine etkisinden söz edebilir misiniz?
João: Fado’da melodilerin yeniden kullanılmasına dayanan köklü bir gelenek var. 300’den fazla geleneksel Fado melodisi bulunuyor ve aynı melodiye farklı şiirlerin ya da şarkı sözlerinin uyarlanması oldukça yaygın. Bu uygulama, Fado’nun köklerini koruyarak gelişmesini sağlıyor ve onu diğer müzik türlerinden ayıran bir özellik. Ancak, bu metodoloji genellikle daha modern ya da pop tarzındaki Fado şarkılarına uygulanmıyor; çünkü bu tür şarkılar genellikle nakarat içeriyor. Biz ise “Lisboa, Não Sejas Francesa” gibi şarkıları yeniden yorumlayarak bu kalıbı kırmayı tercih ettik.
Orijinal şarkı, diktatörlük döneminde yazılmış ve Lizbonlu kadınlara daha az dışa dönük (muhtemelen Fransız kadınlara kıyasla) ve daha muhafazakâr olmalarını öğütleyerek geleneksel toplumsal cinsiyet normlarını pekiştirmişti. Biz bu şarkıyı “Lisboa, Não Sejas Racista” olarak dönüştürdük ve Lizbon’un sömürgeci geçmişine, günümüzdeki ırkçılık ve soylulaştırma meselelerine dikkat çektik. Bu détournement yaklaşımı, eski anlatıları eleştirip yeniden bağlama oturtmamıza olanak tanıyor ve onları günümüzün toplumsal ve politik gerçeklikleriyle uyumlu hale getiriyor.
Bu yaklaşımı aşk şarkılarına da uyguladık ve aynı cinsiyetten ilişkileri konu alan hikâyeler oluşturduk. Örneğin, geleneksel bir Fado aşk şarkısındaki karakterin cinsiyetini değiştirerek, iki genç adamın (bir balık pazarında geçen) aşk hikâyesini anlattık. Bu, küçük bir değişiklik gibi görünebilir, ancak Fado’nun 200 yılı aşkın tarihinde bu tür anlatılara ya yer verilmedi ya da görünür değillerdi. Bu perspektifleri dahil ederek, türün heteronormatif ve geleneksel sınırlarına meydan okuyoruz. Şarkı sözlerindeki basit bir cinsiyet değişikliği bile bu bağlamda devrimci bir adım haline geliyor.
Bu şarkıları yeniden yorumlama yöntemi, görsel sanatlar pratiklerinden ve détournement anlayışından ilham alıyor. Var olan eserleri uyarlayarak ve altüst ederek Fado’ya taze bakış açıları kazandırmayı, onu queer ve sömürgecilik karşıtı anlatılarla zenginleştirmeyi amaçlıyoruz. Bu yaklaşım, bizim için hem yaratıcı açıdan tatmin edici hem de Fado’yu çağdaş, kapsayıcı hikâyeler için bir alan olarak yeniden sahiplenmek ve dönüştürmek adına önemli bir adım.
“Hedefimiz, topluluğumuzdaki dayanışmayı güçlendirmek”
Müzik ve eylem sahnesinde beraber çalıştığınız sanatçılar var mı? Benzer düşünceleri paylaşan müzisyenler ve sanatçılar arasında bir dayanışma ya da ortak hareket birliği söz konusu mu?
Lila: Evet, Lizbon’da inanılmaz işler üreten, canlı bir queer müzik topluluğu var. Ancak bu sanatçılar genellikle sınırların dışında çalışıyor ve sahneye çıkmak ya da dinleyicilere ulaşmak konusunda ciddi zorluklarla mücadele ediyor. Biz, Portekiz’de daha tanınmış queer müzik projelerinden biri olsak da, birçok sanatçı bizim kadar bilinir değil ve karşılaştıkları engeller çok daha büyük. İşte tam da bu nedenle, yolculuğumuzun başından itibaren işbirliği ve topluluk oluşturma fırsatlarını yaratmayı önceliklerimiz arasına aldık.
Queer sanatçıları desteklemek için bugüne kadar birçok proje başlattık ve elimizden geldiğince platformumuzu diğer sanatçılarla paylaşmaya özen gösterdik. Örneğin, albümlerimizde Portekizli, Brezilyalı, Angolalı ve Gine-Bissau’lu queer sanatçılarla yaptığımız işbirlikleri yer alıyor. Bu tür ortaklıklar, yerel müziğe ve topluluk dayanışmasına duyduğumuz bağlılığın bir yansıması ve bizim için büyük bir anlam taşıyor.
Pandemi döneminde ise özellikle anlamlı bir proje gerçekleştirdik. 1976’da açılmış, Lizbon’un tarihi bir gay barıyla işbirliği yaptık. Pandemi sırasında bu bar ve sanatçıların yaşadığı finansal ve sosyal zorlukları göz önüne alarak, haftalık bir queer müzik festivali düzenlemeyi önerdik. Kasım 2020’den Haziran 2021’e kadar, her perşembe 20 farklı performansın küratörlüğünü ve organizasyonunu üstlendik. Bar, etkinliklere ev sahipliği yaptı, sanatçılara ödeme yaptı ve kalan gelirleri kendine ayırdı. Bu girişim, genellikle sahne alma ve izleyicilere ulaşma fırsatı bulamayan yetenekli queer sanatçıların görünürlüğünü artırmamıza olanak sağladı.
Gelecekte de değerlerimizi ve sanat anlayışımızı paylaşan sanatçılarla işbirliği yapmaya devam edeceğiz. Örneğin, şu anda biri Brezilyalı, diğeri ise Portekiz-Brezilyalı olan iki sanatçıyla birlikte yeni bir şarkı hazırlıyoruz. Bu tür ortaklıklar, bizim için derin bir tatmin kaynağı olmasının yanı sıra, queer sanatsal topluluğumuzdaki dayanışmayı güçlendirme hedefimizin bir parçası.
“Meraklı ve tutkulu müzik dinleyicileriyiz”
Dinlediğiniz müzikleri de merak ediyoruz. Hem Fado’dan hem de başka müzik türlerinden kimleri dinliyorsunuz?
Lila: Biz çok meraklı ve tutkulu müzik dinleyicileriyiz. Özellikle İngilizce dışındaki dillerde müzikler dinlemeye özen gösteriyorum; anlamadığım ya da konuşamadığım dillerde şarkı söyleyen sanatçıları çevrimiçi olarak arıyorum. Bu şekilde, Bask şarkıcı Verde Prato, Batı Sahra’dan Aziza Brahim ve El-Funoun Filistin Halk Dansı Topluluğu gibi inanılmaz sanatçılar keşfettim. Tabii ki çok fazla Fado da dinliyoruz. Ancak günümüzde yeni bir Fado eserinin bizi etkilemesi daha zor oluyor, çünkü genellikle insanların aynı klişeleri tekrarladığı hissine kapılıyoruz.
Portekiz müziğinde de idollerimiz var; bazıları bizim gibi queer sanatçılar ve aynı zamanda arkadaşlarımız. Vaiapraia, Trypas Corassão, Rezmorah ve Surma bunlardan bazıları. Bunun dışında, bizim gibi toplumsal meseleleri ele alan projeler de var; Mynda Guevara, Chullage, A Garota Não ve Cara de Espelho gibi. Kendi adıma, kadın şarkıcı-şarkı yazarlarını her zaman büyük bir ilgiyle dinledim. Bu sanatçılar, hayatım boyunca kendimi, kadınlığımı, öfkemi ve aidiyetimi anlamama ve ifade etmeme çok yardımcı oldu. Björk, Kate Bush, PJ Harvey ve Fiona Apple bu isimler arasında.
Elbette Amália Rodrigues’i de anmadan geçemeyiz. O, gelmiş geçmiş en ünlü Fado sanatçısı ve bizim için pek çok açıdan sonsuz bir ilham kaynağı; inanılmaz derecede zeki, yoğun, duygusal ve aynı zamanda entelektüel ve kışkırtıcı bir sanatçı.
(DS/VC)